Gafur Uzuner'den yıllar sonra konuşulacak açıklamalar
80'li yılların sonunda şöhreti yakalayan ünlü tiyatro sanatçısı Gafur Uzuner, yıllar süren sessizliğini bozdu...
Akşam Gazetesi'nden Gülcan Tezcan'ın röportajı...
Herkes sizi oyuncu ve televizyon programcısı kimliğinizle tanıyor. Ama son zamanlarda ressam olarak dikkat çekmeye başladınız. Resim zamanını mı bekledi bu kadar öne çıkmak için?
Doğru, artık zamanı geldi galiba. Ben Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Resim Bölümü mezunuyum. Tiyatro ile ilgili de eğitimim vardı. Ama bu ülkede resimden karnınızı doyurma ihtimali çok az olduğu için ben de mecburen oyunculuk kısmını önde tutarak ekmeğin peşine düştüm. Şan Tiyatrosu'nda müzikallerde oynadığım dönem sonrasında sergiler açtım.
Sağolsun Haldun Dormen ve merhum Metin Serezli beni desteklediler sergilerimde. Dolayısıyla zaman zaman resim yaptım. Ama bu yoğunlukta değildi. Son dört, beş yıldır karar verdim. Resim hayatımda yer tutmalı ve hatta mümkünse ekmeğimin bir parçası olmalı diye.
Başlangıçtaki çizgide mi devam ettiniz resme?
Kendi çalışmalarımın üstüne ne koyabilirim diye düşündüm. Tarzımı netlemem gerekiyordu. Son dönemde içinde bolca kırmızının da olduğu şehir resimleri ve birkaç tema yapıyorum. Mesela İstanbul resimleri yapıyorum. Özellikle Galata civarı vs. Kapadokya, kış ve Şile'den kendi evimin olduğu bölgeden resimler yapıyorum. Bu işlerin serilerini üretiyorum.
Neden bunlar öne çıktı?
Önce ruhum sevdi Tarihi Yarımada'yı, Galata'yı, İstanbul'un eski dokusunu... Galata'nın İstanbul'a hâkim bir duruşu var. Nereden bakarsanız bakın, Galata bir kule olarak bir başına İstanbul'un tepesinde şehri kucaklar gibi duruyor. Ben bunu yapma ihtiyacı duydum. İlk defa da ben yapmıyorum. Binlerce yıldır yapanlar var. Bunu yaparken hem benim hoşuma gitti hem de ürettiklerime alıcı olanların hoşuna gitmeye başladı. Ürettiğini birileri tüketiyorsa sen diyorsun ki ben doğru yoldayım, talep de ediliyor. Onu üretmeye devam ediyorsun. Galata böyle çıktı. Kapadokya'yı gezi programları yaparken de çok çektim. Bana hakikaten büyülü ve masalsı geliyor. Dünyada belki de eşi, benzeri yok. Müthiş bir coğrafi oluşum, ben böyle bir masalsı resim yapmayı da seviyorum. Kurmaca resimler yapıyorum. Mesela Galata'nın çevresine geniş meydanlar resmediyorum. Orada öyle bir yer yok aslında. Taksim Meydanı yapıyorum caminin önünde eski bir yapı var. Eski yapıların yaşamasını istiyorum ama baktığım zaman caminin önü de kilisenin önü de açılmalı diyorum. Hamburgerciler kilisenin önünde olmasaydı nasıl olurdu? Sonuçta biraz şehir plancı gibi de çalışıyorum resim yaparken.
Aslında olması gereken ya da özlediğimiz şehir yansıyor galiba...
Ağaç yoksa ağaçlar koymak, kötü yapılar varsa, tarihi değeri yoksa onları kaldırmaya çalışmak... Bu anlamda biraz yorum katmayı seviyorum. Birebir yapmaktan hazzetmiyorum. Hayatla sanatın biraz farkı olması gerektiğini düşünüyorum. Her şeyi hayattaki gibi yapmıyorum.
Galerilerle çalışıyor musunuz? Galeriler bir noktadan sonra sanatçıyı yönlendirmeye çalıştığına dair eleştiriler var. Siz nasıl bakıyorsunuz bu meseleye?
Canımın istemediği bir şeyde oynamam. Canımın istemediği bir galeri ile de çalışmam. Böyle bir lüksüm var. Geçimimi sırf oraya bağlamamışım. Mecbur kalsam, ekmeğim olmasa belki oraya direnemeyebilirim. Ama benim gönlüm istiyorsa ve bu, galericinin isteği ile örtüşüyorsa tabi ki yaparım. Ama sanatçı olarak keyif almadığım hiçbir şeyi yapmam ve yapmak istemiyorum. Çok resim yapmak da istemiyorum. Az ama nitelikli resimlerim olsun yeter. Tadını çıkara çıkara resim yapma derdindeyim. Kişisel sergi teklifleri geliyor, değerlendirdiklerim var. Fuarlara katılıyorum. Gönlümün istediği ne ise onu yapmaya gayret ediyorum çünkü o dediğiniz tuzak benim için de var. O tuzağa da düşmek istemiyorum.
Pandemi sanatsal üretiminizi nasıl etkiledi?
Çok ilginç pandemi bana olumlu yaradı. Bir kere doğanın içinde yaşama şansım vardı. O şansımı daha yoğun kullanmak mecburiyetinde kaldım. Kalabalıktan ve şehirden uzak durmam gerekiyordu. Sonuçta burada kendimle başbaşa kalınca üretim de çoğalmaya başladı. Burada bir yere kapanmış gibi görünüyorum ama sanal ortamda yaptıklarımla çok geniş kitlelere açılmaya başladım. Fotoğraflar koyuyorum, videolar çekiyorum. Sanatsever alıcılara oradan ulaşmaya başladık.
Eskiden insanlar sergilerde görüp eser alırdı artık sosyal medya galeriye dönüştü galiba...
Aynen öyle oldu. En doğrusu yine birebir resmi görüp almak ama ta ABD'den arayan oldu. Kıbrıs'ta, Amasya'da, Konya'daki sanatseverlerin gelip sergimi görme ihtimali çok az idi. Bu sayede sosyal medyada gördükleri resimleri edindiler.
1980'lerde o dönemin en renkli sanat ve eğlence sektöründe yer aldınız. O ortamla bugünü karşılaştırsanız neler söylersiniz?
O yıllar başka bir dünya ve zaman dilimi. Bu kadar çok medya aracı yok. Sadece TRT var. İnsanlar yüzyüze ve birlikte, bin kişiyle birlikte bir şey seyrediyorsun. Bin kişiyle bir şey seyrederken bir atmosfer, bir illüzyon oluşuyor. O başka bir şey.
O dönemde oynadığım müzikallerde eşime, dostuma bilet bulmakta zorlanıyordum. Merdivenler satılır denir ya öyleydi. Çok da güzel işler yapıldı. Egemen Bostancı ve Haldun Dormen direksiyondaydı. Haldun hoca yazıyor ve yönetiyordu. Egemen beyi rahmetle, Haldun hocayı minnetle anıyorum, bana çok katkı sağlamış çok şey öğrendiğim insanlar bunlar. İstanbul'a tutunabildiysem Egemen beyin çok katkısı vardır. Çünkü bana çok iyi olanaklar verdi. Şimdi de çok iyi işler yapılıyor ama televizyon ve popüler kültür bazen o iyi işlerin öne çıkmasını engelliyor. Yutuyor. Ama bu işin meraklıları gidip onları buluyor ve izliyorlar. Mesela Amadeus'u full oynuyorlar. Bu dönemde de çok iyi işler yapıldı. Oda tiyatroları moda oldu. Çok sayıda tiyatro var ve özel bir alıcısı olan işler yapıyorlar. O zaman otuz, kırk tiyatro varsa şimdi 300 tane ve seyirci bölünüyor. Ama bizim bazı şeyleri gözden kaçırmamızın ana nedeni popüler kültür. TV, dijital ortamlar, youtube vs.
Yeni nesil seyirci olma kültüründen mi uzaklaştı?
Herkes her şeyi oturduğu yerde tüketmek istiyor. Bu bitecek anlamına gelmiyor. Tiyatro ve sinema asla bitmez. Yeni nesil oturduğu yerde ayakkabısını evden alsın, yemeğini oturduğu yerde yesin seyredeceğini de oturduğu yerde seyretsin istiyor. Tadını bilmediği şeyi nasıl talep etsin? Asıl sorun o; birlikte oturup bir oyun seyretmenin, bir sanat galerisinde resim görmenin, birlikte konsere gitmenin tadını bilmezseniz en lezzetli şey sizin gördüğünüz zannedersiniz.
Sanatla ilgili eski oyuncular neydi kardeşim yaklaşımında değilim. Yeni nesil daha zeki, daha üretken, nitelikli ve daha güzel şeyler üretebilecek çapları olan insanlar. Daha cevval ve çok yetenekli oyuncular var. Yeni nesille ilgili tek söyleyebileceğim şey şu; çabuk 'oldum' oluyorlar. O da popüler kültürün getirdiği bir şey. Mesela bir dizide on bölüm iyi bir rol yakalayınca başları dönüyor sonra üç sene iş alamıyorlar. Çünkü bu, öyle bir iş. İşi yaptığınızda iktidardasınız o iş bittiği an iktidardan düşersiniz. Mesela dizide oynuyorsunuz herkes size teveccüh eder, sizi sever, dizi biter kafasını çevirip bakmazlar. Böyle nankör bir şeydir. Buz üstüne yazı yazmak gibidir. Bu manada da resim kalıcıdır. Öbürü unutulur ama resim unutulmaz. Sinemayı televizyon dizisine göre daha çok tercih ederim. Sonuçta yeni dönemlerde de çok güzel işler çıkıyor ama çok üretim olduğu ve çok da hızlı tüketildiği için bazı şeyleri de gözden kaçırıyoruz.
Sanatçılar genelde kendilerine 'alnında ışığı ilk gören' ve halkı aydınlatan, kurtaran kişi rolü biçer. Her zaman bu böyle midir?
Bazen lider ya da öncü olabilirsiniz ama şunu söyleyeyim siz onlarla bir iletişim kurmanın yolunu bulmalısınız. Biraz halk gayret edecek biraz da siz sanatçı olarak onun size yaklaşması için yeni yollar açacaksınız. Buna kafa yoracaksınız. Kafa yorarsanız yol bulursunuz ve buluşma şansınız olur. Bu ülkede yaşıyoruz kendi köklerimizden, renklerimizden bildiğimiz günlük alışkanlıklarımızdan insan tiplerimizden yararlanırsak siz bir şey izlerken o işin içine çabuk girersiniz. O zaman iş kolaylaşır. Yeni bir teknik, bakış yorum bunlar lazım şeylerdir ama senin mevcut değerlerini de işin içine katmak durumundasın.