Haluk Piyes'in büyük anne sevgisi

Piyes: "Annem bize bakabilmek için günde 16 saat temizliğe giderdi; onu sırtından vuramazdım. Sigara içemez, madde bağımlısı olamaz, milletle kapışıp hapse giremezdim. Anne sevgisi, beni birçok şeyden korudu..."

Haluk Piyes'in büyük anne sevgisi
Sabah'tan Oğuzhan Toracı'nın röportajı...

Yapımcılığını yaptığınız 'Kanımdaki Barut' filminden sonra ikinci filminiz 'Ateş' ile seyirci karşısına çıktınız... Nasıl geri dönüşler alıyorsunuz?

Benim için filmi ortaya çıkarabilmek zordu. Beyazperdede filmimi görmek büyük zevk... İnsanlar şaşırıyor, farklı bir film; geri dönüşler de gayet iyi ama seyirci konuşmaya biraz çekiniyor. Dövüşçü bir oyuncu olduğum için korkuyorlar sanırım. (Gülüyor) Filmde vermek istediğim mesajları herkes almış; tahmin ettiğim yerlerde ağlanmış, gülünmüş...

KÖY ÇOCUĞU GİBİ BÜYÜDÜM

Filminizin evrensel bir hikayeye sahip olduğunu düşünüyor musunuz?

Evet, çünkü muzdarip olduğumuz konular evrensel. Nereden gelirse gelsin, neye inanırsa inansın; bir baba, çocuğuna sevgi vermiyorsa, o çocuk her yerde problem yaşayacaktır.

Sizin çocukluğunuz nasıldı?
Almanya falan diyoruz ama davulun sesi uzaktan güzel gelir. Köln'de otomobil üreten bir fabrikanın kurduğu prefabrik evlerde yaşıyorduk. Mesela beş aile, bir banyoyu kullanıyordu; bize sıra zor geldiği için ben leğende yıkanıyordum. Soba var, sobanın üzerinde güğüm var... Müthişti; kestane falan pişiriyorduk, köy çocuğu gibi büyüdüm. Katolik ilkokuluna gittim, Musevi üniversitesinden hukuk okuyarak mezun oldum. Amerika'daki akıl hocalarım ve ev sahiplerim de Museviydiler. Sağ olsunlar her ay oradan maaş alıyorduk, bana çocukları gibi bakıyorlardı.

ÖZGÜVENİMİ BOKSLA KAZANDIM

Aileniz neredeydi?

Annem Almanya'daydı, babam 3 yaşımdayken bizden ayrılmıştı. Anahtar çocuk denilenlerdendim; anne ve baba çalışıyorsa, evin anahtarını çocuğun boynuna asarlardı. Yuvadan ya da okuldan dönüşte boynumdaki anahtarla kapıyı açıyordum, komşu kadınlar da yemek veriyordu. Daha iyisini görene kadar içinde bulunduğum durum normaldi; buna kötü diyemeyiz ama macera dolu bir çocukluk geçirdim.

Yaşamınızda eksiklik hissetmediniz mi?
Tabii ki hissettim, bir sıkıntım olduğunda babama sığınmak isterdim. Sesim biraz boğuktur, hayatınızdaki eksiklikler ister istemez fiziksel olarak size yansıyor. Ama boksa başlamam ve gardımı almam işe yaradı, özgüvenimi yükseltti. Kötü boksör de değildim.

Filmlerinizde anlattıklarınız sizin başınızdan geçmiş gibi; baba sevgisinin eksikliği, belki de madde bağımlılığıyla olan ilişkiniz...
Benim dünyaya bakış açımla harmanlanmış bir hali diyebiliriz. Gençlerle iletişimimin kuvvetli olmasının sebebi; bir şeyler kullanıp bıraktıktan sonra nasihat veren bir abi olarak değil de; kullanabilecekken direkten dönen biri olarak onlara bir şeyler anlatıyor olmam. Yani mayın tarlasındayken mayına basmamaya dikkat ettim çünkü annemi sırtından vurmak istemiyordum. Annem üç çocuğuna bakabilmek için günde 16 saat temizlikçilik yapıyordu. Benim de buna karşı sorumluluklarım vardı ve hata yapamazdım. Sigara içemezdim, madde bağımlısı olamazdım, milletle kapışıp hapishaneye giremezdim. Bu aşı yani anne sevgisi; en kutsal şeylerden biri ve beni birçok şeyden korudu.

İmkansızlıklar içerisinde büyümüşsünüz, şimdiki imkanlarınızı nasıl yarattınız?
Cennet müjdesi annelere verilmedi mi; onların o duygusal gücünü biz anlayamayız. Annem büyük bir cengaver, yörük kadını... Biliyorsun Toroslar anaerkil bir yer. Annem dünyaya açık biri. Filmler olsun, Zeki Müren konserleri olsun, bizi her yere götürdü.

Peki, sosyal danışmanlık nasıl başladı?
Sokakta büyüyen çocuğun ailesi kimdir? Sokaktır ve okuldaki arkadaşıdır. Senin okuldaki arkadaşına sahip çıkmanın, yani elindeki sigaraları almanın, şişeleri kırmanın yavaş yavaş işe yaradığını görüyorsun. O yüzden sosyal danışmanlık tarafım gelişmeye başladı. Bu sebeple hukuk okudum ve daha çok insana ulaşabilmek için televizyon aracım oldu.

Şöhret olmanızın misyonu var o halde.
Kesinlikle! Çok keyif aldığım bir şey ama benim için tamamen araç... Keyif aldığınız bir şeyin; başkalarına faydası olmazsa, ruhun şad olmaz! Sadece kendi evim, kendi param olsun diyerek mutlu olmam. İnancın temeli de budur.

MANKENLİK YAPTIM AMA PARA VERMEDİLER

Öğrencilik yıllarınızda Jean Paul Gaultier gibi bir dünya markasının defilesinde boy göstermişsiniz...

Mankenlikten gelme bir oyuncu değilim ama üniversitede okurken, sömestir tatilinde biraz harçlık çıkarmak için İtalya'ya gitmiştim. Evet, defileye çıktım ama bana para bile vermediler. Bir baktım, bütün çocuklar podyuma bedavaya çıkıyor. Çünkü oraya çıkmış olmak marifetmiş. O markanın kadrosuna bedavaya çıksan bile, devamında çıkacağın yerlerde iyi paralar kazanıyorsun.

BANA GÖRE DEĞİL

Bugün profesyonel anlamda mankenlik yapanlar bile böyle bir markanın defilesine çıkamazken, neden o kariyeri devam ettirmediniz?

O dönem yapılacak defilede, sokaktan model seçiyorlarmış. Podyumda matadorlar olacaktı, ben de biraz İspanyollara benzediğim için şova kabul edildim. Ama defileden defileye koşturmak zor bir iş. Benim şansım vardı ama bana göre değildi.

18 YAŞIMDAN BERİ BABA OLMAK İSTİYORUM

Bu yoğun tempoda kendiniz aile olmayı unuttunuz mu?

Çocukluk travması olan çocuklara ders verirken, aslında kendime ders veriyorum. Yüzleşiyorum ve kendimi pişiriyorum. 30'lu yaşlarıma kadar hayatımda biri olacaksa, beni mutlu etsin diye düşünüyordum. Artık son beş senedir 'Ben onu nasıl mutlu edebilirim?' diye düşünüyorum. Daha yeni büyüdüm... Hayatımda biri yok ama artık bakacağız. Zaten sanatçıya kız vermiyorlar... (Gülüyor)

Baba olma özleminiz yok mu?
18 yaşımdan beri var ama önce annesini bulmam lazım...

Kendinizi nereye ait hissediyorsunuz?
'Memleket doğduğun değil, doyduğun yerdir'
derler ama kalbim her zaman Anadolulu, düşüncelerim ise Avrupai.
Konular Röportaj