İştahı azalmış kanserli hastalar, önerilen miktarda şeker tüketebilir
Kanserli hastaların ve özellikle de kemoterapi tedavisi alan hastaların kulaktan dolma bilgilerle yanlış yönlendirilebildiğine dikkat çeken Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Şener Cihan çarpıcı açıklamalarda bulundu.
İSÜ Medical Park Gaziosmanpaşa Hastanesi Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Şener Cihan, kanser ve beslenme ilişkisi hakkında açıklamalarda bulundu. Kanser oluşumundaki sebeplerden yüzde 10'unun genetik, yüzde 90'ının ise çevresel olduğunu belirten Prof. Dr. Cihan, “Beslenme alışkanlığımızı oluşturan gıdalardan bazıları ve bu gıdaların hazırlanış biçimleri, kansere sebep olan önemli çevresel nedenlerdendir. Beslenme alışkanlığındaki değişiklikler bölgelere göre farklılıklar gösterir, bu yüzden hem ülkemizde hem de dünyada kanser çeşitleri de bölgesel farklılıklar gösterebilmektedir. Örneğin, ülkemizde Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yemek borusu ve mide kanserleri daha sıktır. Çünkü bu bölgelerde doğrudan ateşle temas ettirilerek hazırlanan et tüketimi oldukça fazladır. Ege ve Akdeniz mutfağının ağırlıklı olduğu Batı bölgelerimizde ise sindirim sistemlerine bağlı kanserler daha az görülmektedir” diye konuştu.
SALAM, SOSİS VE SUCUKTA NİTRİT TEHLİKESİ
Hangi tarz beslenmenin kansere zemin hazırlayabileceğini söyleyen Prof. Dr. Cihan, “Karbonhidrattan, özellikle şekerden zengin besinler hem obeziteye yol açarak hem de aşırı insülin salınımına neden olarak kanser riskini artırmaktadır. Aşırı proteinli beslenmenin kanserle ilişkisi doğrudan proteinin kendisine bağlı olmayıp, proteinin tüketim şekliyle ilişkilidir. Proteinden zengin et ürünlerinin kızartma, tütsüleme ve doğrudan ateşle temas ettirilerek -mangal vb.- tüketilmesi, kanserojen ürünlerin ortaya çıkmasına neden olabilmektedir. Protein tüketimi, çoğunlukla hayvansal gıdalarla olup birlikte doymuş yağ tüketiminin artmasına da sebep olmaktadır. Salam, sosis, sucuk gibi işlenmiş hayvansal gıdaların aşırı tüketimi içlerindeki nitrit gibi koruyucu katkı maddeleri nedeniyle kanser riskini artırmaktadır” ifadelerini kullandı.
ANTİOKSİDAN İÇEREN BESİNLER TERCİH EDİLEBİLİR
‘Kanserden korunmak için ne yemeliyiz?’ sorusundan ziyade, ‘ne yememeliyiz’ sorusuna odaklanmanın daha doğru olduğunun altını çizen Prof. Dr. Cihan, “Vücudumuzu zararlı uyaranlardan koruduktan sonra destek olan gıdaların etkisi ve önemi daha da artacaktır. Kanser oluşumunun en büyük nedeni vücutta artan oksidatif strestir. Vücuttaki bu stresi azaltan ve ‘antioksidan’ olarak bilinen bazı maddeleri içeren gıdalar vardır. A ve E vitaminleri güçlü antioksidanlardır. Likopen -domates, karpuz, kuşburnu-, flavonoidler -çeşitli meyve sebzeler, çay, kakao-, fenolik asitler -üzüm, domates, portakal, elma- ve allilik sülfitler -soğan, sarımsak- güçlü antioksidan özellikleri olan fitokimyasallardır. Bol sebze, meyve ve tahıl ürünü tüketmek kanserden koruyucu bir beslenme şekli olarak tanımlanabilir” dedi.
BESİNLERİN TÜKETİM ŞEKLİ KANSER OLUŞUMUNA YATKINLIK OLUŞTURUYOR
Kanseri tetikleyen besinlerden bahseden Prof. Dr. Cihan, şu bilgileri paylaştı:
“Şu besin direkt kanser yapar demek doğru değildir. Besinlerin tüketim şekli kanser oluşumuna yatkınlık oluşturmaktadır. Sade kırmızı et tek başına kanserojen değilken, birlikte aldığınız yağlar ve salam, sosis, sucuk gibi şarküteri ürünü haline getirip tüketmek kırmızı eti kanserojen yapacaktır. Keza doğal mısır kanserojen değilken mikrodalgada patlatılmış mısır, GDO’lu mısırlar ve hazır üretilen patlatılmış mısırlar kanserojen olabilir. Birçok sebze kanserojen değilken, bunları içinde bisfenol A içeren hazır konserveler şeklinde tüketirsek kanserojen olacaklardır.”
FAZLA YAĞLI BESLENMEK KANSER RİSKİNİ ARTIRIR
Fazla yağlı beslenmenin kanser riskini artırabileceğini vurgulayan Prof. Dr. Cihan, “Fazla yağ tüketilmesi özellikle meme, prostat, testis, rahim, yumurtalık ve kalın bağırsak-rektum kanserlerinin oluşum riskini artırmaktadır. Kanserojen maddeler -özellikle doğal ortamlarda yetiştirilmemiş hayvan etleri- yağ içinde birikir ve fazla yağ alımı bu maddelerin vücuda girişini artırır. Kalın bağırsak-rektum kanserleri sebeplerinden olan safra tuzları gibi maddelerin yapımında yağ alımı arttıkça artar. Çoklu doymamış yağ asitlerinden zengin sıvı yağlar kolay okside olurlar. Oksidasyon sonucu oluşan öğeler, bağışıklık hücrelerinin yıpranmasına neden olarak kanser riskini artırırlar” diye konuştu.
BOL SIVI TÜKETİLMESİ İYİ GELEBİLİR
Kanser hastalarının ve özellikle de kemoterapi tedavisi alan hastaların nasıl beslenmesi gerektiğine değinen Prof. Dr. Cihan, “Maalesef günlük pratiğimizde en çok zorlandığımız konu budur. Konuyla ilgili uzmanlığı olmayan ‘üst komşu, yan komşu’ gibi birçok kişi sağdan soldan duyma bilgilerle kemoterapi hastalarına önerilerde bulunabilmektedir. Eşek sütü, kaplumbağa kanı, lohusa sütü bu önerilerden birkaçıdır. Oysa, kanser ve kemoterapi hastalarının beslenmeleri çok da farklılık göstermemektedir. Greyfurt gibi ilaç etkileşimine giren gıdaların tüketilmemesi ile ilgili bilgiler onkolog tarafından söylenecektir. Böbrek toksisitesini azaltmak için bol sıvı tüketilmesi, azar azar ve sık sık beslenmek, kemoterapi sürecinde kişinin damak tadına uygun gıdalar seçmek, bol sebze- meyve tüketmek başlıca önerilerdir” ifadelerini kullandı.
SOSYAL MEDYADAKİ ÖNERİLERE GÜVENİLMEMELİ
Kanser tanısı alan hastaların bilgi açlığı içerisinde etrafındaki insanlardan ve yetersiz sosyal medya platformlarından bilgi edinmeye çalıştığını söyleyen Prof. Dr. Cihan, “Anlamsız beslenme şekilleri, gereksiz gıda takviyeleri ve bilgi kirliliği, günlük pratikte karşılaştığımız en önemli sorunlardır. Bilinçsiz şekilde aldıkları takviyeler sonucu karaciğer ve böbrek hasarlanması şikâyetiyle gelen hastalarımız olabilmektedir. Yanlış önerilerden biri de şekerin tamamen besin kaynağı olarak yasaklanmasıdır. ‘Kanserli hastanın kesinlikle şeker tüketmemesi gerekir’ gibi bir durum söz konusu değildir. Kanser hastaları hekimlerince önerilen miktarda şeker tüketebilir. Özellikle iştahı azalmış, zayıflama sürecindeki hastalarda enerji kaynağı olarak kullanılabilir” dedi.
DHA