'Aksiyon filminden çıkmış gibiydiler'

Şanver: “Tam teçhizatlı, aksiyon filmlerinden çıkıp gelmişçesine donanımlı askerler düğün mekânına ana girişten gelip, generallerin de olduğu binanın içini kuşatmışlardı. Tam donanımlı bu askerler silahlarındaki lazer pointerları, içeri bakmaya giden misafirlerin üzerinde gezdiriyorlardı...”

'Aksiyon filminden çıkmış gibiydiler'
Milliyet'ten Mert İnan'ın haberine göre Emekli Korgeneral Mehmet Şanver’in anılarını kaleme aldığı “15 Temmuz Kartal Yuvasının İstilası” isimli kitabın ilginç bölümlerden biri de Şanver’in kızının Moda Deniz Kulübü’ndeki düğününde olup bitenler. Şanver, 15 Temmuz’da gerçekleşen düğün öncesi Genelkurmay’ın tüm hava sahasının kapatılmasına yönelik emrini öğrendiğini, ardından da, düğüne katılan Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Abidin Ünal’ın kendisine ‘Erbilgin General’i tutuklamışlar masanızdan ayrılmayın’ dediğini aktarıyor.

Düğüne telefonla ulaşan bu haberin köprünün kapatılmasından 15-20 öncesine dair olduğunu belirten Şanver, sonrasında yaşananları da şöyle anlatıyor:

'Aksiyon filminden çıkmış gibiydiler'

“Tutuklama haberi ilk anda anlamlı gelmedi. Bizlere bir an için Balyoz dönemindeki general tutuklamaları tarzında bir tutuklama hadisesini çağrıştırsa da düğünün ortasında aniden gelen bu haberin ne olduğu anlaşılmamıştı. Hava Kuvvetleri Komutanı’ndan alınacak ilave bilgiyi bekliyorduk. Gerçekte ise olan şuydu: Darbeci askerler, asker kimliklerini kullanarak Korgeneral Fikret Erbilgin’in Ankara’daki lojmanına gitmiş ve kendisini zorla bir araca bindirip götürmüşlerdi. Hava Kuvvetleri açısından darbe kapsamında gerçekleştirilen ilk derdest hadisesi bu şekilde yaşanmış.

‘Yüzüme kapattı’

“Komutan, masalardan görece uzakta, havuz başında, nikâhın kıyılmış olduğu kokteyl alanında telefonla konuşmaktaydı. ‘Hayırdır Komutanım?’ diyerek konuya daldım. ‘Evrim General’le konuşuyordum. Telefonu yüzüme kapattı.’ Nasıl olur komutanım? Sizin yüzünüze telefonu nasıl kapatır? ‘Ankara üzerinde uçuş yapıyorlarmış. Muhtemelen darbe yapıyorlar.’ Darbe sözcüğünü o gece ilk defa o an işittim, kulaklarıma inanamadım. ‘Ne darbesi komutanım, neler oluyor?’ diyerek o sırada beni takip eden emir astsubayımdan resmi cep telefonunu aldım. Hemen Hakan Evrim General’i aradım, cevap alamadım. Bunun üzerine gecikmeden Eskişehir 1BHHM komutanı Recep Ünal General’i aradım. Ulaşabilmiştim. Recep neler oluyor? ‘Komutanım ben de bilmiyorum, durumu anlamaya çalışıyorum.’ Ne durumu? ‘Komutanım kontrolsüz uçuşlar var.’ Nasıl uçuşlar? Kimler Uçuyor? ‘Bilemiyorum komutanım. Tespit etmeye çalışıyoruz.’ F-16’lar ve tanker uçakları var havada. Durumun vahametini anladım ve talimatlara başladım; Recep ne yapıp edip havadaki uçakların hepsini indirin.

Hiçbir uçuşa müsaade etmeyin. Aklınıza ne geliyorsa, pistlere araç sokun, pist ışıklarını seyrüsefer kolaylıklarını kapatın, uçakları emniyete alın ve başına nöbetçi koyun, kimse yaklaşmasın..(...) Tüm konuşmayı dinlemişti yanımdaki Hava Kuvvetleri Komutanı. ‘İlave emriniz var mı komutanım?’ sorusuna, düğünde bulunan tüm üs komutanlarını bulunduğumuz bölgeye; yanımıza çağırmamı isteyerek cevap verdi komutan.

(...)Bina içinde bulunan askerlerin geldiği ilk etapta görülmemişti. Tam donanımlı bu askerler silahlarındaki lazer pointerları, içeri bakmaya giden misafirlerin üzerinde gezdiriyor, uzak durmaları yönünde çağrı yapıyorlardı.

‘Kumanda sende’

Bulunduğumuz odanın kapısında, Fatih Kahraman Astsubay’ın silahını uyarma ve korkutma amaçlı ateşlemesinden sonra, ayağa kalkarak Güneykaya General’i kolundan tutup içeri aldım. Yerine oturmasını sağladıktan sonra arkadaşlarımı sakin olmaları ve yerlerinden kalkmamaları yönünde ikaz ettim. Tekrar yerime oturduğum zaman Hava Kuvvetleri Komutanı kulağıma eğilerek ‘Şanver, bunlar beni almaya gelmiş, ben gidince kumandalar sende’ dedi. Hava Kuvvetleri komutanının önce lavabo ihtiyacını giderip daha sonra da olay yerinden elleri bağlanmadan, kendisine eşlik eden koruma personeli ile ayrılmasını takip edebildim.”

“Semiz’e son emrim”

Dışarı çıkartılan darbeci generallerin ellerinin bağlanarak yere yatırıldığını gördüm. Henüz sıra bana gelmediği için son talimatlarımı vermeye devam ettim. Telefonum çaldı. Arayan Eskişehir’e gönderdiğim Muharip Kuvvet Kurmay Başkanı Semiz General’di. ‘Komutanım, baskın yemişsiniz, dilerseniz gelip sizi kurtaralım’ teklifini yaptı. ‘Semiz, siz bir an önce size verdiğim görevi yerine getirin. Eskişehir’e gidin ve komutayı devralın. Orası çok önemli’ emrimi yineledim ve telefonu kapattım. O gece için son talimatım, son emrim olmuştu bu konuşma.”

Komutan müsveddesi

“Bizi helikoptere bindirdiler. İstanbul üzerinde ışıklandırılmış gökdelenlerin arasında film sahnelerini aratmayacak tarzda uçtuk. Pilotluk hastalığı olsa gerek, içimden helikopter pilotunu takdir ettim. O güne kadar oldukça hantal olarak bildiğim, adeta bir ‘kamyon’ olarak değerlendirdiğim Cougar tipi helikopter, çok kıvrak manevralar yapmaktaydı. pilotun Bnb.M.Fatih Özkan olduğunu, 01-2524 numaralı helikopteri Ütğm.Abdüssamet Kara ile birlikte kullandığını öğrendim. Tam saymasam da 7 veya 8 kez iniş kalkış yaptık. Hava Harp Okulu Komutanı Tümgeneral Fethi Alpay elleri bağlı bir şekilde aramıza katılmıştı. ‘Okulunu bu şekilde mi görecektik Alpay?’ sorusuna okul komutanı ağzının içinden gevelediği anlaşılmaz sözlerle cevap verdi. Aslında göz bebeğimiz Hava Harp Okulu kendisine teslim edilmiş olan bu komutan müsveddesi de, eşi hanımefendi (!) ile birlikte düğüne gelmişti. Baskın sonrasında kalabalıkta koruyucuları tarafından bir şekilde general grubundan uzaklaştırılıp VIP muamelesi yapılarak özel helikopterle Moda Deniz Kulübü’nden alınmış ve büyük olasılıkla Hava Harp Okulu Kampüsü içerisindeki konutuna getirilmişti. Sabaha kadar konutunda gelişmeleri takip eden bu zat, işlerin o kadar da yolunda gitmediğini görünce, artık imamlarından mı yoksa kripto komutanlarından mı aldığı talimatla, derdest edilmiş görüntüsü ile aramıza katılmıştı!”

Burunlarından getireceğiz Şanver

“Tutsaklıktan kurtulmamın ardından, Akın Öztürk, Abidin Ünal ve Yaşar Güler generallerin bir arada olduğunu görüp onların yanına gittim. Üç komutan şehre nasıl gidilmesi gerektiğini konuşuyordu. Orgeneral Yaşar Güler ve Akın Öztürk bir araçta, Orgeneral Abidin Ünal ve ben bir diğer araçta olacak şekilde Akıncı Üssü’nden ayrılmak için hareket ettik. Ankara’ya doğru iki makam aracı ile yol aldık. Diğer generaller de minibüs tarzı bir araçla arkamızdan geldiler. Barikatlı yollardan ve polis kontrol noktalarından geçerek şehre, Hava Kuvvetleri Karargâhı’na geldik. Komutan girişi olan ‘A’ kapı önündeydik. Akın Öztürk burada Yaşar Güler’in bulunduğu araçtan indi. İki havacı orgeneral (Akın Öztürk ve Abidin Ünal) 2. Başkanı askeri teamül çerçevesinde uğurladım. Uğurlama esnasında ‘Bunların hesabını soracağız değil mi Şanver?’ sorusuna ‘Elbette komutanım, yaptıklarını burunlarından getireceğiz.…’ mealinde bir cevap verdim.”

Korumalar darbecilerin safına geçti

Muharebe Arama Kurtarma (MAK) elemanı bana iyi davranıyordu. Bir ara yanıma yaklaşarak ‘Komutanım tüm bunlar inanın sizin güvenliğiniz için’ dedi. Bu arada şu soru akla gelebilir: Hava Kuvvetleri komutanı ve şahsım dahil olmak üzere o kadar generalin koruması veya emir subayı, astsubayı yok muydu? Onlar neden darbecilere müdahale etmedi? Bu sorunun basit birkaç cevabı var. Hava Kuvvetleri komutanının korumalarının tamamı zaten darbecilerle beraber hareket etti. Hatta bir tanesi yerden lazer işaretlemesi yaparak darbecilerin helikopterlerinin inişini sağladı. Emir Astsubayım Ömer Aydın darbecilerle yüzleşti ancak sayı ve teçhizat olarak çokça olan darbeci komandolar Ömer Astsubay’ı yere yatırarak kelepçeledi.”

Akıncı sanki düşman üssüydü

“Alçak irtifadan sürdürülen uçuş 4. Ana Jet Üs Komutanlığı Mürted-Akıncı-Ankara’da son buldu. Ancak bu üs, anılarımı yaşadığım o üs değildi. Sanki düşman üssüydü ve ben düşman üssünde esir edilmiş gibiydim. Her şey çok soğuk ve çok yabancıydı üste, bir garip misafirhane odasında yapayalnızdım artık. Ellerim bağlı yatağa uzandım. Gözlerim tavanda, çaresiz, rahatsız bir bekleyiş başlamıştı. Karşılıklı iki yatak vardı odada. Güneşin durumuna göre bir yataktan öbürüne geçiyor, kâh yatarak kâh oturarak zamanla boğuşuyordum.”