Senaristler dizi sektörüne zarar veriyor!

150 dakikalık dizileri yazanlar ne hissediyor, neden bu çileli çabadan şikayet etmek yerine bununla övünüyor? Murat Tolga Şen'in yeni yazısında...

Senaristler dizi sektörüne zarar veriyor!
MedyaRadar'dan Murat Tolga Şen'in yazısı...

Manşetin iddialı olduğunun farkındayım, ilgi çeksin diye biraz abartmış olabilirim, o yüzden yazının başında düzeltme geçeyim. Dizi sektörünün geldiği noktada kurulmuş olan kölelik düzenin müsebbibi elbette kanal patronları ve paragöz yapımcılardır, bu değişmez!

Ama ortaya paranın değil emeğin konduğu noktada işin ilk ayağı senaryoyu yazan kişi yani senarist! O yüzden bu 150 dakikalık ıstırap senfonilerinden biraz onları da sorumlu tutuyorum.

Hürriyet’in Pazar ekinde, senarist Ece Yörenç’in, Ayşe Arman’a verdiği röportajı okudum. Tipik bir kendini, yaptığı işi ve yakın çevresini idealize etme röportajı bu, üstüne yazı yazılacak bir tarafı yok ama şunu fark ettim; her hafta 120 sayfa dizi senaryosu yazan, yıllardır iyi kazandığı halde kendi kendini köleleştiren bu kişi yaptığı şeyle övünüyor. Aynı anda birkaç diziyi yazdığı için iş yükü iyice artmıştır ama naçizane tavsiyem, yapmasın bunu kendisine, sevdiklerinden bu kadar erken ayrılmış bir insan güneşin doğuşunu ve batışını sakince izleyebileceği, tadına varabileceği bir hayat yaşamalı.

Bu durum oyuncularda ya da set ekiplerinde böyle değil, hiç kimse haftada 6 gün, günde 18 saat çalıştığı için mutlu değil, çok şikâyetçi ve uygun ortam bulduklarında bunu mutlaka dile getiriyorlar ama işin başladığı yer, yani hikaye yazıcılar bu maratonu koşmaktan yorulmuşa benzemiyor, üstelik yapımcı “hadi bu haftadan itibaren 250 dakika” çekiyoruz dese, ona da tamam diyecekler!

Bunun sebepleri var elbette, Ece Yörenç gelen soru üzerine kendini mazoşist ilan etmiş ama aslında olay farklı. İllüzyonu bozayım mı? Bu zaten sizin de bildiğiniz bir şey ben sadece kayda geçireceğim.

Aslında dizi yazan-çeken-oynayan hiç kimse 150 dakikalık bir gayret ortaya koymuyor!

O “150 dakika dizi çekiyoruz, 120 sayfa senaryo yazıyoruz” diye böbürlenme ya da şikâyet etme durumları biraz muallak. Aslında şöyle demeliler; “70 dakikalık diziyi bakışlarla, flashbacklerle, şunla bunla uzatıyor, sündüre sündüre 150 dakika yapıyoruz, bizim marifetimiz bu”.

Türk dizileri yurtdışına satılırken süreleri yeniden kurgulanarak kısaltılıyor. Verin bana 150 dakikalık bir diziyi, kurgu odasında 40 dakikaya indiririm ve inanın hiçbir şey kaçırmazsınız. Olay örgüsü aynı, diyaloglar yerinde ve aksiyonu eksiksiz olur. Demek ki 40 dakikalık dizi yazıp-çekip 150 dakikaya uzatıyorsunuz. Böyle söylesenize... Hürriyet'in internet sitesi Vatanım Sensin'in her hafta 4 dakikalık özetini yayınlıyor, ben diziyi oradan izliyorum, hiçbir şey kaçırmıyorum!

Hani bazı üçkâğıtçı dönerciler kocaman ekmeğin arasına azıcık et koyup yeşilliği boca ederler ya. Siz de döner yiyorum sanarak ekmek arası salata yersiniz, işte öyle bir şey!

O yüzden, rica ederim kimse bize “haftada 120 sayfa senaryo yazıyorum, Süpermen’e söyleyin çok pis döverim” falan diyerek gelmesin. Yazdıklarınızı izliyoruz, daha doğrusu artık izleyemiyoruz! Haftada 50 sayfa yazın ama ortaya düzgün bir iş çıkarın. Zaten şu anda ortaya çıkan iş de 50 sayfa, kalan 70 sayfası kalabalık.

Geçenlerde Kırlangıç Fırtınası’nın ilk bölümünü izledim. Esas oğlanla kızımız karşılaştıkları her ortamda dakikalarca bakıştılar, tüm karakterler anlamsız ve konuya hizmet etmeyen uzun telefon görüşmeleri yaptı. Bir sürü hile ile 70 dakikalık dizi sündürülüp uzatıldı. Bununla mı övünüyoruz? Aynı metotla ben de bu yazıyı 15 sayfaya çıkarırım. Konuyu döndürür dururum ama okur sıkılır, bırakır. Doz aşımını sürekli hale getirmek ilacın etkisini sıfırlar!

Senaristin elinin güçlü olması lazım aslında, bu gidişe en başından dur diyebilecek ilk cephe hattı onlar ama bizde herkes halinden memnun gibi görünüyor. Açıkçası ben röportaj vermeye utanırdım ve böyle bir sistemin parçası olmayı reddederdim. Yapın tabii ama bununla da övünmeyin, durumu iyileştirecek çareler arayın. Ya da madem "her hafta bir roman yazıyorum" diye övünüyorsun, gerçekten roman yaz, bastır, anlı şanlı edebiyatçı ol ama olmaz! Neden? Çünkü kitap okuru hep aynı romanı okumaz! "İyi de bu yine aynı hikaye" der, kitaplar depolarda çürür.

Diziler hikâyeyi görselleştirerek evimize taşıyor. Hikâye anlatıcıların/yazıcıların artık biraz “biz ne yapıyoruz” diye düşünmesi şart. Hem kendi ruh ve beden sağlıkları hem de seyirci için.

MURAT TOLGA ŞEN / MEDYARADAR