Seda Kaya yazdı: 'Kış Uykusundan Uyanmak'

"Tipik bir kadın davranışı, kadınlar zaten böyledir" diyerek sadece kadınları suçlamak niyetinde de değilim. Erkeği-kadını yok, bu da bizi biz yapan en belirgin özelliklerimizden değil mi?

Seda Kaya yazdı: 'Kış Uykusundan Uyanmak'
Yeni Asır'dan Seda Kaya'nın yazısı

Nihayet gidebildim Nuri Bilge Ceylan'ın ödüllü filmine. Herkesin de gitmesini tavsiye ederim. Kendimizle yüzleşmek için gitmeliyiz. Filim ana kahramanı Aydın'dan başlayalım söze. Karısının tabiriyle bencil, ukala, insana tepeden bakan ve sözleri ve davranışlarıyla kişinin kendini değersiz ve huzursuz hissetmesini sağlayan bir tip Haluk Bilginer'in oynadığı Aydın. Her şeyi bildiğini düşünerek her konuda ahkam kesiyor ve asla da taviz vermiyor. Yani ne yanıldığını düşünüyor ne de yanıldığını kabullenmeye yanaşıyor. Böyleleriyle çevrili değil mi etrafımız? İster gerçek Aydın olsun ister kendini Aydın zanneden veya zannetmeyen, hayatımıza hükmetmeye çalışan ve de hükmeden insanlar yok mu yakınımızda? Ne tartışılabilir, ne konuşulabilir, ne de dinlenebilir böyleleri. Ama sonuçta onlar kazanırlar. En azından onların dedikleri olur ve diğerleri de boyun eğmeyi sürdürerek bir anlamda o kişiyle gizli işbirliği yaparlar. Yani boyun eğen de ya da sessiz kalan da suçludur en az öteki kadar.

SESSİZ KABULLENİŞ

İğneyi başkasına çuvaldızı kendimize batıralım mı bu noktada. Hepimiz biraz da böyle değil miyiz? Düzene başkaldırmamız istenmiyor. Geleneklere, göreneklere koşulsuz uymamız isteniyor. Kuralları sorgulamamız yasak ya da ayıp ya da günah. Çizginin dışına çıkanlar hemen kötü ilan ediliyor. Mutlu olmasak da sistemin içinde kalmamız ve "mutlu/memnun" oyunu oynamamız isteniyor. O yüzden de büyük çoğunluk en başta kendisine yabancılaşıyor. İstemediğimiz tiplere bürünüyoruz. Örneğin Aydın'ın karısı Nihal (Melisa Sözen). Mutlu değil kocasıyla, yataklarını hatta odalarını da ayırmışlar, bazen kahvaltıda ve yemekte bir araya geliyorlar ve her buluşma birbirini iğneleme veya tartışma ile sonlanıyor ama yine de bir aradalar. Gidemiyor bir türlü. Çünkü sahip olduğu ve alıştığı yaşam standardını kaybetmek istemiyor. Kendine yeni bir başlangıç yapmaya korkuyor. Cesareti yok yeni bir adım atmaya. Daha doğrusu kararı kendisi vermek istemiyor. İstiyor ki başkaları versin bu kararı ve o da "ne yapayım kaderim böyleymiş" desin ve suçu o kararı verene ve kadere atsın!

TOPLU UYANIŞ

"Tipik bir kadın davranışı, kadınlar zaten böyledir" diyerek sadece kadınları suçlamak niyetinde de değilim. Erkeği-kadını yok, bu da bizi biz yapan en belirgin özelliklerimizden değil mi? İster öfkeyle kalkıp zararla oturalım alkolik İsmail (Nejat İşler) gibi, ister saf bir iyimserlikle her şeyin yoluna gireceğini ümit ederek kendimizi kandıralım imam Hamdi (Serhat Kılıç) gibi. Durumu kabulleniyoruz. Başımıza geleni sineye çekiyoruz. Kendimiz için değil başkaları için yaşıyoruz. Yaşadığımızı sanıyoruz. Biz aslında hep başkalarını yargılayarak kendimizi eleştirinin dışında tutuyoruz. Oysa ahlak, başkalarının değil, kendimizin ne yapması gerektiğini sorgulamak değil midir? "Ahlaken kimse Tanrı'dan ve de kendisinden başkası tarafından yargılanamaz ve bu da yeterli bir varoluştur" demez mi filozoflar? Bencil ya da çıkarcı. Başkalarının zayıflığından, sıkıntısından, saflığından yararlanıp yararlanmadığımızı, yalan söyleyip söylemediğimizi, başkalarını aldatıp aldatmadığımızı bizden başka kim bilebilir ki? Başkaları bizi temize çıkarsın, biz bilmez miyiz ne yaptığımızı? Kış uykusuna yatıp yatmamak da bizim elimizde olan bir şey. Ama galiba bireysel uyanışlar yeterli değil, toplu bir uyanış lazım bize...