Başbakan Erdoğan 'Eyy Avrupa' dedi..
Başbakan Erdoğan, Alman Dış Politika Enstitüsünde, "21. Yüzyılda Türkiye, Avrupa ve Dünya" temalı konuşma yaptı.
Erdoğan Gezi olaylarıyla ilgili bir soruya, "Şimdi gezi
olaylarını söylüyorsunuz. Siz Frankfurt’taki, Hamburg’daki eylemler
yaşandı. Bizim polisimizde mukayese edilemeyecek şekilde görüntüler
yaşandı. Bu görüntüler benim elimde var. Bunları nereye
koyacaksınız?" dedi. Avrupa'nın 30 bin Suriyeli mülteciyi kabul
etmemesini eleştiren Erdoğan 'Ey Avrupa siz burada 55 bin fotoğrafı
gördükten sonra, orada yaşayan insanları kimyasal silahlara nasıl
teslim edersiniz" diye konuştu.
İşte Erdoğan'ın konuşmalarından satır
başları:
2014 yılı Türkiye AB ilişkileri bakımından tarihi bir yıl olacak.
Esasen dünyamızın son yıllarda şahit olduğu önemli hadiseler,
Türkiye AB önemini, AB üyesi olmasının hayatiyetini net bir şekilde
ortaya koydu. Küresel Arap krizi, Suriye ve Mısır meseleleri gibi
çok daha gelişme, AB’nin Türkiye’ye olan ihtiyacını hepimizin
görmesini sağladı.
Artan nüfusa rağmen işsizlik azaldı. Türkiye ekonomisinin en önemli
sorunlarından olan yüksek enflasyon artık geride kaldı. Borçlanma
faizleri düştü. Borçluluk oranı ciddi şekilde azaldı. Bütçemiz
sarsılmaz bir disipline kavuştu. Bankacılık mali alanda yapısal
reformlar gerçekleştirdik. Türkiye’deki demokratikleşmenin önündeki
en büyük engellerden biri terör meselesiydi. Sosyal maliyeti kadar
bir de ekonomik maliyeti vardı. Ayrıca terör sağlıklı bir ortamda
reform yapılmasını da engelliyordu. Yoğun gayretlerimiz neticesinde
terör meselesi bir çözüm yoluna girdi diyebilirim. Son bir yıl
içerisinde Türkiye terör nedeniyle kayıplar yaşanmıyor.
DEĞİŞTİRİLMEK İSTENDİ
Bir başka engel de vesayet sistemi, devlet içine sirayet eden çete
ve örgütlerdi. 11 yıl verdiğimiz yoğun mücadelede sorunların çözümü
için önemli adımlar kaydettik. 17 Aralık’ta ekonomiye demokrasiye
yeni bir saldırı yapılmak istendi. Devlet kurumlarına sirayet etmiş
bir örgütlü yapı kullanılarak Türkiye siyaseti yeniden dizayn
edilmek istendi. İstikameti değiştirilmek istendi. Kararlı ve dik
duruşumuz sayesinde, halkımızın desteğiyle bu saldırıyı da etkisiz
hale getirdik.
Açıkçası 30 Mart’ta demokrasinin istikrarın özellikle de siyasetin
çok büyük bir zafer elde edeceğine, eski Türkiye’yi artık kapatıp
yeni Türkiye çağını başlatacağına inanıyorum.
VESAYET ODAKLARI VAZGEÇECEKLER
Çözüm sürecinin bütün sorunların ortadan kaldırılmasına yönelik
çözüm aracının siyaset olduğu herkes tarafından kabul edilecek. Biz
hükümet olarak 11 yıldır Türkiye’nin normalleşmesine yönelik,
Türkiye’yi AB standartlarına kavuşmanın mücadelesini veriyoruz. Çok
sayıda engelle provokasyon ve sabotajla karşılaştık. Reform
sürecini engellemek yada yavaşlatmak için hükümetimize çok sayıda
tuzaklar kuruldu. En son 17 Aralık tuzağının bozulmasıyla, vesayet
odakları vazgeçecekler. Bunun da çok önemli bir adım olacağını
artık ben görüyorum.
GELECEĞE HAKSIZLIK OLUR
2023 için çok büyük hedefler belirledik. Önümüzdeki 9 yıl içinde
büyüyen ekonomiyle, barışçıl dış politikamızla AB katılım
sürecimizle 2023 hedeflerimize ulaşacağımızdan hiç şüphem yok.
Türkiye AB ilişkilerinin, yada Türkiye Almanya ilişkilerinin dar
bir çerçevede ele alınmasına biz her zaman itiraz ettik. AB ile
Almanya’nın Türkiye ile ilgili ilişkileri var olan olaylarla
değerlendirilemez. Bunun öncesinde tarihi bir boyutu vardır.
Meseleyi sadece göç inanç ekonomi boyutuyla ele almak, bunu da
popülizmin malzemesi yapmak tarihe ve geleceğe haksızlık olur.
Bakınız şu anda 77 milyona yaklaşan nüfusuyla, dev ekonomisi ve
potansiyeliyle, coğrafi konumuyla Türkiye 21’nci yüzyılın
şekillendirilmesinde varlığını mutlaka hissettirecek bir ülkedir.
21’nci yüzyıl maalesef bir savaşlar yılı oldu. ilk 14 yılında,
lokal kalmakla birlikte çatışma savaş ve terörün dünyayı rahatsız
ediyoruz. Ancak 21’nci yüzyılın, küreselleşmenin de etkisiyle,
işbirliği ve dayanışma arayışlarının öne çıktığı yeni bir döneme
işaret ettiğini görmemiz lazım. Savaşların, çatışmaların, terörün
belli ülkelere ağır kayıplar verdirdiği, belli ülkelere de önemli
kazançlar sağladığı çağ artık kapandı.
TÜM DÜNYANIN BAŞINI AĞRITABİLİYOR
Yerel sorunlar da şu anda tüm dünyaya tehdit teşkil edebiliyor.
Ortadoğu’da herhangi bir ülkenin yaşadığı sorunlar, artık
sadece o ülkenin sınırları içinde kalmayıp tüm dünyanın başını
ağrıtabiliyor.
Örneğin Filistin meselesi, Ortadoğu’dan başlayarak tüm dünyayı
etkileme potansiyelini içinde barındırıyor. Böyle bir çağda, iş
birlikleri, dayanışma platformları, daha fazla hayatiyet arz
ediyor. Bu anlamda özellikle de Türkiye, bölgesel ve küresel
meselelerde tecrübesinden istifade edilebilecek bir ülke
özelliğiyle öne çıkıyor.
Filistin’e sırtımıza dönebilirdik. Mısır’daki darbeyi görmezden
gelebilir susarak bu askeri darbeyi biz de onaylayabilirdik.
Suriye’ye sırtımızı dönebilir, sınırımıza yığılan mazlumlara
tepkisiz kalabilir, onları zalim Esed2in bombalarına terk
edebilirdik. Rejim tarafından işlenen insanlık dışı cinayetleri
gösteren, 55 bin kare fotoğrafı görmezden gelebilirdik. Şu anda
Suriye içinde, bir şehrin topyekûn cezalandırılmasını, açlık ve
sefalete terk edilmiş olmasını hiç duymayabilirdik. Biz bunu
yapmadık, yapamadık, yapmayız. Tarih bize bunu yapma hakkı
vermiyor. Coğrafya bize bunu yapma imkanı tanımıyor. Bütün bunların
ötesinde, insani ve vicdani değerler bize böyle bir tepkisizlik
hakkı asla vermiyor. Haksızlığa sessiz kalmanın mutlaka bir bedeli
vardır.
TARİH BİZE GÖSTERDİ
Tarih bize gösterdi. Sınır örerek, mayınlar döşeyerek harici
tehlikelerden emin olamazsınız. Bir ülke ne kadar korunaksız olursa
olsun, dışarıya ilgisiz olarak ayakta kalamaz. Küresel sorunlara
küresel cevaplar üretmek 21’nci yüzyılın kaçınılmaz gereğidir.
Birileri çıkıp Filistin meselesinin Avrupa’ya hiçbir bedelinin
olmadığını iddia edebilir. Bu mesele vicdanlarda adalet duygusunun
sarsılması gibi bir maliyet de ortaya çıkarmıştır. Mısırda yapılan
darbenin orta ve uzun vadede en azından vicdanlara ödeteceği bir
bedel açıktır. Suriye için de ödeneceğini hatırlatmak isterim.
Suriye’de, Avrupa’nın yanı başında, 21’nci yüzyılın en büyük
insanlık trajedisi yaşanıyor. 150 bine aşkın kayıtlı, bir o kadar
da kayıtsız var. 300 bine ulaşan bir ölüm. 7 milyona varan bir göç
söz konusu. 700 bine yakın Suriyeli bizim ülkemizde, 220 bini çadır
ve konteynır kentlerde kalıyor. Ama bakıyorsunuz, bırakın Suriye
için adım atmayı, mülteciler için dahi çok kısıtlı yardımlar
yapılıyor. Bizim 2 milyar doları aşkın yatırım oldu, ama bize
dünyadan gelen yardıma baktığınızda maalesef 130 milyon dolar.
Ortadoğu’da vicdanlar yaralandıkça bunun tüm dünyaya bedeli de ağır
oluyor. Türkiye olarak 21’nci yüzyılın insani değerlerin damgasını
vurmasını yürekten arzuluyoruz.
Burada son olarak şunu da vurgulamak isterim. Türkiye ile Almanya
çok uzun bir tarih diliminde önemli iş birlikleri sergilediler. Şu
anda Almanya Türkiye’nin en fazla ihracat yaptığı ülke. İthalatta
da ikinci konumda. Turist sayısında Almanya birinci sırada. Beş
milyonu aşkın Alman vatandaşı ülkemizi ziyaret ediyor. Şu anda
Norveç öne çıktı. Yerleşik olarak da Norveç halkı birinci, Almanya
ikinci sırada. Artık halklarımızın kaynaşma süreci çok daha farklı
konumda. Böyle bir yaklaşımın olduğu iki ülkenin geleceğe yönelik
atacağı adımların da çok anlamlı olduğunu görüyorum. Türkiye’ye
yerleşen alman turistler kendilerini ikinci evlerinde
hissediyor.
EN BÜYÜK DESTEĞİNİ GÖRMEK İSTİYORUZ
İkinci üçüncü ve dördüncü nesillerle artık alman toplumunun önemli
bir unsuru haline geldiler. İlişkilerimizi iş birliğimizi daha da
ileri seviyeye taşımak için gayretlerimiz kesintisiz olarak
sürecek. Almanya’dan AB sürecinde en büyük desteğini görmek
istiyoruz. Sadece Almanya’da yaşayan Türklerin nüfusunun bir çok
Avrupa ülkesinden fazla olduğunu hatırlatmak isterim. Türkiye
reformlarını kesintisiz olarak sürdürecektir.
SORU-CEVAP
Faiz oranının yoğun artışı Türkiye’de bir krize neden olabilir mi?
Yolsuzluk soruşturmasıyla ilgili Türkiye’de güvenin tesisi için
neler düşünüyorsunuz?
Dünyada özellikle 2012 – 2013 değerlendirdiğimizde bir ekonomik
krizin olduğu ortada. Bu kriz esnasında Türkiye mali disipliniyle
zaten bu ekonomik krize, aynı şekilde krize giren bir ülke olarak
bu süreci yaşamadı. Bizler istikrar ve güven sayesinde aynı
kararlılıkla yüzde 4 gibi bir büyümeyi ortalama olarak bu 2013’ün
ilk üç çeyreğinde yakaladık, dördüncü çeyreğin neticeleri yok ama,
3,8 ile bunu tamamlayacağız. Ki 3,8 de şu anda dünya geneline
baktığınız zaman ilk beş içerisinde yer alıyor. İlk beş içerisinde
yer alması da Türkiye’nin nerede olduğunu göstermesi bakımından çok
çok önemli. Bir şeyi özellikle ifade etmem lazım. Bu son 17
Aralık’ta yaşanan olaylarla ilgili çok ciddi dezenformasyonun
etkisi altında olduğunuzu görüyorum. Türkiye’de bir yolsuzluk
olayının olduğu, bunu eğer kişisel olarak değerlendiriyorsan bu
ayrı bir konudur. Ama bunu yönetimde bir yolsuzluk olayı olarak
değerlendirirseniz bu yanlış bir tespittir.
Biz Gezi olaylarını yaşadık. Gezi olaylarının olduğu mayıs ayında
önce nelerin olduğunu bilmenizi isterim. Örneğin o ay içerisinde
Türkiye üçüncü havalimanı ihalesi denilen ve yıllık yolcu
kapasitesi 100 milyonun üzerine çıkan, dünyanın ilk üç havalimanı
arasında yer alacak bir ihaleyi gerçekleştirdi. Bunun maliyeti 42
milyar dolar. Buna devlet olarak biz bir kuruş para koymuyoruz.
Sadece 20 yıl kullanım hakkını veriyoruz. Her şeyi kendileri
harcayacaklar. Beş Türk ortağın bir araya gelerek yapacağı bir
havalimanı olayın.
Yine aynı süre içerisinde 2,5 milyar dolara mal olarak bir üçüncü
köprüyü yaptırıyoruz. İstanbul İzmir arasında yapılmakta olan ve üç
saate düşürecek olan bir otoyol. Ve bunun üzerinde dünyanın sayılı
asma köprülerinden birisi kuruluyor. Bu arada yine Marmaray’ın
açılışının yapıldığı bir ay. Yüksek hızlı trenin aynı sürece
rastladığı bir süreçte ortaya böyle bir şey çıkıyor.
Ortaya çıkan olayda ne var? deniyor ki, burada çevrecilik açısından
bir adım atılıyor. Neymiş o? 12 ağaç oradan sökülüyor, başka yere
dikiliyor. Bu gerekçe gösterilerek bu tür adımlar atılıyor. Bunlar
tabi çevreci bir iktidara karşı aslında sadece dereyi
bulandırmaktan başka bir şey değildi. Zira bizim 2 milyarı aşkın
fidan ve ağaç diken bir iktidar olduğumuzu dostlarımızın bilmesi
lazım. Tüm esnafın halkın cam çerçeve ticarethanelerini böyle bir
noktaya getirmek herhalde demokratik bir tavır değildir.
Demokraside haklar sandıkta aranır. Hiçbir zaman molotofla sopayla
aranmaz diye düşünüyorum.
Bir ülke ihracatını 36 milyardan 152 milyar dolar acıkan bir
iktidar yolsuzluklarla buraya gelebilir mi? Diyoruz ki bakın 3
Kasım 2002’den bu yana üç genel seçim, iki yerel seçim, iki
referandum yaşadık. Başarıyla çıktık. Şimdi 30 Mart’ta yine bir
seçim yapacağız. Eğer halk bizi burada birinci parti olarak
çıkartıyorsa, demek ki bu iktidar dürüsttür.
Tabi ki hasımlar olacaktır, sevmeyenler olacaktır. Bu da
demokrasinin güzelliğidir diye düşünüyorum.
Çok doğrudan bir soru. Siz Türkiye’nin insani hedeflerinden
bahsettiniz dış politikada. Bu Türkiye’de polisin, gezi parkındaki
göstericilere karşı nasıl bağdaştırabiliriz? Siz demokrasinin
seçimler sandık üzerinden geçer dediniz, fakat seçimler bir
çoğunluğun, AK partili bir çoğunluk. Ama toplum içerisine onu
seçmeyenlerin de dahil edilmesi gerekiyor. Bu güçlerin seçimler
esnasında diyaloğa nasıl katmayı düşünüyorsunuz?
Demokraside şüphesiz ki azınlıkların haklarını korumak esastır. Ama
orada çoğunluğun tek başına iktidar yaptığı bir yönetimi de
azınlığa hiçbir zaman ezdirmemek en doğal haktır. Öyle kalkıp da
biz çoğunluğun azınlığa egemen olmasını istemesek de, azınlığın da
çoğunluğa baskıcı egemen, şiddete başvurmak suretiyle evet
diyemeyiz.
DEDİLER Kİ HAYIR
İSTEMEYİZ
Şimdi gezi olaylarını söylüyorsunuz. Siz Frankfurt’taki,
Hamburg’daki eylemler yaşandı. Bizim polisimizde mukayese
edilemeyecek şekilde görüntüler yaşandı. Bu görüntüler benim elimde
var. Bunları nereye koyacaksınız? Orada gezi mezi olayı da değil.
bakın Taksim’de çok farklı düşüncelerim vardı. Türkiye’de, bir tane
opera binası yoktur. Taksim’de bir kültür merkezini opera binası
yapma hevesi vardı. Bunu bizim iktidarımız yapacak diye, dediler ki
hayır yaptırmayız dediler. Burası deprem tehdidi altında bir yer.
Gezi parkı denilen yeri, kışlaydı. Büyük şehirlerde müzeler vardı.
Biz aynı kışlayı inşa edelim, bunun üzerine şehir müzesi haline
getirelim istedik. Dediler ki hayır, istemeyiz. Şimdi bu özellikle
geçmiş dönemlerde kominist rejimlerde olan yaklaşım biçimiydi. Yeni
bir şey yapacaksanız buna her zaman karşı çıkarlardı. Biz bunları
yapmak istiyoruz.
BİZ BUNUN ADIMLARINI
ATTIK
Hiçbir iktidarın yaptığını biz yaptık. Nedir? Ne kadar gayri
menkulleri varsa, vakıflar genel müdürlüğüne devredilmişti. Biz
bunları meydana çıkardık. Şu ana kadar 2,5 milyar TL değerindeki
gayri menkullerini biz devrettik. Mor Gabriel kilisesi bir sorundu
biz çözdük. Sümela Manastırı kapalıydı, biz açtık. Tarsus’ta biz
açtık. Azınlığın haklarını korumak budur. Biz bunun adımlarını
attık.
Bölücü terör örgütü ve yanlı terör örgütleriyle adımlar varsa,
müsaade edin de güvenlik güçleri yapılması gerekenleri yapsın.
Bunlar da hiçbir zaman standartların dışında değildir.
Burada tabi protestoların ilginç yönü, gösteri yapanlar,
seçmenleriniz arasında da vardı. Tabi ki katılım konusunda da bütün
medyalarda tartışılan konular var. Mesela halkın, sadece hükümetin
hediyelerini kabul etmek değil de, şehrin politikalarına katılım
sağlamalarını hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bize bu tür politikalara katılmak için gelenlerin teklifleri
gördük. Onların tekliflerinin dışında, adeta kanun yapıcı noktada
kendilerini görme, yani yasama organının yapması gerekenleri,
kendilerini yükselttiğini görüyoruz. Bir şehrin vatandaşın öyle
taleplerde bulunur ki, bunun bir kabul edilebilirliği olur. Ama bu
yoksa, bu konuda yetki kimdedir? O şehrin meclisindedir. O şehrin
meclisi bununla ilgili kararı alır. Fakat çok daha farklı şekilde,
eğer merkezi yönetimi bu ilgilendiriyorsa, federal meclisi
ilgilendiriyorsa, burada da yasama organı bununla ilgili adımı
atar.
Eğer halkın iradesine saygı duyacaksak, halk ne dersek o olacaksa,
o zaman biz yasama organının çıkaracağı bu yasalara uymak
zorundayız. Burada halkın iradesini kazanamayanların, halkın
iradesi üzerinde şiddetle egemenlik kurmayı gerektiriyor ki bu
demokrasilerde kabul edilemez.
PARALEL YAPI OLUŞTURULMUŞ
Belli yapılardan bahsettiniz. Gülen hareketinden sanırım
bahsediyoruz. Paralel yapı oluşturulmuş. Bir nevi onları
desteklediğinizi anladım ben. Gülen hareketi yardımcı oldu. askeri
hareket için yardımcı olduğunu düşünüyorum. Eğitim reformunu
hükümetiniz gündeme getirdi. Acaba şu anda müzdarip olduğunuz ve
karşı durduğunuz, hem yargı hem emniyette olan bu sistemi hükümet
olarak siz ortaya koymadınız mı? (Internationale Politik
Dergisi’nin Genel Yayın Yönetmeni Dr. Sylke Tempel.)
Şu anda mevcut sistem belli bir hareketin grubun oluşturduğu
bir sistem değildir. Bu tüm Türkiye’de çeşitli STK’ların ortaya
koymuş olduğu düşünceler neticesinde oluşturulan bir yapıdır. En
son mesela referandum yüzde 58’le çıkmış bir referandumdur. Bunun
içerisinde her grup var. burada belli bir grup söz konusu
değil.
NEREDEN ÇIKARSA ÇIKSIN...
Özellikle de yargı ve yürütmenin güvenlik ayağında, belli bir
paslaşmanın olması, bu paslaşmayla birlikte hükümete karşı devlete
karşı bir eylem oluşturulması söz konusudur. Böyle bir adımın
atılmasına tabii ki sessiz kalınması mümkün değildir. Bu bir
başkası da olabilirdi. Daha önce mafya çete bunlar bunu yapmak
istediler. Bu işin Türkiye’de mafya çete ayağını çökerten bir
iktidarız biz. Daha sonra da bu tür örgütlenme ortaya çıktı.
Nereden çıkarsa çıksın. Bunun önünde dershaneler meselesi vardır.
Bizim tavrımız, artık devletin okulları vardır, kolejler vardır.
Yani koleje para ödeyecek, dershaneye para ödeyecek. Benim
vatandaşım devletin okulu varsa bunlar niye var diyor. Bunlar
yanlış şeylerdi. Bunlara bizim müsamaha etmemiz mümkün değildir.
Belli bir süre verdik. Burada ciddi bir rant söz konusuydu. Siz mi
böyle yapıyorsunuz diyerek böyle bir süreç başlatıldı.
Böyle bir sürece bizim müsaade etmemiz mümkün değil. yargıdaki
paralel yapılanma, diğer kurumlardaki yapılanma, özellikle şu anda
farklı bir sürecin içerisinde girecektir. İşin en çirkin boyutu
şudur. Şantajlarla, ortam dinlemeleriyle, bütün bunların yanında
görüntülemeyle, bir çok güvenlik mensupları yargı mensupları tehdit
altına alınmıştır. İş adamına hareket etme, etmediğin takdirde
elimizde belgeler var. onları ifşa eder. Bunu bakan
arkadaşlarımıza da yaptılar. Dolayısıyla biz de diyoruz ki,
böyle bir şeye bizim asla müsaade etmemiz mümkün değil. bedeli ne
olursa olsun bu iş çözüm kavuşturulacaktır. 30 Mart bunun dönüm
noktası olacaktır. Bunu da açıkça ifade ediyorum.
TUTUKLU GAZETECİLER
Bu paralel yapıları açığa çıkarmak gerekiyorsa, serbest çalışan bir
medya önemli değil mi? En fazla tutuklu bulunan gazeteci Türkiye’de
görünüyor.
Yani başbakanına her türlü hakareti yapabilen medya Türkiye’de var.
Ailesine her türlü hakareti yapabilen medya Türkiye’de var. şu anda
en çok içerde dediğiniz Türkiye’de, normal basın mensubu parmak
sayılarını geçmez. Diğerleri, büyük bir çoğunluğu terör
örgütleriyle, ya silah yakalatmıştır, ya eylem hareketindedir.
Bunlar hep sizlere dezenformasyonla aktarılan bilgilerdir. Geçen
işte Brüksel’de rakamlarıyla hepsini açıkladım. Normal sarı basın
kartı olanların sayısı 5 veya 10 sayısında. Yani AB ülkelerinde,
gerçek manada basın mensuplarının çok çok üstünde şu anda tutuklu
olduğunu biliyoruz. Bu noktalarda kaynağından incelersek çok daha
isabetli olur diye düşünüyorum.
MUHABİRLERDEN BİLGİ ALMAK ÖNEMLİ OLABİLİYOR
Bazen muhabirlerden de bilgi almak önemli
olabiliyor.
Tabi sınır tanımayan muhabirler gerçekten sınır tanımıyorlar. Ne
sınırdır? Bunu bir defa öğrenmemiz lazım. Bu sınırın çalışması çok
önemli. Sınır tanımazlık hukuk dışı olursa o bizim için geçerliliği
yoktur.
21’nci yüzyılın önemli trajedilerden bahsettiniz. Türkiye
insani yardımın çok önemli kısmını yüklendi. Türkiye nasıl bir rol
oynamak istiyor? Neyi harekete geçirmek istiyor? Bu trajediyi
azaltmak için? İran’la bağlantılı olarak bir rol oynayabilir mi
Suriye’nin çözümü konusunda?
Biz BM Güvenlik Konseyi’nin ne daimi ne geçici üyesiyiz. Bütün olay
daimi üyelerdedir. Daimi üyelerden bir tanesi istediği gibi BM
Güvenlik Konseyi’ni bloke eder. Burada bir insanlık trajedisi
yaşanıyor, ama görüldüğü gibi Rusya ve Çin bunu bloke ediyorlar.
Alınan bir mesafe var mı? Yok. Şu anda BM Mülteciler Komiseri,
Avrupa’ya Suriye’den mülteci almasını istiyor. 30 bin Suriyeliyi
alması noktasında bir talep de bulunuyor. 30 bin Suriye’yi bile
Avrupa kabul edemiyor. Biz de ise şu anda 700 bin Suriyeli var.
peki şimdi şunu sormak benim hakkım değil mi? Ey Avrupa siz burada
insani olarak, vicdani olarak böyle bir tabloyu, hele hele 55 bin
fotoğraf karesini gördükten sonra, yaşayan insanları kimyasal
silahlara, varil bombalarına nasıl teslim edersiniz? Sizlere düşen
bazı görevler yok mu? Hala bu insanları kabul etmemek, böyle bir
imkan tanımamak, soruyorum acaba vicdani midir?
KENDİLERİNE DEDİM
Kİ...
Peki bu konuda BM Güvenlik Konseyi’nin attığı bir adım var mı? Yok.
Ve bakın şu anda beş üyenin beşi de, Cenevre 1’de de durumu gördük,
Cenevre 2’de de durumu görüyoruz. Herkes birbiriyle farklı
çekişmelerin içerisinde. Türkiye olarak biz bütün bu güçlüklerin
içinde, geçen hafta İran’daydım. Söylenen bir şey var. nedir? Önce
terör örgütlerini temizleyelim. Kendilerine dedim ki “Sivri sinek
öldürmekle bataklığı kurutamazsınız.” Önce bunun kuruması lazım, o
bataklık zalim Beşar Esed’dir. Bu alındıktan sonra burada hemen
seçimlere gidilmesi lazım. Burada bu baas rejiminden kurtulunması
lazım. Bir taraftan da terör örgütleriyle mücadeleyi hep birlikte
yapalım. BM olarak gereken müdahaleyi yapalım.
Esed giderse onun yerine kim gelecek? Kendilerine şunu söylüyorum.
Halk kimi isterse onu gelecek. Liderler büyük olayları doğurur,
bazen de büyük olaylar büyük liderleri doğurur. Olaylar var ortada,
inanıyorum ki bu olaylar Suriye’de liderini doğurur. Olaya böyle
bakmamız lazım. Süratle BM Güvenlik Konseyi görevini yapması lazım.
BM Güvenlik Konseyi dünya barışına yönelik görevini ifa etmekten
çok açık uzağa düşmüştür.
Suriye ile ilgili olarak Lavrov, dinledik. Esed’in
gitmesiyle ilgili çok da istekli olmadığını duyduk. İran Dışişleri
Bakanı buradaydı. İranlılar açısından bir sivrisinek değildir.
Türkiye bölgesel oyuncu olmak istiyorsa, Türkiye’nin etki yapması
bakımından, bütün taraflar olarak bunları bir araya getirerek uygun
çözüm için ne yapabilir?
Tabi bizim görevimiz, gerek şahsım, gerek dışişleri bakanım,
yapmamız gereken şey nedir, bölgedeki tüm ülkelerle ilişki halinde
olmaktır. Fakat bizdeki kararlılığı bölgedeki diğer ülkelerde
göremiyoruz. Mesela ben Rusya’nın devlet başkanı Putin ile çok
görüştüm. Dışişleri bakanım Lavrov ile bunları çok görüştü. ABD’li
yetkililerle çok görüştük, Obama başta olmak üzere. Fransa ile
İngiltere ile, sizin yetkililerinizle de çok görüştük. Kararlı
duruş çok önemli. Bize düşen sadece 700 bin Suriyeliye biz
kapılarımızı açtık. Biz ancak bunu yapabiliriz. Ben sayın Putin ile
görüştüğüm zaman ben Beşar Esed’in avukatı değilim diyor,
değilseniz gerekeni yapalım. Ama gereği yapılmıyor. Biz işi
kovalıyoruz. Atacağımız adımlarla inşallah olumlu bir neticeye
bölge barışını yakalamaya muktedir oluruz.
HÜRRİYET İNTERNET SİTESİ