Prof. Nurhan Atasoy: "Prens Charles ağzımın içine düştü"
Osmanlı sosyal hayatı üzerine yaptığı çalışmalarla bilinen Prof. Nurhan Atasoy, hayatını sanat ve tarihe adamış bir ilim insanı ve kendini, “Bazıları ordinaryus gelir, ordinaryus gider. Bazıları da asistan gelir asistan kalır. Ben asistan kalanlardanım” şeklinde tarif ediyor.
Prof. Nurhan Atasoy Yeni Şafak'a verdiği
röportajda ilginç açıklamalarda bulundu...
İşte o kesitler...
PRENS CHARLES AĞZIMIN İÇİNE
DÜŞTÜ
İran şahıyla bir hikayeniz vardı sanırım...
Yılını hatırlamıyorum, İran'a kongreye gitmiştik. Şah bize bir
resepsiyon verdi. Davete gittik. İnanılmaz büyük bir salon.
Almanya, Danimarka, Hollanda, bütün ülkelerin delegeleri orada. O
zamanlar doçentim. Grubumuzda Ankara ağırlıklı büyük hocalar ve çok
iyi Farsça bilenler vardı. Şah geldi. Nazik fakat mesafeli. Sırayla
el sıktı, kuyruğun ucunda da ben duruyorum. Bütün gruplar
reveranslar yapıyor. Sıra bana geldiğinde elimi sıktı. "Have
dou you do?" dedim. Sanki gelen Ahmet Bey ya da Mr. Brown.
Onun söylenmeyeceğini bilmiyor değilim ama ağzımdan çıktı bir kere.
Adam durdu. “Hangi üniversitedensiniz, ne çalışıyorsunuz?"
Başladı benimle konuşmaya. Bütün grup bakıyor.
“Nasıl, niçin durdu da onunla konuştu?" Adam zeki.
Kimin geleceği var anladı. Bir türlü kabullenemiyorlar. Ama
kimseye söylemedim "Have dou you do" dediğimi. O laf
durdurdu adamı aslında. Gece bir arkadaşımla aynı odayı
paylaşıyoruz. “Biliyor musun" dedim “ne için durdu şah? Ben ona
'have do you do' dedim." Arkadaşım gülmekten yataktan düştü,
yerlere yattı.
Prensler de vardı galiba?
Prens Charles ile çok ahbaplığım oldu. Britanya'ya gittiğimizde
bizi heyet halinde yemeğe davet etmişlerdi. Beni Charles'ın sağına
oturtmuşlardı. Ev sahibinin sağı en itibarlı kişi için ayrılır. Ne
için oturttular bilmiyorum. Adam bütün gece benimle konuştu. Başka
hiç kimseyle konuşmadı. Çünkü adamın merakları var ve meraklarının
karşılığını oradakilerden hiçbirinde bulamayacak. Çok geziyor.
Anadolu'ya da gizlice gelip gezmiş. Mimariye meraklı. Herşeyi
soruyor, ben de anlatıyorum. O sıralarda İpek kitabı için Romanya
ve Ukrayna'ya gitmiştim. Trenle seyahat ettim. Müthiş maceralar
yaşadım. Sovyetler yeni dağılmış. Hiçbir otorite kalmamış. Açlık,
perişanlık dolayısıyla suçlar çoğalmış. Bükreş'teki elçiliğimize
gittim. Çok tehlikeli olduğunu, kesinlikle gitmemem gerektiğini
söylediler. Bükreş'te yaşayan Romanyalı yaşlı bir müzeci arkadaşım
var.