Esra Erol: "Başarımı eşimin desteğine borçluyum"

Esra Erol, 10 yıldır ilmek ilmek işlediği kariyerinin ilk yıllarında büyük zorluklar çekmiş, yılma noktasına gelmiş bir isim...

Esra Erol: "Başarımı eşimin desteğine borçluyum"
"Param yokken de çok mutluydum.."

Sabah'tan Sonat Bahar'ın röportajı...

- Hayatında geriye dönüp baktığında ilk aklına gelen kare hangisi?

- (Uzaklara dalıyor) Anadolu Yakası'nda kız kardeşim Bihter'le yaşıyordum. O, üniversiteye hazırlık kursuna gidiyor, sözde ben de ona bakıyordum. Ama işsizim, parasızım, kiramı ödeyemiyordum. Bunu itiraf etmekten utanıyorum ama faturamı ödeyemediğim için elektriğimi kesmişlerdi ve ben iş aramaya çıkarken kabloları birbirinden ayırıp, akşam birbirine bağlıyordum. O kadar sıkıntılı bir dönemdi ki; kirayı denkleştireyim derken su faturasını ödeyemiyordum, suyu ödemeye çalışırken elektrik faturası kalıyordu. Babamlar Kütahya'daydı o dönem. Onlardan para istemeye de utanıyordum. Zaten o da memur olduğu için bir noktaya kadar destek olabiliyordu. Babam bana "Geri dön, bu mücadeleden vazgeç Esra" diyecek bir adam da değildi.

- Neyin mücadelesi içindesin o dönem?
- Televizyoncu olmanın.... 2003 yılında oluyor bunlar... Belli bir maaşla televizyonda çalışıyordum aslında ama bir kariyerim falan yoktu. O dönem düzenli maaş alıyorum diye kız kardeşimi de yanıma almıştım. Ama işler tepetaklak gitti, işsiz kaldım. Bihter'le o süreçte çok ciddi sıkıntılar yaşadık ama çok mutluydum (ağlıyor)... Çünkü iş görüşmesine gidiyordum, görüşme kötü geçiyordu ama Bihter'e diyordum ki, "Bir salçalı makarna yapsak, yanına da yoğurt koysak yesek." İçimde garip bir coşku yaşıyordum. Oturup izlediğim bir dizi film ya da okuduğum bir kitap beni mutlu ediyordu. Basit şeyler... Varlık ve yokluk anlayışım yok benim. Ruhen ayakta duran güçlü bir karakterim var. Ruhen mutluysam hayatta her şeyi yapabilirim. Ardı ardına sıkıntılar geliyordu ama tek hatırladığım salçalı makarnayı yanında yoğurtla yediğim mutluluk anları... Bir de çok dua ederdim.

- Ne diye dua ederdin?
- Para için hiç dua etmedim. "Allah'ım bana hayırlı kapılar aç, hayırlı insanlarla karşılaştır" diye dua ediyordum. Bir iş görüşmesine giderken de "Hakkımda hayırlısıysa, nasip ettiysen olsun" derdim.

BENİ HEP KENARA İTTİLER

- Ne kadar sürdü bu zorluk dönemi?

- İki-üç yıl sürdü. Çok reddedildim. Şimdi diyorlar ya; "Ayyy ne kadar başarılı bir televizyoncusun, ne kadar başarılı bir ekran yüzüsün..." Bir de o zamanlar sor. Sunuculuk için gittiğim tüm görüşmelerde reddedildim. Demo çekimleri yapıldı, hep beni ötelediler, kenara ittiler. Bu beni hırslandırmadı... "Başka bir iş yapayım, bende o ışık yok" diye çok düşündüm.

- Kimse sendeki ışığı görememiş...
- Çünkü orada canlı yayın şansım yoktu. Oysa ben canlı yayında, olduğum gibiyken başarılıyım. Sanallık beni yapaylaştırıyor. Görüşmeye gidiyorum "Daha sarışın, daha farklı birini arıyoruz" diyorlar... Başka yere gidiyorum, çok güzel kızlar var sırada bekleyen. Ben askeri pantolon, örgülü saçlarla fazla sönüğüm. Çünkü "Dışımın bir önemi yok. Ruhumun, enerjimin önemi var" diye düşünüyordum. Meğer her şey görsellikmiş (gülüyor). Şu dokuz senede yeni yeni kendimi buldum. Saçım, makyajım, tarzım ancak oturuyor. Ama bunları yıllar içinde hiç önemsemedim. Bana göre önemli olan ekranda yaydığım enerjiydi. Meğer tüm bunların hepsinin tam olması gerekiyormuş... Oysa o yıllarda derdim ekran önünde olmak değil, bir iş bulup kiramı ödemekti.

BAZI İNSANLARI RAHATSIZ ETTİM

- Televizyondan başka seçeneği de zorlamamışsın sanırım.
- Televizyon için doğduğumu düşünüyordum. Başka hiçbir meslek beni bu kadar tatmin edemez, edemiyor da. Başka işler de denedim ama hepsi ters tepti. En son BJK TV'den de olumsuz cevap aldım, pes etmek üzereydim. O sırada Flash TV'den aradılar. Allah oradan bir kapı açtı ve bu günlere kadar geldim. Ama bakıyorum da; benim ki şans sanırım...

- Sadece şans mı gerçekten?
- Şans ama şöyle; çok hedefe yöneliktim. Enerjimi hiç dağıtmadım. Tek istediğim şey program sunuculuğu yapmaktı. Ünlü olayım, şöhret olayım diye değil, sevdiğim için. O şans kapısı açıldı ama kapıdan girince koşa koşa gittim ben. "Daraldım, yoruldum, bunaldım, çok çalıştım" demedim. Yılmayacaksın, pes etmeyeceksin, yorulmayacaksın. Her seferinde "Ne kadar güzel yoruldum şükürler olsun" diyorum. İnsanlar sevmedikleri işlerde, mutsuz oluyorlar ve psikolojik olarak yoruluyorlar.

- Flash TV'de olduğun dönemde, büyük kanalların televizyon starı olacağın aklına gelir miydi?
- Hiç bunları düşünmüyordum. Programı yapıyordum, eğleniyordum, bitiyordu. Sonra inanılmaz dönüşler olmaya başladı. İnsanlar beni izlerken eğleniyorlar, birbirlerine söylüyorlardı. Bu reytinglere yansımaya başladı. Kariyerimi yürütmeye çalışırken, sektörde var olma savaşı içine girdim.

- En zor sektörlerden biri televizyon. Kıskananı, çekemeyeni, arkadan oyunları var... Hayal kırıklığına uğratan insan çok mu?
- Kendimi koruma biçimim, kendi dünyamı yaşıyor olmak. Bağlı olduğum değerlerden, bağlı olduğum insanlardan uzaklaşmamak. Kalabalığı severim ama kendi dünyamda da bir o kadar kalabalıktan uzak olurum. Bu anlamda kendimi korudum. Genç yaşta yeni bir ekran yüzü olduğum için rahatsızlık verdim bazı insanlara...

KOCAM SAYESİNDE BURADAYIM AMA YOLA TEK BAŞIMA ÇIKTIM

- Tüm bu mücadeleleri verirken eşinin hayatındaki rolü neydi?

- Kuzum hep yanımdaydı. Tüm zorluk dönemlerinde hep vardı. Flash TV'deyim, reyting hesabı falan bilmediğim dönemler. Ali'yle yemekteyiz, kanaldan arıyorlar reyting sonuçlarını söylüyorlar. Not alıyorum anlamaya çalışıyorum. Ali birkaç kez şahit oldu, sonra yorumlamaya başladı. Sonra reyting matematiğini çözdü. O süreçte de, "Esra sen yürü, benim sana destek olabileceğim noktada buradayım" derdi. İnsanlar hep "Kocası sayesinde oldu" diyor. Kocam sayesinde buradayım ama bu yola tek başıma çıktım. Ali bile bu işlere başladığımda bana inanmıyordu. Sonra baktı ki, bu iş gidiyor, destek olmaya başladı.

- Nasıl destek oluyor?
- Anlatacaklarım destek mi, köstek mi tartışılır; hiçbir zaman nazlanmama, darlanmama, kendimi bırakmama müsaade etmedi. "Tatil mi yapsam?" dediğimde; "Ne tatili işine git" dedi. Beni sürükleyen ve gaza getiren kişi o.

- Birbirinizi zorluk döneminde bulmuşsunuz. Her tür mücadeleyi birlikte vermeniz sizi kenetledi mi?
- Ali'yle 2005 yılında tanıştık. Onun hayatında yaşanmışlıklar vardı. Benim var desem yalan olur. Ali'yi gördüğümde aşık oldum. Konuşmayı çok sevmeme rağmen onun yanında sessizken çok mutluyum. Kendi hayatımda o kadar sıkıntı, baş etmem gereken sıkıntı varken, onun yanındaki sessizlikte huzur buluyordum. Biz sessizliğimizi paylaşırız onunla. En sıkıntılı zamanlarda birbirime inanılmaz kol kanat gereriz.

- Şimdi nasıl bir ruh halindesin?
- Büyüdüm. 33 yaşımdayım. Olgunlaştım. Her sabah uyandığımda "Allah'ım ben iki çocuklu bir anne miyim?" diyorum. Eskiden "İyi geceler" demek için bir odaya giriyordum. Şimdi iki odaya giriyorum. İki çocuğum da birbirinden farklı huya, karaktere sahip. Ciddi bir bölünmüşlük yaşıyorum. "İdris Ali'ye haksızlık mı ettim acaba?" dediğim zamanlar oldu (ağlıyor). Bir gün Ömer'i emzirirken, İdris Ali okuldan geldi. Bir bakışı vardı bana... Orada eriyip bittim. Şu an içinde bulunduğum ruh hali yorgunluk galiba... Bir bebek dünyaya getirdim, iş var, eşim var, kendi hayatım var... Ama çok şükür, hamdolsun. Sevdiklerim yanımda daha ne olsun.

İNSANLARA SAHİP ÇIKMAK KİŞİYİ GÜÇLENDİRİR

- Nasıl dinlenirsin? Hafta sonların nasıl geçer?

- Hafta sonu mutlaka İdris Ali'yle bir programımız olur. Arkadaşlarımla buluşacaksam ya çocuklarla olur ya da eve çok yakın bir yerlerde olur. Biz evde olmayı tercih ediyoruz. Ali'yle en güzel hafta sonu aktivitemiz yemek yemek ya da evde film izlemek. Hayattaki en büyük lüksüm masaj yaptırmak. Akrabalar gelir gider... Bankada çalışan bir kadın gibiyim. Ama sosyal hayatım yok! Tamamen çocuğa ve aileme yönelik olur tüm programlar... En büyük aktivitem; çok yakın bir kız arkadaş grubum var, onlarla buluşmak.

- Medyadan değil sanırım...
- Hayır. Hiçbiri değil. Hamileliğimin son haftalarında ben yayındayken en yakın arkadaşlarım mobilyaları yerleştirdiler. Bebeğin eksiklerini tamamladılar, perdeleri astılar, odayı hazırladılar. Ben prensesler gibi uzaktan fotoğraf gören biriydim. Yayından çıkıp eve gittim, sabah doğuma gideceğim. Hepsi geldi, gece yarısına kadar benimle oturdular. Heyecanlı olduğumu düşünerek yaptılar bunu. Doğumda yanı başımdaydılar. Böyle geçiriyorum zamanı.

- Sadeleşmek insanı daha mutlu mu kılıyor?
- Kesinlikle. Ama ben zaten çok sade yaşayan biriyim. Soslu makarna yediğim günlerle bugünler arasındaki tek fark evimin metrekaresi büyüdü, etrafımda bana yardım eden insanların sayısı çoğaldı. Ama pazara gidilecekse yine ben gidiyorum, evin alışverişini ben yapıyorum. Şu röportaja gelene kadar 10 tane iş halettim. Çok planlı programlı yaşıyorum, her şeyim belli.

- Çok insanın hayatını değiştirdin mi?
- Değiştirdiğimi düşünüyorum. Benimle birlikte 70 kişi ekmek yiyor. Bu işe başladığım günden itibaren benimle yol arkadaşlığı yapan kimseyi yarı yolda bırakmadım. Koordinatörümü, editörümü, makyözümü, kuaförümü, santral görevlisini kimseyi yarı yolda bırakmadım, bana hainlik yapmadıkları sürece... Onlarla birlikte hareket ediyorum. A kanalından b kanalına giderken hepsini birden götürüyorum. Onlara bir söz verdim, onlar benimle birlikte kazanacaklar. Bir karar alırken beraberimdeki 70 kişiyi düşünerek alıyorum. 33 yaşında bir kadınım, 70 kişilik minicik bir fabrikam var.

KENDİMİ HİÇ BOZMADIM

- Oysa bize bireysel olma hali çok pompalandı. Sürekli, "Ben" der haldeyiz...
- Valla ben hiç 'ben'i yaşamadım. Ne demek olduğunu bilmiyorum. Dışarı döndüğünde, insanların hayatına baktığında onların yaşadıkları sıkıntıları görüp, bir şeyler yapabiliyorsan ne mutlu. O zaman daha inançlı oluyorsun. Ailene sahip çıkacaksın, kocanla olan ilişkini önemseyeceksin. Çocuklarına sahip çıkacaksın, çocuklar hayattaki en büyük sorumluluğun. Annene babana sahip çıkacaksın. İş arkadaşlarına sahip çıkacaksın. Bu sadece parayla alakalı değil. Bu bir güç birliği getirir. O zaman kendini güçlü hissedersin. Ne zaman başım sıkışsa bilirim ki evde 20 kişi var.

- Evlilik programlarının sonu gelirse ne yaparsın?
- Önce bir dururum. "Neredeyim, ne yapıyorum, ne yapmak istiyorum?" anlamaya çalışırım. Hengamenin içinde kendini fazla önemsemeyeceksin. Şans kapısı Allah'ın lütfu, çalışıp didinirsin yer edinirsin. Ama sonraki adımını doğru atman gerekir. Bazen beklemek gerekir. Çok hızlı koşmak insanı yorar. Televizyonculuk yapmak isterim, seviyorum çünkü. Yapımcı da olurum, koordinatör de olurum. Ben bu sektörün her dalını yaparım. Zaten işin her aşamasındayım, sadece süslenip, püslenip ekran karşısına çıkmıyorum. Montaja giriyorum, telefonlara bakıyorum, olayın gidişatını yönlendiriyorum, her şeyi yapıyorum.

- Bir çok popstar var, oyuncu var ama sen bir televizyon starısın. Halkla iç içe bir program yaptığın için mi bu kadar büyük bir kitlen var?
- Kendimi hiç bozmadım. Bundan 10 yıl öncesinde neysem hâlâ oyum. Sadece saçım, başım değişti. Ne ruhum, ne davranışlarım değişti. Sadece daha oturaklı biri oldum, sakinleştim, tolere etmeyi öğrendim. Evlilik hayatım, çocuklarımın olması sabrımı bir derece yükseltti. Ehlileştim yani... Bunu da hissediyor galiba seyirci.

DOĞUMDAN SONRA ÜZERİME ÖLÜM KORKUSU GELDİ

- Çocuk nasıl değiştirdi seni?

- İdris Ali doğduğunda ayaklarım daha çok yerden kesilmişti. Ömer de ise evlat ne demek öğrendim. Hamilelik sürecinin huzurlu geçmesinin ne kadar önemli olduğunu öğrendim. Çok yakın bir zamanda yaşadığım bir şeyi anlatayım; Ömer'e hamileyim, işten eve geldim dinleniyorum. Bir an farkettim ki, bebek kıpırdamıyor. Birkaç saat bekledim hâlâ hareket yok. Başladım ağlamaya. Ali'ye söyledim. Apar topar hastaneye gittik. Ama o yolda yaşadıklarımı bir ben biliyorum, bir Allah (ağlıyor). Dünya durdu. Sürekli kafamda, "Bebeğimi kaybettim, bir şey mi yaptım, çok mu çalıştım" diye kendimi suçladım. Hastaneye gittik, her şey normal... Yorgun olduğum içinmiş. Bu olay çok sarstı beni.

- Daha kaygılı biri mi oldun?
- Ölüm korkusu geldi. Eskiden daha rahat biriydim. Anesteziden çok korktum. Uyuyup uyanamayacağım korkusu geldi bu hamileliğimde (ağlıyor). Son doğumumda anestezinin etkisiyle ameliyathaneye girmek istememişim, Ali'yi bırakmak istememişim. Doğumdan sonra İdris Ali'yle telefonla konuşmuşum, bunları hiç hatırlamıyorum. Sanırım insan çocuğu olunca, kendi ölümünden değil, onları geride bırakma duygusundan dolayı korkuya kapılıyor. Ki ben hiçbir şeyden korkmazdım. Benim adım, "Bir şey olmaz Esra'ydı..." Garip bir şekilde fazla kaygılı biri oldum.

- Her şeyi çocuklarınla mı yaparsın?
- Mesela iki ay tatilim var ya, yedi gün 24 saat İdris Ali'yle olurum. Şimdi Ömer de eklendi. Onlarla vakit geçirmeyi çok seviyorum.

SPOR BİR TARZIM VAR

- En büyük zevkin ne?

- Bir film arşivim var. Her bir DVD'min yeri bellidir. Asla ödünç vermekten hoşlanmam. O filmleri jelatininden çıkarmak bir keyif benim için. Ayakkabı, çanta takıntım yok. Beş gün stüdyoda giyinip, makyaj yapıyorum. Ekrandaki topuklu, süslü kadın değilim. Daha spor bir tarzım var. Herkes moda dergisi alır, ben dekorasyon. Keşke ayda bir evin dekorasyonunu değiştirebilsem. Marketten alışveriş yapmaya bayılırım. Sabah kahvaltısı hazırlamayı çok severim.

- Nasıl yatırım yapıyorsun?
- Benim o işlere kafam hiç basmaz. İnsanlar sanıyor ki, ben tek başıma bu parayı kazanıyorum. Hayır kardeşim! Benimle çalışan insanlar var. Parayla da ilişkim yoktur. Hiçbir zaman çok param olsun demedim. Belki de sır burada. Beni alın dağın başına koyun, üç gün sonra orada yaşamaya adapte olurum. "Şartlarım bu" der, onu yaşarım. Benim için bulunduğum ortam ve an önemli. Memur kafasına sahibim, evimi aldım, arabamı aldım, çocuklarımın geleceği için yatırım yaptım, gerisini Ali halleder. Benim hâlâ yıllar önce ilk maaşımın yattığı bankamatiğim var. Orada param varsa harcarım, yoksa harcamam. Bir yerlere gidip, deli gibi alışveriş yapamam, kasadan onları geçirmeye utanırım.

HERKES EVLENMEYE GELİYOR SONRA "ACABA ÜNLÜ OLUR MUYUM?" DİYOR

- Programda seni en çok şaşırtan olay neydi?

- Yakın zamanda Tahsin Amca geldi. 50 yıl önce bir kızı çok seviyor, kız onu sevdiğini anlamıyor. Bir söz veriyor ona ama tutamıyor. Yıllar geçiyor, 50 yıl sonra verdiği sözü tutamadığı için özür dilemek istedi. Bir insanın 50 yıl boyunca bu vicdan azabını yaşaması çok şaşırtıcıydı. İnsanlar daha dün verdikleri sözleri hatırlamıyor. Tahsin Amca 50 yıl önce verdiği sözün peşine düşmüştü. O kadını bulamadı.

- Programına gelenlerin hepsi evlenmek niyetiyle mi geliyor?
- Herkes önce evlenmek niyetiyle geliyor sonra "Acaba ünlü olur muyum?" diyor. Televizyon programına çıktıktan sonra insanların sizi sokakta tanıyor olması, tepki veriyor olması, hayatınıza dair kararlarınıza karışıyor olması gelen konuklarımı şaşırtıyor. Doğum iznindeyken Nilgün Belgün sundu programı. Yılların Nilgün Belgün'ü o. Programı ona devredeceğimi açıkladığım gün, Nilgün Belgün'ü sokakta insanlar çevirip, "Hayırlı olsun" demiş. Nilgün Belgün de şaşırmış bu reaksiyona ve ilgiye...

- Aile çok önemli bir kavram. Toplumun huzurunun kilidi ailede. İyi bir ailenin sırrı sana göre ne?
- İnsanlar özellikle kadın-erkek ilişkilerinde, hep onlara zarar verecek kişilerin peşinde koşuyorlar. Oysa yan tarafta daha az yakışıklı, daha mütevazı, daha vicdanlı biri var. Ama onu görmüyorlar. Bu nedenle mutsuz oluyorlar. İlişkideki en önemli şey, iyi insanı bulmak. Ben hiçbir zaman "Çok yakışıklı kocam olsun" demedim, "İyi bir adam olsun" dedim. İyi ve vicdanlı insanlar sizi incitmez, sizi korur, sahip çıkar. Hayatınıza da yön verirler. Ben iyi bir adamı seviyorum. Kavga, gürültü, huzursuzluk, mutsuzluk sevmem. Böyle bir adamı bulduğumda ona yapıştım. Biriyle tanıştığında herkes en güzel yüzünü gösterir. Oysa olduğu gibi davranılmalı. Herkes olduğu gibi davranırsa hayal kırıklıkları azalır. Ali'ye birgün "Hep asosyal takılıyoruz, gezelim tozalım" dedim. Bana "Ben hep böyleydim, sana aksi gibi hiç davranmadım" dedi. Evet öyleydi, beklentisiz olacaksın. Fazla beklememeyeceksin, sen de bir şeyler yapacaksın.

Hafif monotonlaşma hissettiğinde, sen harekete geçeceksin. Yemek hazırla, sinemaya git, başbaşa çıkma günü ilan et. Kızdığın zaman konuşmayacaksın, sakinleşmeyi bekleyeceksin. İçinde fazla biriktirmeyeceksin, söyleyeceksin. Kendi hayatımdan yola çıkarak bunları söylüyorum. Başbaşa yemeğe gitme günlerimiz var, eve girdiğimizde bir saat telefonları bırakırız... Böyle kararlar alıyoruz. Ayakta tutmaya çalışmak da bir heyecan. 
Konular Röportaj