Altan Erkekli: 'Hâlâ keçi gibi inatçıyım'

Altan Erkekli her pazar saat 18.10’da TRT ekranlarında ‘Sen Olsaydın Ne Yapardın?’ diye soruyor ve Türk halkının vicdanı değerlerine sesleniyor.

Altan Erkekli: 'Hâlâ keçi gibi inatçıyım'
Akşam'dan Pınar Hiçdurmaz'ın röportajı..

Sizi tiyatroya ingilizce öğretmeniniz yönlendirmiş. Siz inşaat mühendisi olmak istiyormuşsunuz. Doğru mu?

Evet, İngilizce öğretmenim Pesen Şentürker; “Sen inşaat mühendisi olmak istiyorsun ama inşaat mühendisleri yalnızca yapıları, binaları, köprüleri yapıyorlar. Türkiye’deki en önemli inşaat toplumsal süreçteki inşaattır. Bu da ancak sanatla olur. Bunun başında da tiyatro var. Sen de bu yeteneğinle tiyatrocu olmalısın” dedi. Ben ona güvendim ve tiyatorcu oldum. 

Bir de okul yıllarınızda size ‘keçi’ diyorlarlarmış. Hâlâ inatçı mısınız?
Evet, hâlâ keçi gibi inatçıyım. Oğlak burcuyum. 

BİR TEK BEN BİR ŞEY OLAMADIM

Çok hareketli bir öğrencilik hayatınız olmuş. Hababam Sınıfı’nı aratmıyormuşsunuz...
Hababam Sınıfı bizim önemli kahramanlarımızdı. Her öğrencinin olumlu kahramanlarıydı onlar. Biz okul müdürüne göre, “Hababam Sınıfı’nı da geçtiniz” diye çok eleştirilen bir sınıftık. “Sizden hiçbir şey olmaz” deniliyordu. Bir tek ben bir şey olamadım. Profesörler var benim sınıfımdan. 

Köpernikli Yüzbaşı oyunundaki performansınızdan sonra Rutkay Aziz yanınıza gelip size; “Ast gemisine hoş geldin” diyor ve profesyonel tiyatro hayatınız da başlıyor...
Aslında “Ast gemisine binmek ister misin?” dedi. Ben de bunu gerçekten bir gemi zannettim. Çünkü Genco (Erkal) abinin, Kınalı Ada’da kayığı vardı. O kayık aklımda pek hoş bir anı olarak da kalmamıştı. Dedim ki; “Rutkay abi, ben bir boğulma tehlikesi atlattığım için denize öyle pek tutkum yok”. Yanımda dördüncü sınıftan bir abim vardı. “Abi çok şanslısın” dedi. Ben de “Benim denizle aram yok” deyince “Aptal, o anlamda değil. O seni tiyatrosuna çağırıyor” dedi. 

HİÇ YILMADIK

Ve uzun yıllar sürecek olan Ankara Sanat Tiyatrosu (AST) yılları başladı sizin için. Hatta 12 Eylül, darbe döneminde bile ara vermeksizin. Biraz o zamanın koşullarından da bahseder misiniz?
Sokaklarda insanlardan çok askerin dolaştığı bir dönem. O dönemde oyunlar savcılık tarafından inceleniyor, ona göre izinler alınıyordu. Bu kadar yasaklamalara rağmen Ankara Sanat Tiyatrosu; Galile’yi, Yaz Misafirleri’ni, Rumuz Goncagül’ü oynadı ve mücadeleyi bir maraton koşusu gibi dimdik sürdürdü. Şunu hep hatırlarım; sahnede 18 kişi vardı, seyirci 9 kişiydi. Yakıt sıkıntısı, elektirik kesintisi vardı. Gemici fenerleri diziliyordu sahneye. Sonra tüpler dizmeye başladık. Daha sonraysa Mitos Boyut Yayınları’nın sahibi Yılmaz Öğüt geldi, halimizi gördü. “Böyle olmaz çocuklar” dedi. Bize jenaratör aldı, getirdi. 

O jeneratör bize muhteşem bir şey gibi geldi. Hiçbir zaman yılmadık ve o inancımız bizi bu günlere kadar getirdi. 

ARTIK OKYANUSLARDA YÜZMELİSİN

Ankara Sanat Tiyatrosu’nda çok para kazanamıyor olsanız da ayrılmak istemiyorsunuz. Bir söyleşinizde BKM’ye geçmekte tereddüt ettiğinizi okudum.
Evet, Rutkay abiden izin aldılar. Rutkay abi bana; “Sen artık okyanuslarda yüzmelisin. Yılmaz çok güzel bir kalem. Git, beğenmezsen geri gelirsin. Burası yine senin tiyatron” dedi. Onun teşvikiyle Vizontele ondan sonra Beşiktaş Kültür Merkezi (BKM) ve yeniden İstanbul hayatı başladı. 
Yıllarca tiyatro yapmak değil de Vizontele’de olmak sizi meşhur ediyor. Bu nasıl bir duygu sizin için?
Üzülüyorum, şöyle üzülüyorum; bana soruyorlardı: “Bugüne kadar neredeydiniz?” ben de “Varşavo’da değildim. Türkiye’nin başkenti Ankara’daydım” diyordum. Yüze yakın oyunda oynadım, bunları izleyemeyenler adına üzülüyorum. Yoksa hayat devam ediyor. 

BÜYÜK İKRAMİYE ÇIKARSA BAĞIŞLAYACAĞIM

Büyük ikramiyeyi tutturmayı çok istediğinizi duydum. Tutturursanız ne yapacaksınız?
Onkoloji hastanesi açmaktı planım. Fakat şimdi onkoloji hastanesini LÖSEV Ankara’da tamamlayacak. Hâlâ ‘Bir tuğla da siz koyun’ kampanyasını sürdürmekteler. Biraz borcum var evle ilgili. O borcu kapatıp kalanın hepsini oraya göndereceğim.

Şansınızı denemeye devam ediyorsunuz...
Tabii, hatta bazen kaçırmayayım diye dörder haftalık alıyorum. Çünkü sözüm var. Çıkar çıkmaz Üstün (Ezer) Bey’e telefon açıp “Para hesabınızda” diyeceğim. 

Aile hayatınızda durumlar nasıl? Ufaklık büyümüştür epey...
Çok çabuk geçiyor zaman. Üç yaşına yaklaşıyor, kreşe başladı. Herkesin “Torununuz mu?” dedikleri bir çocuk Ali. İlk önceleri bunu baba, dede rolleri oynadığım için deniliyor sanıyordum. Ama birinin yanında bir çocuk görünce ilk olarak, “Torununuz mu?” demek yerine “Merhaba nasılsınız, iyi misiniz?” demesi ve ondan sonra “Torununuz mu?” diye sorması daha doğru olmaz mı? Yanınızdaki çocuk torununuz olmayabilir, komşunun çocuğu olabilir, belki sokakta buldum karakola götürüyorum. En son şunu  dedim artık; “Hayır, efendim. Babası torunum olur”. Onun haricinde en büyük oğlum Efe burada ekibimizde, skeçlerde o da yer alıyor. Ortanca Can 16 yaşında, çok güzel piyano çalıyor.

EMEK EN YÜCE DEĞER

Sizin de rol aldığınız ‘Yalan Dünya’ ansızın bitti. Bu aralar dizilerin başlamasıyla bitmesi bir oluyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Hiç anlayamadığım şeyler... Gerçekten anlayamıyorum. Bir televizyona yönetici olmak zor bir şey olsa gerek. Ama o yöneticinin de dışarıdaki insanlardan farklı bakması lazım. Yakınen çevrede yaşananları bilmediğimiz için yorum yapmak biraz güç ama sezonun başında başlayan bir işin pat diye bitmesi de çok anlamlı değil. 

“Bunca emek boşa gitti” dediğiniz oluyor mu?
Tabii ki. Bizde emeğin en yüce değer olduğu olgusu çok diplerde. Bir gün o televizyon yöneticileri de; “Bu kadar emek verdim. Niye benim işim bitti?” diyebilecekleri bir noktada olabilirler. Bunu unutmamaları gerekiyor; emek en yüce değer. Öyle bir gecede karar verip bitirilebilecek bir şey değil. Bir gecede bir şeye karar verilir; bir gecede şöyle bir şeye karar verilir. Bu ülkenin yarını için, çocuklarını, gençlerini sanatla iç içe yetiştireceğmiz bir olguyu yaratmaya. Buna bir gecede karar verilir. Bir gecede ormanların korunması adına hemen bir karar verebiliriz. Bir gecede gecede kadına şiddetin bitmesi için hemen bir karar verebiliriz. Bir gecede yaban hayatın korunması için karar verebiliriz. Barışa karar vermek gibi... Ama bir gecede her şeyi doğru bir şekilde akan -bana göre doğru akıyordu- bir gecede bitirilmesi, benim mantığıma göre doğru değil.

Oğlum Efe de bizle birlikte

Programın formatından biraz bahseder misiniz?
Formatımız Amerika’daki ‘ABC’ kanalında yaklaşık 20 yıla yakın bir süredir yayımlanan bir format. The Walt Disney Company’e ait. Bu formatın içinde biz kendi ülkemize uygun bakış açısıyla vicdanları sorgulayan bir konsepti uyguluyoruz. ‘Noname’ dediğimiz tanınmamış oyuncularımız var. Bu oyuncular bizim kurguladığımız bir oyunu, seçilen mekânlarda dramatize etmeye başlıyorlar. Amacımız sıradan insanların bu konulara karşı verdikleri tepkilerin nedenlerini ortaya çıkarmak. Tepkisiz mi kalacaklar, tepkili mi davranacaklar, tepkileri ne derecede olacak? 

Peki, şu ana kadar tepkiler nasıl?
Fiziksel şiddeti kendi içlerinde gösteren izleyicilerimiz oldu, nasihat eden izleyicilerimiz oldu, doğru yolu göstermeye çalışan izleyicilerimiz oldu, kendileri karışmayıp emniyet güçlerini arayan izleyicilerimiz de oldu. İlk önce susup dinleyip sonradan müdahale edenler oldu. Hiç karışmayanlar da oldu. Duymak istemeyenler de oldu. İşte biz kendi toplumumuzun gelenek ve göreneklerini de göz önüne alarak hassas olduğumuz konularda, ne yapmamız gerektiğini ve yeniden toplumun çok ihtiyaç duyduğu; sevgi birliktelik başkalarının hayatını kendisi yaşamış gibi yani empati denilen kelimeyle özdeş kılarak, ne yapardı cümlesini almak için cımbızladığımız noktalar oluyor. Bazı oyuncularımız olayı dramatize ederken, provoke eden oyuncularımız da var; ‘işbirlikçi’ dediğimiz. Toplumun bazı bireyleri olaya karışmak istemiyorlar. Onlar da onların ruhunu harekete geçirmeye çalışıyorlar. Hep beraber gelecek kuşaklara bu dünyanın daha yaşanabilir bir dünya olması gerektiğini anlatmak için, bütün insani duyguların ortaya çıkmasında seyircilerimizi böyle bir vicdani muhasebeye yönlendiriyoruz. 

PROGRAM BİZİ ANLATIYOR

Böyle bir programın içinde bulunmaktan dolayı neler hissediyorsunuz?
Şimdi ben 59 yaşındayım. Yaşadığımız çağda her şey hızlı değişiyor. Çocukluğum İstanbul’da, sabahtan akşama kadar; sokaklarda, bisiklet üzerinde geçti. Bütün insanların birbirini tanıdığı bir semtte oturdum. Kadıköy’ün göbeğinde Koşuyolu’nda. Dışarıdan gelen biri bütün herkes tarafından “Kimi aradınız?” diye hemen sorgulanırdı. Annemiz-babamız gibi komşularımız da bize sahip çıkardı. Akraba gibiydi herkes. Bir şey olduğu zaman mahallenin büyükleri müdahale ederdi. Şimdi yaşam biraz farklılaştı. Herkes sitelerde, farklı bir hayatın içinde, karşı komşunu tanımadan yaşar hale geldi. Dünya kendi içinde farklı savaşlara girdi. Bütün bu kan gölünün içindeki dünyada duyguların yeniden insana dair olması adına; ‘biz böyle bir şeyin içine girmeliyiz’ diye düşünerek, kendimi burada gördüm.

İlk programda yardımsever bir teyze hüngür hüngür ağlayarak kendi kredi kartından kızın bütün masraflarını karşıladı. “Biz zaten böyleyiz, zaten böyleydik” dedi. ‘Biz zaten böyleydik’i yeniden hatırlatmak istiyoruz herkese.

Bu toplumun yardımsever olduğunu, bu toplumun kendi içinde ne kadar bağlı duyguları olduğunu, bu toplumun gelecek kuşaklara çok önem verdiğini tekrar gözler önüne çıkarmak istiyoruz. Unutulan bazı şeyler var. Hızlı bir yaşamda, şehirde herkes mecburen kendini düşünür.

Bazı şeyleri yapıyor ama an geldiğinde de eve o duygularını hatırlayarak ortaya çıkıyor. Biz o anın her zaman olmasını istiyoruz. Her dakika bu dünyanın, bu ülkenin, yaşadığımız çevrenin bizlerle beraber yarınki kuşaklara temiz devredilmesinden yana bir duygunun tekrar yaşatılmasını itiyoruz. Onun için böyle bir işe girdim ve ilk bölümden sonra gerçekten de “İyi ki girmişim” diyorum.
Konular Röportaj