İpek Karapınar: 'Oyunculukta zoru severim'

Ekranın genç yüzlerinden biri İpek Karapınar. Müzikle başlayan sanat yolculuğuna şimdi de oyunculukla devam ediyor.

İpek Karapınar: 'Oyunculukta zoru severim'
- Mesleğine başlarken senin için zor olan şey neydi?
Ben böyle düşünmedim oyunculuğa başlarken açıkçası. Belki de zor olanı seviyor olmamdan kaynaklanan bir durum olabilir. Oyunculuğun anlamaya ve öğrenmeye açık oluşu heyecan verici.

- İlk başta ne gibi sözler verdin kendine?
Sözler vermedim çünkü tecrübelere inanıyorum, çözüme odaklı yollar ve olanı yaşarken tercih ettiklerimle şekil alıyorum.

BAZI BENZER ANLAR

- Mesleğinde bu noktayı yakalamasaydın ne yapardın?

Hangi noktadayım ki:) Ben başlangıca vardım yalnızca...
- Pes etmek nedir bilmeyenlerden misin?
Pes etmemek biraz inatçılık gibi geliyor kulağa. Ben inandıklarımla emek vererek paylaşmanın peşindeyim. Nitelikli olana dair.

- Oynadığın karakterler senden izler taşıyor mu?
Aynı olamayacağı gibi, karakter ve kendim arasında benzer anları yakalamaya çalışıyorum.

- Rolle vedalaşmak zor olmuyor mu?
İnsan olarak maalesefki alışkanlık gibi bir huyumuz var. Ben de öyleyim. Benimsiyorum, içselleştiriyorum, hem karakteri hem de birlikte yaşama durumunda olduğumuz ekibimizi. Çünkü çok uzun saatler birlikte oluyoruz, onlar özel hayatımızın yerine geçmiş oluyor. Her şeye alışıyoruz ama ben biraz gezici karakterim galiba. Dolayısıyla oradan bana kalanlarla birlikte bir sonraki serüvene devam ediyorum.

- "Adını Kalbime Yazdım" dizisinde nasıl bir karakteri oynuyorsun?
Leyla yeni doktor olmuş, babasını genç yaşta kaybetmiş ve annesiyle İstanbul'da yaşıyor. İnandığı şeyler doğrultusunda ayaklarını sağlam basan, fikirlerini net olarak ortaya koyan tatlı- sert bir kız. Kalbinde Ömer'e aşk hissettiğindeyse, aşkı için yıllarca hayal ettiği mesleği doktorluğundan bile ödün verebilecek kadar fedakar...

TÜM RENKLER AŞKA DAİR

- Aşka inanır mısın?

Aşka inanmadan nefes alan varsa o ben değilim.

- Bitmeyen aşk var mı?
İlla ki vardır tabii...

- Aşkın rengi nedir?
Bildiğim ve bilmediğim tüm renkler aşka dairdir.

- Yeni dizin için geldiğin Mardin hakkında ne düşünüyorsun?
Çok büyük bir heyecanla geldim Mardin'e. Bir sürü farklı yaşamlar, farklı inanışlar, kültürler var. Alışkanlıklarımdan olabildiğince arınarak geldim buraya; beklentilerimi bir tarafa bırakarak. Aksi halde hayal kırıklıkları yaşayabilirdim. Aslında bir dönem için burada yaşamaya geldim diyebilirim. Yeni insanlarla tanışmak, yeni kültürün içinde barınmaya çalışmak kişisel gelişim içinde harika bir yol açıyor kişiye.

- Oynadığın rollerin seyirciyi nasıl etkilediğini düşünüyorsun?
Türk toplumu da televizyona bağımlı yaşıyor maalesef. Kimileri için televizyon onların tüm dünyası. Dolayısıyla diziler onların hayatlarındaki olmazsa olmazların başında geliyor. Mesela şu anda çektiğimiz "Adını Kalbime Yazdım" dizisini ele alırsak, biz bir töre olan kan davasını gündeme getirmeye çalışıyoruz. Belki verdiğimiz mesajlar bazı kimseleri rahatsız ediyor. Belki farklı şartlar onlara da verilseydi bambaşka olabilirdi hayatları. Bu tarz konularda en önemli parametrenin eğitim olduğunu görüyoruz. Çünkü eğitim insanların kendilerini ve hayatı tanımalarını sağlıyor, onları düşünmeye zorluyor. Düşündükçe insani duyguların, değerlerin aslında töreden ve acımasızca olan kan davasından ne kadar uzakta olduğunu gösteriyor. Dünyada yaşanacak, hissedilecek o kadar çok şey var ki... Keşke töreye de bir çözüm yolu bulunarak eğitim gibi yaklaşılsa ve ortadan kalksa. Bir işi kabul ederken bu böyle bir sorumluluğu daima yaşıyorum.

AYNI HEYECANLA

- Benim bir misyonum var diye düşünüyor musunuz?

Biraz aslında kendimle alakalı bir mevzu ile oyunculuk yapıyorum. Başka bir şey olmaya çalışmak, başka bir şeyi anlamak, o anladığım şeylere çözüm bulabilmek, o bulduğum çözümlerle onun rengini alabilmek ve tabi ki bunu paylaşabiliyorsam ve anlatabiliyorsam, müthiş bir durum söz konusu oluyor. Ama ben oynarken şu an kocaman bir sorumluluğum var ve bunun altından nasıl kalkarım diyerek başlamıyorum işe. İş uzun sürebilir; her sahnesinde, iki yılın sonundaki sahnede bile aynı heyecanla, aynı inanışla oynamaktan ziyade, hissederek onun içine girebiliyorsam zaten o sorumluluğun içinde kişisel olarak varım. Bu da genel bir sorumluluğu ve insanlara yansıyışını kapsıyor.

"Oldum" demeyen insanlarla çalışmak güzel

- Televizyonla aranız nasıl?

Tabi ki takip ettiğim güncel ve alternatif kanallar var. Genel olarak iyi bir televizyon izleyicisi değilim açıkçası. Eve geldiğimde ailemle vakit geçirmeyi tercih ediyorum. Biz sohbet insanlarıyız aslında, sohbet ederek gelişimin içindeyiz. Ama tabi ki televizyona iş yapıyorum ve nerede ne var az çok biliyorum.

- Dizi sektöründe kimlerle çalışmaktan zevk alıyorsun?
İşini iyi yapmak için düşünen, yaratan, "oldum" demeyen insanlarla çalışmak, çok zevkli oluyor gerçekten..

- Oyuncu olmak isteyenlere ne tavsiye ediyorsun?
Benim aslında çocukluğumdan beri bir şeyleri anlamaya çalışan bir yapım var. Müzik okudum konservatuarda. On bir yaşımda başladım, keman eğitimi aldım ama sanat konservatif bir eğitim zaten, orada tiyatro bölümü de bale bölümü de vardı. O disiplin işi, hayata disiplinle bakma işi ama bu kalıplara girmek değil. Çünkü aslında disiplin de kişisel gelişim için, aydınlanmak için çok güzel bir yol. Hiçbir şeyin, hiçbir zaman işte buyum, oldum denmemesi gereken bir dal sanat, oyunculuk da keza öyle. Ve olabildiğince her zaman daha ileriyi görmek ve egolara olabildiğince yenik düşmemek gerekir.

ÖZKAN BİNOL / YENİ ASIR İNTERNET SİTESİ


Konular Röportaj