'İyi senaryonun kokusunu alırım'

Gişe kaygısı olmayan iyi filmler çekmek isteyen Güven Kıraç, “İyi senaryo ve karakterin kokusunu alırım” diyor...

'İyi senaryonun kokusunu alırım'
Filminiz için iki sene hazırlanmışsınız…
Beklentilerinizi ne kadar az tutarsanız o kadar az hayal kırıklığına uğrarsınız. İzlenme rekorları kırar gibi bir beklentimiz yoktu. Bizim dolaştığımız sularda dolaşan sinemacılar çok büyük bir beklenti içinde olmamayı öğrendiler bu ülkede. Komedi, aksiyon filmi yapmıyorsanız, çok fazla seyirci sayısına ulaşmanız mümkün olmuyor. Bunu bilerek çıktık, festival filmi bilinciyle davrandık hep.

Ne ifade ediyor sizin için ‘Özür Dilerim’?
İlginç bir hikâyesi var. Zihinsel engeli olan birinin dünyasına girip onun ailesine, yaşantılarına kameranızı doğrultmak sizi çok etkiliyor. Bende bir farkındalık oluştu film öncesi ve sonrası… Filmden sonra rastladığım, gördüğüm zihinsel engeli olan insanlara farklı bir bakış açısı elde ettim. Çünkü onlarla birlikte oldum, çok uzun zaman geçirdim. Onların dünyasını, zorluklarını artık çok daha iyi biliyorum. Sıradan bir bakış değil, onlara bakışım. Empati kurarak, daha çok anlayarak bir bakış geliştirmeme sebep oldu.

Yapımcı olmak nasıl bir duyguydu peki?
Zor bir durum her şeyle ilgilenmek… Tabii şimdiye kadar takmadığımız bir şapka. Sadece aktörlük yapıyordum, daha kolaydı. Oyunu oynayıp gidiyorduk. Vallahi, şimdi beş kuruş para almadım (gülüyor). Kendi kendime bir para söyleyemedim yani ama o da heyecan verici bir şey. Bir filmin başından sonuna kadar yapımında olmak, o filmin her şeyiyle ilgilenmek ayrı bir keyif, ayrı bir zevk.

Tekrar düşünüyor musunuz film yapmayı?
Becerebilirsek iki, üç senede bir film yapmak istiyoruz. Bu arada filmi yönetmenimiz Cemil Ağacıklıoğlu, ben ve eşim Başak Kıraç, üçümüz birlikte yaptık. Belli bir yere kadar yapım toplantılarında beraberdik ama sonra işi Başak’a devrettim, sadece oyunculukla ilgilendim.

Filmin sizi en çok büyüleyen yanı nedir?
Filmin her anı bana çok acayip geliyor. Her anı büyülü benim için. Öyle bir çocuğun olduğuna inanıyorsun, ikna oluyorsun, onun evindeki sıkıntılarla empati kuruyorsun. Benim için filmin içinde çok önemli iki an var ki çok özel buluyorum. İzleyenler bilir, birisi kardeşimin beni gıdıkladığı an, o an çok hoş bir an benim için. Diğeri yine kardeşimle aramda geçen ‘buruna fiske’ sahnesi...

Hangi filminizin sizin için özel bir yeri var?
20 küsur tane film yaptım; 1997’den beri sinemanın içindeyim. ‘Masumiyet’ adlı film, benim ilk göz ağrım. Beni ilk defa kitlelerle buluşturan, sinemada varlığımı oluşturan, filmdir. Ben oynamasaydım da söylerdim; ‘Masumiyet’ çok çok büyük bir film, çok iyi bir hikâye, iyi yazılmış, iyi çekilmiş. Biliyorum ki herkesin başucu filmlerinden biri...

Oynadığınız karakteri nasıl belirliyorsunuz?
Burnunuz koku alıyor yıllar içinde. Bir kere bir önce yaptığım filmin kilometrelerce uzağında bir karakter olmasına ve olabildiğince aynı karakterlerin etrafında dolanmamaya dikkat ediyorum. Mesela; kolumdaki, ellerimdeki, tüyleri kesip bir eşcinsel karakterini oynamıştım ‘Anlat İstanbul’ adlı filmde. Sonra ‘Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü?’ de bir kadı rolünü, ardından bir din görevlisini oynadım, 8 ay sakal bıraktım ‘Takva’ için.

Son dönemde mankenlikten oyunculuğa geçen çok iyi isimler var; ne düşünüyorsunuz?
Oyunculuk, kimsenin ipoteğinde değil. Dileyen herkes bu işi yapabilir, bazı kıstasları var. Yeteneği olsun, bu yetenek kabul görsün ve bunun gerektirdiği saygıyı mesleğe göstersin yeter.

Eğitim önemli mi sizce?
Olmalı ama çok da şart değil. Eğitimli olmadığı halde çok usta olan oyuncular var. Eğitimli olup iyi oynayamayanlar da.  Eğitim alma imkânı bulamamış ama içinde oyunculuk ateşi olan insanlar da yılmasınlar. Kalplerindeki ateş eğer oyunculuk ateşiyse, o işi yapmadan edemeyecek kadar içleri yanıyorsa, mutlaka bir şekilde o mesleğin mensubu olurlar.

Meslekten bunaldığınız vakit ne yaparsınız?
Oyunculuk yapmaktan çok mutluyum. Tatmin eden bir iş ama başka yeteneklerim de olsun isterdim.

Mesela?
Resim yapabilsem çok mutlu olurdum veya müzik...

Yine sanatla ilgili yani...
Tabii sanatla ilgilenmek, sadece izleyici bile olsan çok güzel bir şey. Sanatla iç içe olmak insanı mutlu ediyor. Sanat iyi ki var, olmasaydı ne yapardık?

Yeni projeleriniz var mı?
Kafamda bazı şeyler şekilleniyor. Ama en aşağı 2015 yılı. Öyle boyacı küpü gibi daldır çıkar sabahtan akşama bir şey olmuyor (gülüyoruz).

Kendinizi nasıl bir erkek olarak anlatırsınız?
Centilmen olduğumu düşünüyorum. Hep karşı tarafı düşünürüm, empatiyle davranırım. Sadece kadınlara değil, bütün ikili ilişkilerimde… Cinsiyetçi değilimdir, kadın erkek diye ayırmam meseleleri; olabildiğince nezaketli davranmaya gayret ederim her insana.

TİYATRO YAPMAK SİRK GİBİ EĞLENCELİ

“İleride arkadaşlarımla tiyatro oynamayı, turnelere gitmeyi” isterim demişsiniz. Hâlâ geçerli mi bu isteğiniz?

Geçerli, tiyatro her zaman beni mutlu etmiştir. Turneleri çok severim ben. İzmir’de üç oyun, Ankara’da beş oyun… Ne güzel hayat! Otellerde kal, üç gün ye, iç, başka yere geç, başka başka insanlar, güzel bir hayat, sirk gibi.

Şu anda neden yapmıyorsunuz?
Yapma arifesindeyim hatta buraya geç kalış sebeplerimden biri de tiyatroyla ilgili; birtakım hazırlıklar içindeyim.

Evliliğiniz nasıl gidiyor?
Çok iyi, süper.

Peki, çocuk düşünmüyor musunuz?
Yeni yeni düşünmeye başladık. Şimdiye kadar düşünmedik çünkü evliliğin ilk yıllarında 3-5 yıl kimse konusunu açmaz. Sonra ufak ufak artık dersin ki “Çocuk mu yapsak?” Bazen biraz sosyal baskılarla olur bu, bazen içten gelir.

Sizde hangisi etken oldu?
Karışık; hem artık içimden de gelmeye başladı. “Yapsak mı?” diye konuşuyoruz.

AYSUN YILDIZ / AKŞAM İNTERNET SİTESİ



Konular Röportaj