Ertuğrul Özkök şaşırttı!..
"Mini etekle namaz kılınacağını, başörtüsüyle içki içilebileceğini düşünen kadınların ülkesi..."
"Mecmua Dergisi benim için önemli, çünkü 46 gibi. Bağımsız dergi. Bir yayın grubuna bağlı değil. "Röportaj yapar mısın?" dediler. "Hayır, çünkü boynuma kadar iş doluyum!" dedim.
Fakat o kadar iyi niyetli ve heyecanlıydılar ki, kıramadım. Yalan söyleyecek halim yok, teklif ettikleri telifin de etkisi var. Ama esas olarak uçmaya hazırlar. Yaratıcı ve her şeye açıklar. İlk röportaj, Ertuğrul Özkök. Bir kısmını burada okuyabilirsiniz, gerisi bu ayki Mecmua’da. Çok çok eğlendiğimiz bir röportaj ve çekim oldu, fotoğrafları Cem Talu, kara tahtanın önünde çekti, Ergün Gündüz farklı fonlar çizdi. Ertuğrul Özkök’e de bir teşekkür buradan. Çünkü her seferinde, bir kere daha ikna oluyorum ki, dünyanın en komplekssiz adamı. Bir de, eski yayın yönetmenimiz, artık bir sürü şeyi aşmış, insanların konuşmaya bile çekineceği pek çok kavramı tartışmaya açmaktan çekinmiyor. Eskiden de öyleydi ama şimdi durdur durdurabilirsen...
Siz daha çok hangisisiniz? Şeytan mı, melek mi?
- Sana sorayım. Sence hangisiyim?
Bence ikisi de...
- Geçenlerde Şanlıurfa çarşısında gezerken, bir esnafın bana bakışını gördüm. O bakışa göre, melek olmam mümkün değil. Ama kızıma, karıma, anneme, beni yakından tanıyan insanlara sorarsan, daha çok meleğim. Şeytan ve melek nitelemeleri, insanın kendi objektif değerlendirmeleri değil. İnsanın üzerine yapışan bir şey, atfedilen bir şey?
Yüzdeye vursak?
- Fifty fifty. Fotoğraftaki gibi!
Yoksa herkes öyledir de; sizin farkınız bunu itiraf edebilmek mi?
- Hangimiz yüzde 100 melek, yüzde 100 şeytanız ki? Biraz ondan, biraz bundan idare ediyoruz işte.
Şeytan ne zaman ortaya çıkıyor, melek ne zaman?
- Rıdvan Dilmen futbol oynarken ona, “Şeytan Rıdvan” deniyordu. Şeytanlık orada, ‘zekâ’yı temsil ediyordu. Şeytanı böyle bir şey olarak görüyorsan, fena bir şey değil. Bende ne kadar var, onu ben söyleyemem. Başkaları söylesin.
Neler fısıldar melek ve şeytan kulağınıza?
- Şeytan ve meleğin ne olduğunu tam olarak bilmiyorum. Ama neler fısıldadıklarını biliyor olabilirim. İstersen bu meseleyi, ‘sevap’ ve ‘günah’ olarak ele alalım. Küçüklükten itibaren bana şu öğretildi: “Sağ omzundaki melek sevabı, soldaki neyse, işte, o da günahı yazar.” Bazen geriye dönüp, bir hayat bilançosu çıkarıyorum. Cennete gidecek kadar sevap yapmışım. Ama cehenneme gidecek kadar günahım da vardır!
O zaman Allah gecinden versin, sizin gideceğiniz yer neresi?
- Cehennet! Yani yarın bir gün arkamdan, “Mekânı cehennet olsun” denirse, ben, “Demek ki bu hayatı güzel yaşamışım” diyeceğim.
‘İlkesiz’lik ve ‘omurgasız’lıkla suçlandınız. ‘İçinizdeki şeytan’la ilişkili olabilir mi?
- Etrafa bakarsan, ‘ilkeli’ ve ‘omurgalı’dan geçilmiyor! Elini sallasan ellisi. Hadi sen bana, bir tane sapına kadar ilkeli ve omurgalı dediğin türden birini göster. Sen “Şu öyle” diyeceksin, on kişi eline taşı alıp, ona atmaya başlayacak. Birileri çıkıp bana, “ilkesiz, omurgasız” gibi ilkel bir laf etse söyleyeceğim şey şu olur: “İlk taşı, içinizdeki en omurgalı ve en ilkelisi atsın!” Emin ol, biri cüret edip atmaya kalkarsa, ötekiler onu taşlar. Etrafta, ‘omurgalı’ diye gezen bazılarının geçmişini çok iyi biliyorum. Ben sadece şunu söyleyebilirim. Altına inemeyeceğim bir ilke çizgim var. Belki onların anladığı anlamda omurgam yok ama vicdanım ve adalet duygum var. Bu da bana yetiyor.
ŞANSLI YILDIZIN ALTINDA DOĞMUŞ BİR HERGELEYİM
Hayatı, tersine çevrilmiş kum saati gibi hissettiğiniz ve zamanınızın azaldığını düşündüğünüz oluyor mu? Yaşlandığınızı hissediyor musunuz mesela?
- Hissediyorum. Yine de hâlâ, narsist duygularımı kaybetmedim. Her sabah aynaya çıplak bakma cesaretim var. Bakabilmek için de gövdeme özen gösteriyorum. Gençleşemeyeceğimi biliyorum, onun için yaşımı genç tutmaya çalışıyorum.
Kendinizi nasıl görüyorsunuz? Şanslı mısınız, şanssız mı?
- “I’m a wonderful bastard” diyorum! Rod Stewart’ın şarkısındaki gibi. “Some guys have all the lucks.” Şanslı yıldızın altında doğmuş bir hergeleyim. Demiryolunun dibinde bir kenar mahallede doğdum. Sonradan görmeyim. Ama sonradan her şeyin iyisini gördüm. Allah bana gösterdi. Mutlu bir mahallede, olağanüstü bir ailede doğdum. Olağanüstü bir anne, baba, olağanüstü kardeşler evinde büyüdüm. Olağanüstü mahalle arkadaşlarım oldu. Türkiye Cumhuriyeti beni, içeride ve dışarıda en güzel okullarda okuttu. Maymun değilim. Sağlığım yerinde. Erkekliğim yerinde. Dünyanın en güzel kadınına sahip oldum. Tansu, büyüdükçe güzelleşen, güzelleştikçe beni mest eden bir kadın oldu. Bana olağanüstü bir kız verdi. O da olağanüstü torunlar. Sevmeyi ve sevilmeyi dibine kadar yaşadım. Aldığım zevklerden bıkmadım, verdiğim zevklerden olağanüstü bir haz aldım.
Şahane şeyler yaşamışsınız. Hayattan beklediğiniz ne kaldı?
- Daha ne isteyeyim. Artık Abramoviç veya Koç olmanın bana vereceği marjinal bir zevk yok. Allah razı olsun, Aydın Bey bana hayatımı iyi geçindirecek bir maaş veriyor. Halim vaktim yerinde. Gelecek korkum yok mu, var elbet. Kenar mahallelerden gelen çocuklar o korkuyu kolay kolay atamaz. Ama bir gün her şeyimi kaybedersen de ölmem. Eh o da, bütün bu olağanüstü hayatın bedelidir diye düşünürüm. Katlanabilirim veya en kötü ihtimalle, doğduğum mahallelere dönebilirim. Çünkü oraları hâlâ çok seviyorum. Gittiğimde hala mutlu oluyorum.
Peki geç keşfettiğiniz bir şey söyleyin?
- ‘İhtimam göstermeyi’ geç keşfettim. İnsanın, en sevdiği insanlara ihtimam göstermesini. Geriye baktığımda görüyorum ki, “Nasılsa beni anlarlar” diye en sevdiğim insanları ihmal etmişim.
MİNİ ETEKLE NAMAZ TÜRBANLA ŞARAP
Hayallerinizin sınırı hangi noktada?
- Sınırı yok! Mini etekle beş vakit namaz kılınacağını, başörtüsüyle içki içilebileceğini düşünen ve buna cüret eden kadınların ülkesini düşlüyorum. Söyle var mı bunda, adaba aykırı, inanca ters düşen bir şey? Ben bunları hayal ediyorum. Umutla bekliyorum. ‘Patavatsızlık’ kelimesine kendimce çok olumlu bir anlam verdim. Göğsümü gere gere “Ben patavatsız bir insanım” diyorum. Övünerek söylüyorum. Sahiciliğimin en sağlam kaynağı bu patavatsızlığım. Çünkü içimden geleni, rahatça söylüyorum. 21’nci yüzyılın, patavatsızlık yüzyılı olduğuna inanıyorum. Galileo patavatsızdı. Caravaggio da, Michelangelo da, da Vinci de, Bernard Henri Levy de, Marx da. Said-i Nursi çok farklı ve cesur şeyler söylediği için bu kadar insan onu izledi. Bunlar cesur insanlar, içlerindeki tutkuyu ve inancı takip ettiler, ettirdiler.
Kadınlar sizin için ne ifade ediyor?
- Cesur, her şeyi hak eden kadınlar tanıdım, ‘bitch’ sıfatını bile hak edemeyenleri de. Adnan Kahveci gibi olağanüstü erkekler tanıdım, karısına da sevgilisine de sahip çıkan. Hiç hak etmemiş sevgililere bile bunu gösteren erkekler tanıdım. Tutkunun hakkını veren, cesur kadınlar tanıdım. Dedim ya, hem herkesin takdir ettiği ‘anneliği’, ‘ideal eşi’ sıfatını; hem de hayata dair bütün öteki renkli, güzel sıfatları hak eden kadınlar da. Bazen ayrı ayrı bedenlerde, bazen aynı bedende. Allah’ın verdiği hayatı hakkıyla yaşamanın böyle bir şey olduğuna inanıyorum.
CENAZEMİ KİLİSEDE KALDIRSINLAR DUAMI İMAM YAPSIN
İnancım ne? Müslüman’ım. Beş vakit namaz kılmayan, oruç tutmayan, Hacca gitmemiş bir Müslüman. Ben Allah’ın iyi kuluyum. İnanıyorum ki, yarın bir gün Allah’ın huzuruna çıktığımızda, Her saniye, ‘Allah’ adını ağzına alan ama amacı uğruna, her şeyi, en belaltı vuruşları bile mubah sayanlardan çok daha hak etmiş bir mevkide olacağım. Sessiz, dilsiz sevaplarımı onlardan daha çok hak etmiş; sesli günahlarımdaysa onlardan daha bağışlanacak bir mevkide olduğuma bütün kalbimle inanıyorum. Başkalarının değil, kendimin kendime verdiği sicile itimat ediyorum. Çünkü kendim hakkında, başkalarından çok daha fazla acımasız, çok daha fazla objektifim. Özür dilemeyi, affetmeyi kesin inançlılardan çok daha iyi yaşıyorum. O nedenle, ‘affedilmeyi’ onlardan çok daha fazla hak ettim. Öldüğümde, son yolculuğuma Hıristiyanlarınki kadar güzel bir tabuta konarak çıkmayı istiyorum. “Be adam ölmüşsün sana ne” diyebilirsin. İyi ya zaten geride kalanlar için bu estetiği talep ediyorum. Sadece bana değil, onlara da saygıdan söz ediyorum. Cami avlusundaki kargaşayı beğenmiyorum. Keşke cenaze törenimin camide değil, bir kilisede olsa diyorum. İzin verirler mi, bilmiyorum. Beni anlayacak ve bunu kabul edecek bir imam gelsin, kilisede, sıralarda oturan dostlarıma bir konuşma yapsın istiyorum. Beni sevenler kravatlarını takmış, takım elbiselerini giymiş gelsinler istiyorum. Mahler çalarken, beni en iyi anlayan insanlardan birinin başımda bir konuşma yapmasını istiyorum. “Ertuğrul Abi” diye başlayacak birinin. Sonra da Müslüman mezarlığına gömülmek istiyorum Urla’da, sakin bir yerde. Basit bir mezar taşı. Babamınkine ‘matbaacı’ yazmıştık. Benimkine sadece
“O” yazsınlar. “O”, yani ben.
AYAK NUMARASINA GÜVENMEMEK LAZIM
İktidar partisinin sözcüsü çıkıp, seni “Ayağımın altında ezeceğim” diyor. Bu lafı hiç sevmedim. Tanıdığım Hüseyin Çelik’in de bu lafı seveceğini sanmıyorum. Herhalde ağzından kaçtı diye düşünüyorum. Ayakkabılarımıza gelince, onlar insanları ezecek kadar büyük değil. Ben 12 Eylül’de 80 numara botlar altında ezilmedim. Eh bu dönemde de kendimizi korumaya çalışırız. Hayat bana,1 numaranın 2, 3 hatta 30 numaradan büyük olduğunu gösterdi. Çünkü 1 numaranın karşısında, ‘birey’ yazıyor, ‘kendi’ yazıyor orada. ‘64 yıldır’ ben kendim varım. Kimseyi ayağımın altına alma duygusu taşımadım. Allah bana en büyük öfkeyi ancak üç ay taşıma kabiliyeti verdi. Ama tarih, hayat, kimi ezer onu bilmem. Ayakkabı numarasına güvenmemek lazım?"