Öncel Öziçer yazdı: 'Payitaht meselesi sizin olsun ben içimi döktüm'

"... Ah o tedavi olunmaz, geçmek bilmez, eşek kadar da olsan anılarının en kuytu köşelerine iteklediğin ama her an ortaya serilmeye hazır çocukluk travmaları..."

Öncel Öziçer yazdı: 'Payitaht meselesi sizin olsun ben içimi döktüm'

Ben evde yok iken tebligat gelmiş.
Evrakı muhtara bıraktıklarına dair bir not buldum.
Alaçatı'da bizim mahalleyle ilgili muhtarlığa gittim yeri değişmiş falan, neyse yeni yerini buldum.
Önce belediyeyi aradım onlar yeni muhtarın telefonunu verdiler.
Aradım, bakkal Hüseyin Amca'nın dükkanı geç, caminin solunda pastanenin yanındaki  tuhafiyeci dedi telefondaki yeni muhtar.
Burada yer tarifleri böyle. Sokak, cadde gerekmez.
Gittim hemen... Muhtar, sahibi olduğu tuhafiyecinin önüne, gölgeye bir sandalye atmış oturuyor.
Selamınaleyküm dedim derdimi anlattım.
Bir bakalım kızım dedi, girdik dükkandan içeri.
Gözlerim raflara takıldı.. Dükkanın kokusuyla oldum 12 yaşında.

Tişörtler, gömlekler naylon muhafazasında raflara dizilmiş. Üzerleri biraz tozlu.
Kumaşlar da var diğer tarafta. Top top basma, yünlü, perdelik...
Çoraplar bir tarafta... Yukarıda asılı takım elbiseler...
Ve o koku... Tuhafiyeci kokusu diye bir şey var evet... Zaman makinesi etkili...
İsim neydi kızım bakalım bulalım tebligatını, dedi amca...
Bulduk... 15 sene kadar önce artık olmayan bir bankadan borç kalmış. Büyümüş büyümüş acayip bir rakam olmuş.
Hatırladığım kadarıyla üç beş sene önce bu borç yine karsıma çıkmıştı  ve ben kuruşu kuruşuna ödemiştim.
Bu ara sağdan soldan hiç beklemediğim  sadece maddi değil manevi de o kadar çok borç ve hesaplaşma çıkıyor ki karşıma, ki bir anda sinirlendim.
Söylemiş miydim? Ben öfkelenince hemen ağlarım.
İçimdeki isyankar "Yetti ama artık bir insana bu kadar yüklenilmez" dediyse demek, bir anda gözlerimden yaş boşaldı.
Aslında öyle oturup ağlayacak kadar da değil rakam ama işte sanırım bende bardak taştı.
Bir yandan "Ne saçmalıyorum ben, buna ağlanır mı? Üstelik tanımadığım adamın yanında" diyorum bir yandan da "Amaaan koy ver gitsin"!
Muhtar abi de şaşırdı..
Üzüldü bir de...
"Aman kızım" dedi, "Değer mi para için göz yaşına? Bak geçen ay benim küçük oğlan kaza yaptıydı, onun için tam şu kadar para harcadım."
Söylediği rakam kallavi bir ev parası...
"Ne yapayım, çok üzüldüm ama ya oğluma bir şey olsaydı. hadi bak şimdi üzme beni de, ağlama..."
Abi öyle dedikçe ben daha çok ağlamaya başladım ama artık neye ağladığımı da bilmiyordum.
Peki şunu söylemiş midim? Ben böyle durumlarda biri bana şefkat gösterince daha da beter ipleri salarım.
Oturdum küçük tabureye, artık son zamanlarda canımı sıkan, beni üzen kim ve ne varsa hepsi için anıra anıra ağlamaya başladım.
Abi anladı işin içinde başka iş var, artık sesini çıkarmadı. "Hadi ağla boş ver rahatlarsın" dedi, ben iyice koyverdim.
O tuhafiyeci kokusuyla iyice geriye gittiysem demek...
Sancılı geçen çocukluk yılları süpürdüğüm halının altından mı çıktı nedir?
Ah o tedavi olunmaz, geçmek bilmez, eşek kadar da olsan anılarının en kuytu köşelerine iteklediğin ama her an ortaya serilmeye hazır çocukluk travmaları...
Meğer benimkiler de bir nefeslik tozlu kumaş kokusuna bakarmış...
Hiçbir şey söyleyemeden, beni teselli çabasına teşekkür bile edemeden hıçkıra hıçkıra çıktım dükkandan...
Sonra bir ara gider bir çayını içerim o güzel abinin...
Atarız tabureleri dükkanın önüne, gölgeye...
O abi böyle tombiş beyaz saçlı dükkanı tuhafiye kokulu..
Babamı hatırlattı bir de....

Öncel ÖZİÇER