Şener Şen'den konuşulacak Nuri Bilge Ceylan yorumu

Deneyimli oyuncu Şener Şen: "Nuri Bilge’nin sinema tarzını sever miyim? Sevmem. Ama onu eleştirmeye benim bilgim yetmez..."

Şener Şen'den konuşulacak Nuri Bilge Ceylan yorumu
Hürriyet'ten Çınar Oskay'ın röportajı...

Bu filmde zengin, gaddar bir karakteri canlandırıyorsunuz. Oysa bu tipler  genelde sizin karşınıza dikilirdi.


Gaddar demeyelim de ruhsuz, sistemin esiri olmuş bir adam... Başarılı ama insani özelliklerini kaybetmiş, kâra ve işe odaklanmış... Daha öncekiler belli bir çizgiyi takip eden karakterlerdi. Mazhar ise değişime uğrayan biri.

Yedi yıldır film çekmediniz, yine Yavuz Turgul’u beklediniz. Neden sadece onunla çalışıyorsunuz?

Böyle bir izlenim var, mani olamıyorum, artık oluruna bıraktım. Birbirimiz üzerinde baskı kuran bir ilişkimiz yok. Ne ben Yavuz’a ne o bana “Bensiz film yapma” diyebilir. Keşke 5-10 Yavuz olsa da bu kadar ara vermesem. O güzellikte senaryolar elime geçse de oynasam. Maalesef Yavuz kalitesinde senaryo yazarı dünyada da az.

Nasıl sizin ilişkiniz? Dostluk mu iş arkadaşlığı mı?

Dünyayla, yaşamla ilgili fikirlerimiz örtüştüğü için dostuz. Çatlakları, uyumsuzlukları olan insanlar bir yerde ayrılıyor. Benim derdim oyunculuk. Yavuz gibi kreatif anlamda bir şey üretmiyorum. Biz uygulayıcıyız, yorumcuyuz. İyi bir piyanist neyse iyi bir oyuncu da odur. Esas iş besteciye aittir. Sinemada esas iş senaryodur.

Siz ne kadar varsınız bu hikâyelerde?

Birinci konuşmamız gereken Yavuz’dur. Bir dünya yaratıyor. Robert De Niro, Al Pacino, dünyanın en ünlü oyuncularını toplayın... İyi senaryo yoksa bir şeye benzemez.

Nasıl başlıyorsunuz bir filme? Yavuz Turgul arayıp “Ben bir şey yazıyorum, gel bir konuşalım” der mi?

Hayır, Yavuz karıştırtmaz. Kafasında bir hikâye vardır, ilk sınavı kendine karşı verir. Çok zor çıkar, onun için uzun ara giriyor.

Cengiz Semercioğlu “Türkiye Yavuz Turgul yüzünden komiğini kaybetti. Kahkahalarla güldüğümüz adamı bizden kaçırdılar” diye yazdı. Mizah yönünüzü kaybettiğinizi düşünenler var. Ne diyorsunuz?

Gerçek öyle değil. Yavuz bana asla karışmaz. Senaryosu bittiği zaman “Al, beğenecek misin?” diye verir, o kapı da açık kalır. Beğenmezsem ‘hayır’ derim. Böyle bir algı oluştu. İyi bir senaryo gelip bu algıyı kıramadı. Yedi yılda 50’ye yakın senaryo okudum. Hiçbiri çekilecek düzeyde değildi. Ne menajerim ne akıl danıştığım biri vardır. Kararları kendim veririm. Okey?

Son birkaç günü eski filmlerinizi izleyerek geçirdim. Eskiden bu filmler bize umut verirdi. Bir şeylerin değişmekte olduğunu, hayatlarımızın iyiye gideceğini hissettirirdi. Bu filmlerle büyüdük. Ama bu sefer çok farklı bir duyguyla izledim. Canlandırdığınız karakterlere verdiğimiz sözü tutamamışız gibi, onlara ihanet etmişiz gibime geldi... Bu kadar temiz insanların artık filmlerde bile olamayacağını düşündüm. Siz nasıl izliyorsunuz o filmleri bugün?

Daha naif, romantik mahalle ilişkilerinin, aile bağlarının kuvvetli olduğu dönemlerdi. Arzu Film’le yaptığımız bütün filmler bunların yansımasıdır. Ama değişim hayatın bir gerçeği. Global dünya, uluslararası şirketler, Çin’deki adamla Hakkâri’deki adamın aynı kazağı giymesi, kendine ait hiçbir şeyin kalmaması... Bu sonuç doğal. Şimdi başka insanlar, başka değerler var. 20 yıl sonra da başka bir dünyayla karşılaşacağız. “Ah, vah!” demiyorum ve bu zamanı anlamaya çalışıyorum.

Evet, zaman değişti ama Arzu Film’in filmleri YouTube’da izlenme rekoru kırıyor. Televizyonlar hâlâ durmadan ‘Hababam Sınıfı’nı, ‘Süt Kardeşler’i, gösteriyor. Nedir bu özlemin sebebi?

Arzu Film’in öyküleri, aile, dostluk, hepimizin özlemini duyduğu şeyler. “Keşke öyle olsaydı” diyoruz. Daha naif, duyarlı, birbirini kollayan, karşıdakine saygı duyan insanların öyküleri....

O zamanlar insanlar daha mı iyiydi?

İnsanın yapısı değişmiyor. Kötü, sahtekâr, hırslı, başkalarının malında gözü olan, yetinmeyenler o zaman da vardı.

Şimdi biraz daha fazla sanki...

Yeni dünyanın değerleri bizi iyilikten gittikçe uzaklaştırıyor. “Kafayı kullan, pragmatik yaklaş, bir ilişkiye çıkarın varsa gir, yoksa girme”... Bunlar o kadar güçlü şekilde empoze ediliyor ki içimizdeki iyiliği duyumsasak da uygulayamıyoruz. Bu defa “Geri kalacağım, zarara uğrayacağım, aptal yerine konacağım” duygusu harekete geçiyor.

Gençliğim gecekonduda ‘Survivor’ hikâyesiydi

Hayata renkli ama zor bir başlangıç yapmışsınız...

Zeytinburnu’nda büyüdük. Ne iş bulursak yapmaya, ayakta kalmaya çalıştık. Gecekonduda ‘Survivor’ hikâyesiydi.

Bu dönem oyunculuğunuzu çok beslemiş...

1962’de, 20-21 yaşındayken taksi şoförlüğü yaptım. İplik fabrikasında işçilik yaptım. Zeytinburnu kozmopolit bir yerdi. Gecekondularda her kültürden, her yerden, hayat mücadelesi veren yoksul halk bir aradaydı.

Hâlâ öyle. Çok matrak, karmakarışık bir semt.

Yan tarafımızda Konyalı, öbür tarafta Rum, arkada Karadenizli komşularımız vardı... Çok zengin bir insan malzemesinin içinde yetiştim. Bazı insanların gözlem yeteneği vardır. Elimde olmadan, başkalarının dikkat etmediği şeyleri fark ediyordum sanırım.

Ne gibi?

Detaylar... İnsanlar, konuşma biçimleri hafızama kaydoldu. Oyuncu olmaya karar verince aklımda olağanüstü hikâyeler birikmişti. Mesela ‘Çiçek Abbas’taki bitirim, kötü minibüs şoförü. Öyle adamlar çok gördüm. Zorlanmıyorum o karakteri oynarken, tanıyorum çünkü. Üçkâğıtçıları çok gördüm. ‘Banker Bilo’daki adamları... İsviçre’de okumuşsunuzdur, çok iyi eğitim almışsınızdır ama halkla ilişkiniz zayıf olduğu için köy diye bir tek Kadıköy’ü bilirsiniz. Öğretmenlik de yaptım, o da çok zenginleştirdi beni.

Doğu’da, değil mi?

Muş’un köylerinde... Severek yaptım ama idealim değildi. Tek başıma köyde kalınca, düşünecek zamanım oldu. Kararımı verdim, istifa ettim.

Muş’ta yaşamak zordu herhalde o zamanlar...

Hayır, esas, oyunculuk zor oldu. Biz farklı yetiştik. Zorluk bize öğretilmedi. “Bunu yapamam” diye bir şey bilmezdik. “Bu yapılacak!” denirdi, yapardık. Yokluğun ve mücadelenin getirdiği bir şeydir. El bebek gül bebek büyümediğimiz için... Evde yemek var mı? Nasıl yaşayacağız?Gelip köylerde duramayanlar da oldu ama benim için doğaldı. Benden kötü durumda olanlar vardı. Benim lojmanım var, maaşım var. Yetinmek ve eldekinin değerini bilmek üzerine eğitildik biz. O dönemin insanı böyleydi. Ama şimdi aynı Şener miyim? Tabii ki değilim.

Bugün gidip Muş’taki o köyde yaşayamaz mısınız?

Genetik yapımda olduğu için hiçbir zorluk beni yıldırmaz. Bu yüzden yedi sene “hayır” diyebiliyorum. “Her sene iki film yapabilirim, şu kadar dizide oynayabilirim” diye hesap yapıp; “Eyvah! Bu parayı kaybettim!” demiyorum. Bunlar aklıma gelmez. Çünkü para kazansam da kötü bir işte mutlu olmam.

“Her şey Badi Ekrem’le başladı” demişsiniz. Nasıl denk geldi?

Önceleri sinemayı ciddiye almıyordum. Amacım tiyatroda bir yere gelmekti. Şehir tiyatrolarına girdim. Ek gelir için sinemaya yöneldim.

Ertem Eğilmez keşfetmiş sizi. “Dâhi” diyorsunuz ona.

Neredeyse... Karakter olarak çok sivriydi. Zekâsıyla o sivriliğini dengelemeye çalışırdı. Türk halkını bu kadar iyi okuyan, iyi tanıyan başka birini görmedim.

Kemal Sunal, Münir Özkul, Adile Naşit, Tarık Akan; bütün yıldızları toplamış. Nasıl bir ortam vardı Arzu Film’de?

Senaryo grubunun başı Yavuz (Turgul), Sadık Şendil ve diğerleri... Hepsinin başı Ertem Abi... Büyük coşkular, kavgalar... Tabii sanatsal kavgalardı bunlar; “Bir insanın başına bu gelince, öyle davranmaz, böyle davranır” gibi. Senaryo nasıl oluşturulur, ne kadar önemlidir, bütün bildiklerimi orada öğrendim. Senaryo diye tutturmamın sebebi de Ertem Eğilmez ekolünde yetişmemdir.

Geçenlerde bir kanalda ‘Hababam Sınıfı’na rastladım, başından sonuna kadar izledim. Bininci kere izledim ama gözlerim yaşardı yine. Siz arada izliyor musunuz o filmleri?

Tabii, tabii, kanallar eski filmleri verdiği için rastlarsam izliyorum.

En çok hangisini izlemekten zevk alıyorsunuz?

“Ayırt edemem” klişe bir cevaptır ama benimkinde gerçeklik payı var. Çünkü o rolleri hep kendim seçerek oynadım. Seçmediğim hiçbir projede yer almadım.

Ertem Eğilmez’e ‘Namuslu’da rol almak için hafif rest çekmişsiniz. “Gerekirse bir daha başrol oynamam ama bunu çekeceğim” demişsiniz.

Evet. Bu Ertem’e denmez. Çok baskın bir karakter. Arzu Film’in tek adamı, bu laf söylenmezdi.

‘Badi Ekrem’ gibi saf mizahi karakterlerden uzaklaşmak mı istediniz?

Benim derdim oyunculuktu. Bazısının “Bu dünyada güzel bir yuva kurayım” gibi bir duygusu vardır. Bende de vardı ama beceremedim. İki evliliğim var geride! Ben oyunculuğu seçtim, kararlarım bununla ilgiliydi.

Ertem Eğilmez’in toplumu çok iyi okuduğunu söylediniz. Bugünkü komedi furyasına nasıl bakıyorsunuz? ‘Recep İvedik’i, bu hafta vizyona giren ‘OHA Diyorum’ gibi filmleri izliyor musunuz?

Çok eleştirel ve mesafeli yaklaşmıyorum. Sinema geniş bir alan. Porno da çekilir, siyasi film de, aşk filmi de... Bunu küçümseyemeyiz, yargılayamayız.

Eskiden “Bu kadar da suyunu çıkarmayalım, ayıptır” filan denir miydi?

İnsan yapısı değişmez. Öyle diyen de vardı, demeyen de.

Manhattan’da daire alabilirim, her gece bir yerde gezebilirim. Ama bunların içimdeki saflığı, heyecanı yok edeceğini sanıyorum...

Dostluk, vefa konusu hep var filmlerinizde. Hayat size bu anlamda nasıl davrandı?

Derler ya “Ben hiç değişmedim”... Değişmişimdir. Ün, şöhret, para... Değiştirmemesi mümkün değildir. Ama bu ünvanların altında ezilmek istemiyorum. Beni yönlendirmesini istemiyorum. İçimdeki çocuk diyelim -klasik olsun- onu korumaya çalışıyorum. Çünkü benim yaratıcılığımı ve oyunculuğumu o çocuk tetikliyor. İstesem çok lüks yerlerde oturabilirim, her gece bir yerlerde dolaşabilirim, medyatik yerlerde görünürüm, Manhattan’da dairem olabilir. Bunlar beni zerre kadar ilgilendirmiyor. Tersine böyle bir yaşam biçiminin bendeki saflığı ve içimdeki heyecanı yok edeceğini sanıyorum. Çünkü bozulmamak mümkün değil.

Dostluklarınızı koruyabildiniz mi?

Tek taraflı dostluğa inanmıyorum. Sen onun için üzülüyorsan o da senin için üzülebilmeli. Böylelerinin sayısı çok az. Zaten çok olmasının bir yararı da yok. Birkaç sıkı dostum var.

O gerçek stardır

Kemal Sunal’la ilgili “O kadar ünlüydü ki sokakta yürüyemeyecek haldeydi. O yüzden yüzünde asık bir maskeyle dolaşırdı” demişsiniz. Siz nasıl başa çıktınız ‘ünlü olmak’la?

Kemal’in işi benden zordu. O gerçek stardır. Yani senaryoya, hikâyeye bakmadan, sırf ismi var diye filmine gidilen adamdı... Seyircisini yanıltmadı zaten, bekleneni hep verdi. Yoksul, ezik, fakat toplumun ortak bilgeliğini, kurnazlığını taşıyan tiplerdi. Hikâyenin sonunda zafer onundu. Bu formülü bütün filmlerinde kullandı. Bu avantajlıydı; seyirci ne göreceğini tahmin edebiliyordu ama ‘İnek Şaban’ gibi tiplemeler üzerine yapıştı. Halk ona ‘Salako’, ‘Şaban’ diye bağırıyordu. E Kemal o değil! Canlandırdığı karakterler bunlar. Tabii ki rahatsız oluyordu.

Size bu olmadı mı?

Ben bunu kırdım. Eğer ‘Namuslu’daki dönüşüm olmasaydı ben de ‘Bilo’ diye, ‘Banker Maho’ diye dolaşırdım. O roller yapışıp kalacaktı. Çok büyük riskti ama. Kimse starken bu riske girmez. Seyirci kabullenmeyebilirdi.

Bu seçimi sırf sokakta rahat yürümek için mi yaptınız?

Oyunculuğumun başka yönlerini de göstermek istedim. Zıpır karakter Badi Ekrem, sonra üçkâğıtçı Maho tiplemesi... E peki de oyunculuk hayalim bu değil. Ben Eşkıya’yı da oynamak isiyorum, Muhsin Bey’i de. Bu değişimi yapmasaydım olmazdı. Bu yüzden sokakta beni gören adamın aklından bütün filmler geçiyor ama bana ne diyeceğini kestiremiyor.

Geziyor musunuz gerçekten sokakta rahat rahat?

Ben metroda dolaşıyorum, biniyorum.

Şapkalı fotoğraflarınızı görüyorum bazen. İşe yarıyor mu?

Evet takıyorum ama mesele o değil. Beden dilinizin halka ait olması lazım. Ne yapsanız, bulunduğunuz sınıftan çıkamıyorsunuz işte. Oyuncuların afra tafralı, starların tepeden bakışı... Bunlar hazmedilmemiş unvanlar. Ben zaten halkın içinden geldiğim için ‘Şener Şen’ adı beni pek etkilemiyor. Sıradan bir vatandaş gibi gezebiliyorum. Metroya bindiğim zaman omuzlarım diğer insanlar gibi çökük. Onlar kadar yorgunum. Bu yüzden fark edilmiyorum. “Bizden biri” diyorlar. Seni fark etmeleri için oralarda afra tafralı dolaşman lazım.

Günleriniz nasıl geçer?

Hayat o kadar zengin ki. Bir ömre sığmayacak kadar renk var! Yedi yıl çalışmadım ama kendimi zenginleştirmekle uğraştım. Okudum, gezdim, izledim. Ana meselem sinemaydı. Hangi filmi yapabiliriz? Nasıl iyi bir proje buluruz? Bunlar sizi ayakta tutan şeyler.

Dizi izler misiniz?

Bazen gözüm takılıyor. Üç saat boyunca bir filmin geceye yayılması doğallığı ve oyunculuğu bozuyor. Herkes zaman doldurmaya çalışıyor. Buna rağmen halkın beğendiği, başarılı dizileri kutluyorum. O koşullarda nasıl yapıyorlar, zor iş.

İzlemekten zevk aldığınız oyuncular var mı?

Ben kendimi de beğenmiyorum, bu işin sonu yok. Daha canlandırmadığım karakterler, göstermediğim yanlarım var. Onların da ortaya çıkmasını sağlayacak filmleri bekliyorum.

Nuri Bilge’nin sinema tarzını sever miyim? Sevmem. Ama onu eleştirmeye benim bilgim yetmez

Yavuz Turgul çok iyi bir sinemacı ama başkaları da var. Nuri Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz vs. Onlarla çalışmak istemez misiniz?

Onlardan öneri gelmedi. Ben hiç kimseyi ayırt etmiyorum.

Peki bu yönetmenlerin sinemasını nasıl buluyorsunuz?

Mesela Nuri Bilge Ceylan çok kendine özgü bir sinemacı ve sinemasını bütün dünyaya kabul ettirdi. Bu bir tarz. Ama “Sen o tarzı seviyor musun?” desen, sevmem.

Neden? Durağan mı geliyor?

Onu eleştirmeye benim bilgim yetmez. Bir şey diyemem, hakkım yok. Ben kendi sinema anlayışıma göre bir hikâyenin doğru düzgün anlatılmasından yanayım. Bu klasik bir yapıdır. Kırılabilir de. Öyle bir öykü gelir ki onu da oynayabilirim. Şimdiki beğeni düzeyim –seneye belki değişir- Yavuz’un bu hikâyesi. Bana iyi gelen hikâye... Ölçü bu.

‘Babam ve Oğlum’daki Çetin Tekindor’un rolü önce size gelmiş, istememişsiniz. Doğru mu?

O kadar çok şey geldi ki. Ben istemedim diye hayat duracak değil ya. Evet, o da geldi ama başkaları da geldi. Burada kriter, benim, kendimim. Bazen beğendiğim bir senaryo oluyor ama kendimi o rolde görmüyorum. Bizim gibi afra tafralı bir toplumda bu pek söylenmez, “Ben bu rolü kıvırabilir miyim?” sorgulaması yapılmaz. Ama ben neyi becerip beceremeyeceğimi bilirim.

Düşmanlık körükleniyor. Gidiş iyi bir gidiş değil!

Gelelim günümüz Türkiye’sine... Geçen yıl Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’nü aldınız. Ne hissettiniz?

İsmet Paşa’dan bu yana her dönemi hatırlıyorum. Bu ödülü Demirel döneminde de aldık. O zaman ‘Devlet Sanatçılığı’ydı adı. Türkiye çok tuhaf bir noktaya geldi. Toplum o kadar ayrıştırıldı, düşman haline getirildi ki akla gelen ilk şey “Sen o taraftan mısın, bu taraftan mı?” oluyor. Bunda siyasilerin büyük payı var. Kimsenin kimseyi dinlemeye, görmeye tahammülü yok. Herkes istediği dünya görüşünde olabilir. Bunun mücadelesinin medeni ölçüleri var. Düşmanlık körüklenerek ülke bu hale getirilmez.

Konuşmanızı “Bu ödülü toplumsal barışımıza bir katkısı olması umudu ile kabul ediyorum” diye bitirdiniz. Yani biraz mesafe koydunuz. Yine de ödülü kabul ettiğiniz için “Şener Şen benim için öldü” diyenler oldu.

İlk akla gelen, öbür tarafla bir araya gelmemek. O taraf da seninle bir araya gelmek istemiyor. Ülke bir tane! Biz ne yapacağız? Siyasilerin önderliğinde seviye o kadar düşürüldü ki. Tartışma zemini kaydı, gitti, yok oldu. Yeraltı dünyasının deyimleriyle konuşuluyor. Bunlar siyaset biliminin terminolojisinde yok ama büyük bir hayran kitlesi var. ‘Racon kesme’ diye bir şey var. Herkes buna özeniyor. Gidiş iyi bir gidiş değil. Sağlıklı bir toplum yapısı yok.

Bu yılki Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Ödülü’nü de Yavuz Turgul aldı. Yine birbirinizden ayrılamadınız!

Bunu veren kurul herhalde ince eleyip sık dokuyor, bunu şaka olsun diye yapmamışlardır. Yavuz bunu hak eden  biridir.

Aranızda esprisi yapıldı mı?

Tabii, diğer arkadaşlarla konuştuk, onları da teşvik ettik. “Siz de bizim gibi olun, siz de seneye alın” dedik.

Geçmişe takılı kalırsanız, sıkıcı sıkıcı konuşarak ölürsünüz

Eskilerden en çok kimi özlüyorsunuz? Özlediğiniz günler, bir dönem var mı?

Dostlarımın hepsini özlüyorum ama “Ah şöyle olsaydı, vay!” gibi bir duygum yok. Böyle bir duygunun beni geri bırakacağını düşünüyorum. Geçmişe takılı kalırsanız ne dünü görebilirsiniz ne önünüzü. Bana çok ters gelse de popüler bir akımı, herkesin beğendiği şeyi anlamaya çalışıyorum, reddetmiyorum. Başka türlü adım atamazsınız. “Bizim zamanımızda” diye başlar, çok sıkıcı hikâyeler anlatırsınız. Bunları konuştuğunuz arkadaşlarınız tek tek ölür, bir siz kalırsınız. Siz de son anda konuşarak ölürsünüz.

76 YAŞINDA BEDENSEL DEĞİL BEYİNSEL ÇEKİM ARIYORSUNUZ

Aşk nasıl gidiyor?


Doğa o kadar güzel dengeliyor ki. 76 yaşına gelince elini eteğini çektiriyor bazı şeylerden. Libido azalıyor vesaire. Ama aşk bitmez, çeşitli mecralarda olur. İşimle ilişkim bir aşk ilişkisi. Bir ressamın resim yapması, müzisyenin beste yapması... Ama magazinel anlamda soruyorsanız doğa elinizi eteğinizi çektiriyor. O zaman bedensel değil beyinsel çekim arıyorsunuz. Konuşacağınız, paylaşacağınız alanların çokluğuyla ilgili bir ilişki arıyorsunuz.

Arıyor musunuz?

Dostlarım var ama ayrıca öyle biri de olursa niye hayır diyeyim!

Sizi seven, hayatlarını sizin filmlerinizle geçirmiş, genci yaşlısı milyonlarca insana son olarak ne söylemek istersiniz?

Biz yaptığımız işlerle, onlar da bana olan sevgileriyle zaten bir şey söylüyoruz. Fark etmeden bir bağ oluşuyor. Beni yedi yıl bekleten, olur olmaz projelerde oynamamı engelleyen, halkla aramda kurduğum bu görünmez ilişki. Onlara saygısızlık yapmamalıyım diye düşünüyorum. “Bakalım şimdi ne yapacak?” sorusunun cevabı beni büyük sorumluluk altına sokuyor. O anlamda ilişkimiz fena sayılmaz. Bu titizlikte devam edersem, bundan sonra da fena gitmeyecek.
Konular Röportaj