Alper Kul: 'Delirmemek için çalışıyorum'
"Delirmemek için kendimi meşgul etmeliyim" diyen Alper Kul darbe döneminde büyümenin zorluklarını, yazmanın hangi karanlık yönlerini tedavi ettiğini, 'aşk' mevsimini ve kadın- erkek ilişkilerini anlattı..
- Hem yazıyor, hem yönetiyor hem de oynuyorsunuz. Bunların hepsini yaparken dağılmıyor musunuz?
Dağıldığım için hepsini bir arada yapıyorum zaten. Bir işe çok fazla konsantre olamıyorum. Başka işleri aynı anda yaptığımda daha sağlıklı oluyor. İki yarım bir tam ediyor yani. Yazarken de tek bir hikaye yazamıyorum. Birinden sıkılınca diğerine geçiyorum.
DARBELİ GENÇLİK
- Yazmak yaralarınızı, karanlık yönlerinizi iyileştirmeye yarıyor mu?
Epey rehabilite ediyor. Yazarken kendinle hesaplaşma içindesin. Yazdığın her karakterde senden bir parça var. Yazarken arazlarımla, hoşuma giden, gitmeyen taraflarımla sürekli hesaplaşıyorum.
- Peki, yazarak hangi karanlık yönlerinizi sağaltıyorsunuz?
Darbe döneminde büyüdük. ’Acaba büyükler, devlet, aile ne der?’ ile ilgili bir araz var bizim jenerasyonda. O yüzden yaptığın şeyin normal olup olmadığını, toplum normlarına uyup uymadığını güç sahibine onaylatma ihtiyacı oluştu. Şimdiki gençler nevi şahsına münhasır yetişiyor. Farklılıklar sevilebiliyor. Ama ben çocukluğumdan beri her ne yaparsam yapayım ’Acaba yanlış mı yapıyorum, yanlış mı davrandım?’ diye düşünürüm. En korktuğum şey de yanlış anlaşılmaktır. O yüzden söylediğim her lafın sağlamasını yaparım. Bu dertlerimi, sıkıntılarımı yarattığım karakterlerle çözmeye çalışıyorum. Yazmak da kendi kendine konuşmak gibi...
- Farklılıklar seviliyor diyorsunuz, günümüzde farklı olanı kabul eden bir görüş var mı gerçekten?
Büyük şehirler farklı. Saç şeklinden giyimine, fikirlerine kadar toplum seni kabul ediyor ama şimdi de sistem kabul etmiyor. Mahkeme denilen kavramın hayatın her alanına girdiğini fark ettim. ’118’li bir reklamda ’Mahkeme tarihinizi mi unuttunuz, arayın söyleyelim’ diyordu! ’Avrupa’nın en büyük adalet sarayını’ yaptık diyorlar, inşallah ileride insanların zihninde çok tatsız, yaralayıcı anılar oluşturmaz bu. İnsanlar şikeden, karikatür çizmekten, yazdığı eserler yüzünden yargılanıyor. Medya patronu, asker, işadamı yargılanıyor. Bir toplumun çöküşünün başlangıcı gibi geliyor bu durumun reklamlara kadar sıçraması. Herkesin yargılanması ve sorgulanması o sistemin yetiştirdiği çocuğun tek tipleşmesine hizmet edeceği anlamına geliyor. Bu da 80’lerde yapılan darbeye benzer bir zihniyetle eş düşüyor ki bu da güce, devlete, ebeveyne, öğretmene, askere, polise doğru yapıp yapmadığını onaylatmak gibi bir ihtiyaç doğuruyor.
- Birçok işle meşgul olmanızın altında hayatla ilgili başka bir derdi, örtmek yatıyor olabilir mi?
Kendimi meşgul etmek olabilir. Yazarken, üretirken, oynarken dertlerini sorguluyorsun. Evet, kendimi meşgul etmem lazım delirmemek için. Yoksa gerçekten delirebilirim. Emeklilik sonum olur.
- Birçok işi bir arada idare eden biri birkaç sevgiliyi de idare etme potansiyeline de sahip midir?
Şu anda aşkla ilgili bir durumum yok. Aşkın peşinde de koşmuyorum. Zaten aşkı yönlendirmem, aramam saçma olurdu. Yoksa Tanrı yukarıdan bakıp da gülerdi halime. Günün birinde hormonların değişir kilometrelerce uzakta aradığın aşkı iki metre yanında da bulabilirsin. åşık olmak da, olmamak da elimde değil. O yüzden tevekküle inanıyorum, teslimiyetçiyim. Kaçmıyorum da, kovalamıyorum da ama olursa da hakkını veririm. Bir de tek eşliyimdir.
- Murathan Mungan ’Aşk bir nasip işidir’ diyor, size aşkın hangi halleri nasip olur? Acılı, sancılı, mutlu...
Hayatta sadece huzuru kovalıyorum. Seçtiğim işlerde, arkadaşlıklarımda, kız arkadaşlarımda da tek kuralım huzur. Huzurlu olmadığım ortamda bulunmayı reddediyorum. Sorunuzun cevabı ’bana huzur veren bir insan’ olur.
CEMRE YÜREĞİME DÜŞER
- Aşk her daim olmasa da insanı huzursuz eden bir durum değil midir?
Bunun bir kodu olduğunu zannetmiyorum. Her bünyede farklı reaksiyon gösterebilir.
- Mungan’ın dediği gibi ’Her aşkın bir coğrafyası var’ ise sizin aşkınızın iklimi ya da mevsimi hangisidir?
Yüzde yüz yazdır, deniz kenarıdır, iyot kokusudur. Şarap kokar. Hafif pusludur ama çok sıcaktır. Kesinlikle soğuk ortamda aşık olabileceğimi sanmıyorum. Havaya, suya, toprağa cemre düştüğünde hormonlarım değişir ve çok mutlu olurum. Cemre benim yüreğime de düşer. Sebepsiz yere mutlu olurum. Ne zaman ki mevsim sonbahardan kışa döner işte o zaman depresif olurum. Elimde olsa sonbahar ve kış mevsiminde leylekler gibi Güney Yarım Küre’ye giderim.
- Bir reklamda erkekler dostluğa kadeh kaldırıyordu, buradan hareketle sorsam; erkekler daha mı sıkı dost olur?
Dostluğun kadını, erkeği mi olur? Dostluğun olmazsa olmazı paylaşımsa kadınlar bu konuda daha avantajlı çünkü erkeklerden daha fazla duygu aylaşırlar. İki erkek bir araya geldiğinde susar, yeni biri ilişkiye başlamışsa biri diğerine ’Ne oldu?’ diye sorar öbürü ’İyi oldu.’ der, geçer. Oysa kızlar ’Ne yaptı; ne yedi; bir şey söylerken nereye bakıyordu?’ gibi olayı analiz ederler.
Olmadık yerlerden anlamlar çıkaracak kadar her şeye hakim olurlar. İşte ben buna paylaşım derim. O yüzden kadınların dostluğu bambaşka bir şeydir.
- Siz kadınlara içinizi açar mısınız?
Duygularımı konuşurum. En yakın arkadaşlarım arasında kadınlar da var. Çünkü danışacağım, fikrini alacağım konularda beni tamamlıyorlar, sağ olsun Deniz’e buradan hürmetler...
- Kadınlar hakkında kadınlardan tüyo alır mısınız?
İlişkiyle ilgili konuşmayı sevmem. Zaten erkekler ilişki hakkında çok konuşmaz. Özellikle de İstanbul erkekleri. En yakın iki erkek arkadaşım Ankaralı ve onlara şaşırıyorum. Çünkü duygularını net bir şekilde ifade edebiliyorlar. Ama ben duygularımı erkek arkadaşlarımla çok fazla konuşmam. Fakat Erdem’le, Mehmet -onlar kendilerini bilir- konuştukları zaman gıptayla izlerim.
- Erkekler kadınları hiç mi çekiştirmez?
Benim çevremdeki erkekler her şey yolundayken ilişkileriyle ilgili bilgileri arkadaşlarıyla paylaşmaz. Ne zaman ki ilişki biter, kendini tasdik ettirmek için, ’Öyle değil mi abi?’ ile başlayan ’Haksız mıyım abi?’ ile biten onaylama cümleleriyle kendilerine destek ararlar. Sonra da içerler.
- Peki, aşk acısı çeken erkek içki masasında ağlar mı?
Ağlayanı, susanı, içine ağlayanı, kaçanı, dağıtanı var.
- Siz ne yaparsınız aşk acısı çektiğinizde?
Mantığımla hareket ederim. Belki de savunma mekanizması. Acılarımı, sıkıntılarımı içimde çözmeyi tercih ederim. Paylaşmam. Şiddetli acı çekiyorsam yazmaya başlarım.
n Peki, bu acı sevgiliye bir mektup ya da mesaj olarak gitmez mi?
Hayatta gitmez. Günün birinde bir tiyatro oyununda bir karakter olarak karşısına çıkabilir. Ya da bir şarkı sözünde...
EYVAH OĞLUM GEY OLACAK!
- Babanız oyuncu olmak istediğinizi duyunca ’Eyvah oğlum gey olacak’ demiş ve sizi takibe almış değil mi?
Her bara gittiğimde babam bir yerlerde siluet olarak görünürdü. Genç kız korur kollar gibi epey beni takip etti. ’Bu çocuk ne yapıyor; nasıl bir yaşam biçimi bu; niye bunlar her akşam buluşuyorlar?’ diye merak ederdi. Genelde sanatla uğraşanlar gece yaşar ama bu durum babamlara ters gelirdi çünkü onlar da gündüz yaşayan insanlardandı. ’Bu insanlar gündüz uyuyup gece ne yapar, ne konuşur’u babam da benimle öğrendi. Bütün arkadaşlarım babamı çok sever. Çok nevi şahsına münhasır biridir. Komiktir.
- ’Babamın Oğlu’ oyununuz babanızın ilk cinsellik deneyimini yaşamak için İstanbul’a gelişiyle başlıyor. Ben de sizin ilk deneyiminizi sorsam...
Babam sohbet sırasında bir kızın sadece elini tutabilmek için iki ay peşinde gezdiğini anlatıp bir de ’Dünya size güzel, facebookta aradığınızı iki günde bulamazsanız zaten salak diyorlar size. Nasıl oldu da bu ülke bu kadar değişti?’ diye bir cümle kurdu. Ben de bunun üzerine cinsellikten yola çıkıp oyunu yazdım. 18 yaşındaki kanı kaynayan Fikret’in mahalle baskısıyla yaşayamadığı cinselliği yaşamak için İstanbul’a geneleve gelme hikayesiyle başladım. Babam da bunu her mecliste rahatlıkla anlattığı için iznini alarak oyunlaştırdım. Benim hikayeme gelirsek... ABD’nin cinsellik konusunda ya da fikir beyan etme konusunda dünyanın en özgür ülkesi olduğu öğretildi bize. İzlediğim ’Miami Vice’, ’Yalan Rüzgarı’ gibi dizilerde de çok geniş meşrepli arkadaşlar vardı. Ben de ’Bu ABD ne güzelmiş. O onunla, bu bununla, yaşasın’ dedim. O zamanlar saçlarım vardı ama çok yakışıklı bir oğlan da değilim, boyum da kısa, bir de sarışın Amerikalı kızların esmer erkeklere bayıldığı yalanına inanıp İstanbul’dan ABD’ye gittim. Ve gerçekten mezheplerinin o kadar geniş olmadığını ilk haftada anladım. Büyük bir hayal kırıklığı oldu. Ben de ’En iyisi okuyayım, mesleğimi geliştirip geri döneyim. ’Ne varsa insanın kendi çöplüğünde var’ dedim.
KADINI ÇÖZMEK ZOR
- Kadın- erkek ilişkilerine ayna tuttuğunuz oyununuz ’Mağara Adamı’ndan yola çıkarsak bugüne kadar kadın-erkek ilişkisine dair ne öğrendiniz?
Aynı cinsin dişisi ve erkeği birbirinden bu kadar mı farklı olur? Sanki her türlü canlının erkeğini Mars’tan, dişilerini de başka bir gezegenden getirmişler. Erkek araba kullanıyorsa sadece araba kullanır, aynı anda bir şey söylediğin zaman duyamaz. Ama bir kadın ortamdaki üç ayrı kişiyi dinler, yemek yerken telefonla da mesaj atabilir.Bir kadını çözen varsa ’Vazgeçme ve hemen ona yapış’ derim. Bir kadını algılayıp da çözmüşsen hiç boşa vakit kaybetme, olmuştur o iş. Büyük hedeflere gerek yok. Huzuru bulmak yeter.
Sibel Ateş YENGİN