Pınar Erbaş: "Haber anlamında bereketli topraklara sahibiz"

Ekran yüzü olmak zordur. Hele bir de canlı yayınsa... Son dakika gelişmeler, en acı haberler, trajikomik olaylar… Gündemin akışı onlardan sorulur. Show TV’nin ana haber sunucusu Pınar Erbaş, spikerliğin detaylarını anlattı.

Pınar Erbaş: "Haber anlamında bereketli topraklara sahibiz"
Akşam'dan Mehmet Emin Demirezen'in röportajı...

Spikerlik hayalle başlayan bir meslek miydi sizin için?


Hayır. İyi bir haberci olmak için çıktım yola. Muhabirlikle başladım. Gazetedeydim. Yani televizyon haberciliğine uzaktım. Spikerlik bana annemin yakıştırdığı bir meslekti. Annelerin duaları kabul olurmuş ya; o misal bana da televizyon kapısı açıldı… İlk kamera deneyimimi de ana haberde yaşadım. O koltuğa oturduğumda 26 yaşındaydım. Çok ağır bir yüktü ilk başta. ‘Yapabilecek miyim acaba’ gibi tereddütler yaşadım. Ama hayatınıza yön veren bu tip önemli olaylarda genelde karşınızda iki seçenek oluyor; ya o tereddüt girdabına iyice teslim oluyorsunuz ve işler iyice sarpa sarıyor ya da yeni görevinizden başka her şeye, özellikle de kimin ne dediğine kulaklarınızı kapatıp elinizden gelenin en iyisini yapmaya odaklanıyorsunuz…

Sürekli ekran karşısındasınız. Kendinizi izlediğiniz zamanlar oluyor mu?

Evet. Ekrana çıktığım ilk günden beri hem de. Artık alışkanlık haline geldi. Kimi insan kendini izlemeye dayanamaz. Ama ben çok faydasını gördüm. Duruşumu, sesimi, elimi kolumu nasıl kullanmam gerektiğini öyle öğrendim.

‘İŞİN EN MUTLU YANI İNSANLARIN HAYATINA DOKUNABİLMEK’

Ekran öncesi ne gibi hazırlıklarınız var?

Sabah haber toplantısıyla başlıyor günüm. Her haberi öncesinde izlemem, hâkim olmam gerekli diye düşünüyorum. Aksi halde yayında kendimi iyi hissedemiyorum. Gün zaten kendi temposunda akıyor. Öğleden sonra yeni ajans görüntüleriyle haberleri tekrar gözden geçiriyoruz. Yavaş yavaş muhabir arkadaşlarımız haberden dönmeye başlıyor. Derken bülten saati geliyor zaten.

İşinizin sizi en mutlu eden yanı ne?

İnsanların hayatına dokunabilmek… Yaşananlara göz yummak, suça ortak olmak demektir. Bu benim hayat düsturum. Bu topraklarda bir sonraki yemeğini ne zaman yiyeceğini bilmeyen insanlar, her gün şiddet gören kadınlar var. İster farkında ol, ister görmezden gel. Onlar orada duruyorlar. Benimse onları gündeme taşıyıp bir nebze olsun kaderlerini değiştirebilme gücüne sahip bir işim var.

Haber sunmak hayatınıza nasıl sirayet ediyor, onca iç karartıcı haberin ardından kendinizi nasıl hissediyorsunuz?

İlk başlayanlar için haber toplantısına girmek zor bir deneyimdir. 3. sayfa diye tabir ettiğimiz haberlerin ajans görüntülerinde ham hallerini, yani olayı tüm çıplaklığıyla görünce afallayıp kalırsınız. Ben de öyleydim. Hafızamda hala o günlerden kalan çok görüntü var. Yıllar geçti ve görmeye alıştım gibi bir durum da yok aslında. Sadece olayları içselleştirmeden empati yapabilmeyi öğrendim. Acının üstünü örtmektense yüzleşmek en doğrusu.

Peki, en çok hangi haberlerden etkileniyorsunuz?

Çocuk istismarıyla ilgili her konuda öfkeden nefesim kesiliyor. Alışmam mümkün değil. Zaten alışmayayım, alışmayalım da. Kadına şiddet keza ülkemizin değişmez gündemi. Bazen öyle vahşetlerle karşılaşıyoruz ki haber toplantılarında birbirimize bakakalıyoruz.

SOĞUKKANLI OLMAYI ÖĞRENDİM

Böylesine bir iş size ne öğretti?


Soğukkanlı olmayı. Eskiden çok tez canlıydım. Zamanla bunu yendim. Yayın esnasında başınıza her şey gelebilir. Teknik aksaklıklar bir tarafa, son dakika bilgisiyle bir anda gündem değişir. O an paniğe kapılırsanız yayını da idare etmekte zorlanabilirsiniz.

Canlı yayın zor iştir. Bu noktada gaf yapma korkunuz var mı?

Hayır. Zira öyle bir korkuyla yaşanmaz. Adı üstünde canlı yayın; her an her şey olabilir. Seyirci de bunun farkında. Haberi okurken takılabilirsiniz, yayında teknik aksaklıklar olabilir, dekor devrilebilir…

Bu işin olmazsa olmazı nedir?

Gündem takibi. Canlı yayında bir gelişme yaşanırsa boşa düşmeyeyim, toparlayıcı cümleler kurabileyim diye değil. Bu işte aslolan ne olup bittiğine hâkim bir şekilde haberi karşı tarafa yansıtabilmek. Dolayısıyla okudukça, araştırdıkça, olayları günü gününe yakaladıkça bu sizin duruşunuza, ses tonunuza, bakışınıza dahi yansıyor.

Türkiye oldukça yoğun bir gündeme sahip... Bu sizi zorluyor mu?

Haber anlamında çok bereketli topraklara sahibiz. Ancak toplum olarak sanırım edindiğimiz bilginin kaynağına bakmadan onu doğru kabul etmek kolayımıza geliyor. Sosyal medyada bir anda patlak vermiş aslı astarı olmayan bir haber bile bazen kitleleri galeyana getirebiliyor. Hatta iş öyle bir boyuta geliyor ki o asparagasları yayınlamadığı için bazen habercileri suçlayanlar bile olabiliyor. Bu biraz yoruyor açıkçası.

‘YETENEĞİNİZ YOKSA ELENİRSİNİZ’

İşiniz çok rekabete dayalı…


Aksine kamçılıyor. Artık ekran yüzlerinin hemen hepsi muhabir kökenli, işini hakkıyla yapan isimler. İletişim sektörü de salt iletişim fakültesi çıkışlılardan oluşmuyor. Bu işin isteklisi çok... Ancak kendi içinde şahane bir dinamiği de söz konusu. Eğer gerçekten yetisizseniz ya da hak etmeden bir yerlere gelmişseniz çabuk eleniyorsunuz. Dolayısıyla ‘bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler’.

Yazları aralıksız ekranda oluyorsunuz, zor olmuyor mu?

Şuan oturduğumuz eve yeni taşınmıştık. Dolayısıyla hiç arkadaşım yoktu. O yaz evde o kadar sıkıldım o kadar sıkıldım ki yokluktan biraz fazla televizyon izliyordum. Ekrandaki sunucuları görüp “Onlar da tatile gidememiş” dediğimi hatırlıyordum. Tüm yaz çalışacak bir işin olması havalı gelmişti, çok özenmiştim zamanında. Ne kadar içten dilediysem artık aynısı benim başıma geldi.
Konular Röportaj