Yasmin Levy yeniden İstanbul'da!..
‘Nací en Alamo’ ya da ‘La Alegria’… Bu şarkıları dinleyip de kalbi sızlamayan kimse var mı?..
Yasmin Levy, 1919 yılında, Manisa’da doğmuş bir Sefarad olan
Yitzhak Levy’nin kızı. Kökleri bu topraklarda yani. Yitzhak Levy,
hayatını Sefarad Yahudilerinin müziklerini derlemeye ve korumaya
adamış bir müzisyen. Yasmin henüz bir yaşındayken kaybetmiş
babasını, ama onun bıraktığı bu zengin miras müzik yolculuğuna yön
vermiş. 1975 yılında Kudüs Bakka’da doğan Yasmin, daha 6 yaşında
piyano çalmayı öğrenmiş. 21 yaşında annesinin konserinde konuk
sanatçı olarak sahne alan Yasmin’in dünyada da ses getiren müzik
kariyeri böyle başlamış. Şimdi Ortadoğu’dan yükselen bu hüzünlü
sesi tüm dünya çok seviyor. Müziğinin ana teması barış ve çok
kültürlülüğe saygı. Şimdi bir kez daha İstanbul’a geliyor Yasmin
Levy. Avea Sıra Dışı Müzik Konserleri”nin 5. yılı kapsamında
2014’ün ilk konserini İstanbul’da verecek. ‘Muhteşem Şehir’ olarak
adlandırdığı İstanbul’da barış şarkıları söyleyecek olan Yasmin
Levy konserden önce konuştu..
İbrahim Tatlıses ile düetiniz uzun süre konuşulmuştu.
Türkiye’de düet yapmak isteyeceğiniz başka isimler de var
mı?
Türk müziğini çok seviyorum, hatta bayılıyorum. Güçlü seslerden
hoşlanıyorum, dolayısıyla Sezen Aksu, Orhan Gencebay, Bülent Ersoy,
Funda Arar gibi isimleri çok beğeniyorum. Daha önce birlikte
çalışma fırsatı bulduğum Kubat da oldukça başarılı bir sanatçı.
İsmini burada anmadan geçemeyeceğim bir diğer sanatçı ise şu an
maalesef aramızda olmayan Zeki Müren. Onunla tanışmayı çok
isterdim.
‘Sevda’ bizim Nükhet Duru’dan dinleyip hüzünlendiğimiz bir
şarkı. Sezen Aksu’nun ‘Firuze’si de öyle. Siz bu iki şarkıya da çok
farklı bir yorum kattınız. Üstelik çok beğenildi. Aynı
coğrafyada yaşayan toplumlar olarak ortak hüzünlerimizi yansıttığı
için mi bu kadar hissederek okuyorsunuz?
Bu topraklarda mutlu insanlar da yaşıyor. Ama bence bahsettiğiniz
her iki şarkı da, Türk insanının hüznünü yansıtıyor. Ve tabii ki
ben de bu hüznü kendi içimde, ruhumda hissediyorum. Zaten Türk
müziğini bu kadar sevmemin nedeni de bu sanırım, hüznü ortak olarak
hissedebilmek…
“Filistin’den konser daveti gelse giderim” demişsiniz.
Toplumlar arasında yeni bir dil oluşturmak için müzik ve müzisyen
önemli bir rol oynayabilir mi sizin için?
Müziğin insanların iletişimini güçlendirdiğini düşünüyorum. Her
zaman müziğin insanlar arasındaki en yaygın dil olduğuna
inanmışımdır. Çünkü müzik çok saf ve temiz. İçinde kavgaya ve
saygısızlığa yer yok. Tam aksine sevgi, sabır, açık yüreklilik ve
alçak gönüllülükle dolu müzik… Ve bunlar da daha iyi bir iletişim
için hepimizin ihtiyacı olan kavramlar.
TÜRK DİNLEYİCİSİNE MİNNETTARIM
İlk konser teklifi geldiğinde neler hissettiniz?
Konser vermek için İstanbul’a ilk geldiğimde, seyircilerin bana
gösterdiği sevgiden oldukça etkilenmiştim. Ayrıca karşımda oldukça
kaliteli bir izleyici kitlesi bulunca da şaşırmıştım. Çok da kolay
olmayan notaları benimle birlikte mırıldanıyorlardı. Herkes
gerçekten müzik dinlemeye gelmişti. O günden beri de bu durum hiç
değişmedi. Bazı çok bilinen Türkçe parçaları kendi tarzımla
yorumladığımda, orijinalinden ne kadar uzaklaşırsam uzaklaşayım,
seyirci hemen şarkıyı tanıyor ve eşlik etmeye başlıyor. Benim
parçayı nasıl ve ne kadar değiştirdiğimi sorgulamıyor,
yargılamıyorlar. Bunun için onlara minnettarım, çünkü bu bana
kendim olma özgürlüğünü veriyor gerçekten.
‘Hüznün sesi’ diyorlar sizin için. Müziğinizin melodik
yapısında da var hüzün ama bu duyguyu sesine bu kadar yakıştırmak
ve yansıtabilmek ayrı bir şey değil mi?… Siz memnun musunuz böyle
anılmaktan?
Bu tanımı gerçekten seviyorum. Çünkü bu tam da kendimi nasıl
hissettiğimi anlatan bir tanım. Bunu söyleyen insanların beni,
sesimi, tarzımı, ruhumu ve ne ifade etmek istediğimi anladıklarını
düşünüyorum.
Ortadoğu müziği özellikle Batı’ya çok mistik bir algıya
sahip. Ama sizin müziğiniz batıya da ulaşabiliyor. Nasıl tepkiler
alıyorsunuz?
Birçok farklı ülkedeki hayranlarımdan çok sayıda mektup alıyorum.
Hepsi de, her ne kadar benden binlerce kilometre uzakta olsalar da,
kendilerini müziğime ne kadar yakın hissettiklerini anlatıyorlar.
Bu beni oldukça duygulandırıyor. Sanırım dinleyicilerimin
kendilerini bana bu kadar yakın hissetmelerinin en önemli sebebi,
benim de birçok farklı kültürden ve değişik müzik türünden
etkilenmiş olmam. Bu şekilde herkes müziğimin içinde kendinden bir
şeyler bulabiliyor. Sınırlar olmadan, sadece hissederek...
Türkiye’ye bir sevginiz olduğunu biliyoruz.
Evet, Türkiye’yi çok seviyorum. Ne zaman kendimi kötü hissetsem
eşime “Türkiye’ye gitmeliyiz” diyorum. Türk insanı çok özel… Bu
gerçek düşüncem, samimiyetle söylüyorum. Türkiye’de insanlar sizi
sevdiğinde gerçekten seviyor. Buranın başka bir havası var.
Müziğinize de yansıyor mu bu Türkiye sevgi?
İlk sefardik albümümü yaptığımda kullandığım sazlar hep Türk
sazlarıydı. Düzenlemeler de Türk usulüydü. Çünkü babam bir Türk ve
o müzikle büyümüş. Herkes ‘Bu kız ne yapıyor?’ demişti. “Oryantal,
Arap ve Türk müziği yapıyor” diye eleştirdiler, kendileri
müziklerini gitarla yaptıkları için. Anlamadığım o ki, Türk sazları
olmaksızın bu müziği nasıl yapabilirsiniz ki? Değil mi?
Müziğinizin en önemli özelliklerinden biri de farklı
kültürleri bir araya getirişi değil mi?
Albümlerim dünyanın tüm parçalarını bir araya getiriyor.
Konserlerimde Türk ve Ermeni müzisyenler bir arada çalıyor,
konserlerde kardeş gibi oluyorlar. Tüm dünya ülkelerinden
üyelerimiz var orkestramızda. Müzik aslında uluslararası bir dil.
Ben Müslümanlarla ve Hıristiyanlarla çalışıyorum ve bir Yahudi’yim.
Benim için işte müzik bu anlama geliyor.
EN ÇOK SEVDİKLERİ DOLMA VE
TAKSİM…
En sevdiği Türk yemeği: En sevdiğim Türk yemeği ‘dolma’. Annem evde
sık sık pişirirdi, bize de afiyetle yemek düşerdi. O günlerden beri
dolmayı çok severim.
İstanbul’daki favori yeri: Buna basitçe ‘Taksim Meydanı’
diyebilirim. Neden? Çünkü Taksim Meydanı’nda her kesimden insanı
bulabilmeniz mümkün. Kimse sizi yargılamıyor ve kendiniz olma
özgürlüğünü doyasıya yaşıyorsunuz. Taksim Meydanı, bana göre,
oldukça ‘yaşayan ve yaşatan’ bir yer.
MEZİN DEDEYİ / AKŞAM İNTERNET SİTESİ