Mini etek ve kadınlık tarihine katkısı
Mini etek ve kadınlık tarihine katkısı
1960’lar devrim ve değişim yıllarıydı. Apollo 11 aya inen ilk kapsül oldu, zencilere verilmiş seçme ve seçilme hakkı yasallaştı, Vietnam savaşı şiddetlendi, Beatles hayranlığı tüm dünyayı kasıp kavurmayı sürdürdü, doğum kontrol hapları piyasaya sürüldü… Ve tüm bu politik ve kültürel değişimlerin tam ortasında, dönemin en kalıcı ve tartışmalı ikonu gün ışığına çıktı: mini etek.
Bu küçük ve seksi kumaş parçası, tüm zamanların en büyüleyici paradokslarından bazılarını temsil ediyordu; güç ve savunmasızlık, bağımsızlık ve memnun etme isteği, üstünü örtme ve ortaya koyma, olgunluk ve oyunculuk, özgürlük ve sömürü… Aynı zamanda hem ayıplanan hem sevilen mini etek, yıllardır saklanan bir gerçeğe çekti tüm dikkatleri; kadın bacakları…
Avrupa dağlarındaki en eski köyler gibi kimi toplumlarda daha önce giyildiği iddia edilse ve tarihi insanlık tarihi ile bir olsa da, 1960’larda gündeme gelmesiyle güçlü politik ve kültürel imaları uyandırmıştır. 1800’lerin ortasında, Avrupa ve Amerika’daki kadınların genellikle daha zayıf ve savunmasız cinsiyet olduğuna inanılıyordu. Politika, iş hayatı ve fiziksel aktiviteler kadınlar için tehlikeli alanlardı ve kısıtlayıcı etekler, sıkı korseler bu inançları yansıtıyordu.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, nasıl olduysa, kadınların özgürleşmesinde gelişmeler oldu ve etek boyları diz hizasına çıkartıldı. İkinci Dünya Savaşı esnasında kumaşa getirilen zaruri kısıtlama ile ise etek boyları diz üstüne çıktı.
Savaş zamanı kısıtlamalarının giysiler üzerindeki etkisi sona erdiğinde, kadınlar zarafet ve dişilik için hazırdı ve moda endüstrisi kadınları Christian Dior tarafından temsil edilen ‘yeni görünüm’ ile tanıştırdı. Yeni görünüm olgun ve sofistikeydi; abartılı kum saati figürü ve uzun, müsrif etek boyları.
1960’lar ve mini etek politikası
1960’lardan önce, genç kadınların anneleri gibi giyinmesi beklenirdi ki bu tarz genelde Paris couture’ydu. Mesela 1962’nin sonunda, bir Sears kataloğunda, anne ile kız birbirinin aynısı elbiseleri giymiş ve bundan inanılmaz mutlu görünen surat ifadeleriyle poz vermişlerdi. 1950’lerde, İngiliz tasarımcı Sally Tuffin, gençler için hiç kıyafet olmadığından ve genç kızların annelerine benzemesinden yakınmıştır.
1960’larla birlikte, genç kesim kendi bireysel fikirlerini, görüşlerini ifade etmek için ayaklanmaya başladı, özellikle de politik konulardaki tepkilerini ebeveynlerinden farklı şekillerde karşılık vermek için. Süregelen adet ve ahlak kurallarına uymayı reddetmeye başladılar, bu kuralları içiten pazarlıklı ve çifte standartlı olduklarını düşünüyorlardı. Bu genç politik kuruluş sesini yükseltmeye başladıkça, bir yandan farklı tarzlarını yaratmak için modada da kendilerine yer açtılar.
1960’lar feminizminin bir aracı olarak mini etek
Feminizmle aydınlanan kadın zihinleri, moda alanında da daha farklı düşünmeye başladı. Mesela 1963’te, Amerikalı Betty Friedman The Feminine Mystique adlı kitabı yayınladı ve mutlu ev kadını mitini çürüterek, kadınların farklı roller için ne kadar hevesli olduklarını dile getirdi. Ek olarak 1960’lar üniversitelere ve iş dünyasına giren kadın sayısındaki dramatik artışa sahne olmuştur.
Bu on yıl aynı zamanda evli ve boşanmış kadınları koruyan ve yetki veren kanunların yürürlüğe girmesini gördü. Ve tabi en önemlisi de doğum kontrol hapları ve istenmeyen gebelikleri önlemek oldu ki bu cinsel bir devrim yarattı. Kadın imajı karı ve anne olmaktan cinsiyetinden gurur duyan ve gücünün farkındaki genç, bekar kızlara döndü. Mini etek ise bu kadın hareketinin büyümesini ifade eden güçlü bir araç haline geldi.
Mini eteğin annesi: Mary Quant
Mary Quant adında genç bir İngiliz tasarımcı 1955’te King’s Road’ta Bazaar adlı ilk butiğini açtı. Gerçek bir moda eğitimi almadığı halde, bir eli sokaktaki gündelik modanın nabzını tutan Quant, belirgin bir kopma yarattı modada. Günün gençlerinin düşüncelerini yansıtan ve Paris modaevleri ile uzaktan yakından alakası olmayan giysiler satmaya başladı.
1965’te etek boylarını dizlerin 10-15 cm üzerine çeken tasarımcı, böylece ikonik mini eteği yaratmış oldu. Mini etek böylece 1960’ların ortasında Londra’nın ruhunu yansıtan giysi oldu; özgür, enerjik, genç, devrimsel ve geleneklere aykırı.
Andre Courreges
Mini eteğin daha popüler hale gelmesinin arkasındaki isim ise Fransız tasarımcı Andre Courreges, bu yeni giysiyi 1965 ilkbahar-yaz koleksiyonunda işlemiştir. Onun minileri vücuda daha az oturan ve ‘Courreges boots’ adıyla markalaşan beyaz botlarla giyiliyordu.
Mini eteği haute couture moda endüstrisi ile tanıştırarak, Courreges ona sokak modasında elde edemeyeceği daha çok kabullenilme şansını verdi.
Rudi Gernreich ise mini etekleri Amerika’ya sunan ilk moda tasarımcısıdır.
Her şeye rağmen, Courreges daha sonraları mini eteğin kendi buluşu olduğunu iddia ettiğinde Quant ona en güzel ve anlamlı cevabı vermiştir: “Ben ya da Courreges değiliz, mini eteği bulan sokaktaki kızlardan başkası değildi.”
Bu küçük ve seksi kumaş parçası, tüm zamanların en büyüleyici paradokslarından bazılarını temsil ediyordu; güç ve savunmasızlık, bağımsızlık ve memnun etme isteği, üstünü örtme ve ortaya koyma, olgunluk ve oyunculuk, özgürlük ve sömürü… Aynı zamanda hem ayıplanan hem sevilen mini etek, yıllardır saklanan bir gerçeğe çekti tüm dikkatleri; kadın bacakları…
Avrupa dağlarındaki en eski köyler gibi kimi toplumlarda daha önce giyildiği iddia edilse ve tarihi insanlık tarihi ile bir olsa da, 1960’larda gündeme gelmesiyle güçlü politik ve kültürel imaları uyandırmıştır. 1800’lerin ortasında, Avrupa ve Amerika’daki kadınların genellikle daha zayıf ve savunmasız cinsiyet olduğuna inanılıyordu. Politika, iş hayatı ve fiziksel aktiviteler kadınlar için tehlikeli alanlardı ve kısıtlayıcı etekler, sıkı korseler bu inançları yansıtıyordu.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, nasıl olduysa, kadınların özgürleşmesinde gelişmeler oldu ve etek boyları diz hizasına çıkartıldı. İkinci Dünya Savaşı esnasında kumaşa getirilen zaruri kısıtlama ile ise etek boyları diz üstüne çıktı.
Savaş zamanı kısıtlamalarının giysiler üzerindeki etkisi sona erdiğinde, kadınlar zarafet ve dişilik için hazırdı ve moda endüstrisi kadınları Christian Dior tarafından temsil edilen ‘yeni görünüm’ ile tanıştırdı. Yeni görünüm olgun ve sofistikeydi; abartılı kum saati figürü ve uzun, müsrif etek boyları.
1960’lar ve mini etek politikası
1960’lardan önce, genç kadınların anneleri gibi giyinmesi beklenirdi ki bu tarz genelde Paris couture’ydu. Mesela 1962’nin sonunda, bir Sears kataloğunda, anne ile kız birbirinin aynısı elbiseleri giymiş ve bundan inanılmaz mutlu görünen surat ifadeleriyle poz vermişlerdi. 1950’lerde, İngiliz tasarımcı Sally Tuffin, gençler için hiç kıyafet olmadığından ve genç kızların annelerine benzemesinden yakınmıştır.
1960’larla birlikte, genç kesim kendi bireysel fikirlerini, görüşlerini ifade etmek için ayaklanmaya başladı, özellikle de politik konulardaki tepkilerini ebeveynlerinden farklı şekillerde karşılık vermek için. Süregelen adet ve ahlak kurallarına uymayı reddetmeye başladılar, bu kuralları içiten pazarlıklı ve çifte standartlı olduklarını düşünüyorlardı. Bu genç politik kuruluş sesini yükseltmeye başladıkça, bir yandan farklı tarzlarını yaratmak için modada da kendilerine yer açtılar.
1960’lar feminizminin bir aracı olarak mini etek
Feminizmle aydınlanan kadın zihinleri, moda alanında da daha farklı düşünmeye başladı. Mesela 1963’te, Amerikalı Betty Friedman The Feminine Mystique adlı kitabı yayınladı ve mutlu ev kadını mitini çürüterek, kadınların farklı roller için ne kadar hevesli olduklarını dile getirdi. Ek olarak 1960’lar üniversitelere ve iş dünyasına giren kadın sayısındaki dramatik artışa sahne olmuştur.
Bu on yıl aynı zamanda evli ve boşanmış kadınları koruyan ve yetki veren kanunların yürürlüğe girmesini gördü. Ve tabi en önemlisi de doğum kontrol hapları ve istenmeyen gebelikleri önlemek oldu ki bu cinsel bir devrim yarattı. Kadın imajı karı ve anne olmaktan cinsiyetinden gurur duyan ve gücünün farkındaki genç, bekar kızlara döndü. Mini etek ise bu kadın hareketinin büyümesini ifade eden güçlü bir araç haline geldi.
Mini eteğin annesi: Mary Quant
Mary Quant adında genç bir İngiliz tasarımcı 1955’te King’s Road’ta Bazaar adlı ilk butiğini açtı. Gerçek bir moda eğitimi almadığı halde, bir eli sokaktaki gündelik modanın nabzını tutan Quant, belirgin bir kopma yarattı modada. Günün gençlerinin düşüncelerini yansıtan ve Paris modaevleri ile uzaktan yakından alakası olmayan giysiler satmaya başladı.
1965’te etek boylarını dizlerin 10-15 cm üzerine çeken tasarımcı, böylece ikonik mini eteği yaratmış oldu. Mini etek böylece 1960’ların ortasında Londra’nın ruhunu yansıtan giysi oldu; özgür, enerjik, genç, devrimsel ve geleneklere aykırı.
Andre Courreges
Mini eteğin daha popüler hale gelmesinin arkasındaki isim ise Fransız tasarımcı Andre Courreges, bu yeni giysiyi 1965 ilkbahar-yaz koleksiyonunda işlemiştir. Onun minileri vücuda daha az oturan ve ‘Courreges boots’ adıyla markalaşan beyaz botlarla giyiliyordu.
Mini eteği haute couture moda endüstrisi ile tanıştırarak, Courreges ona sokak modasında elde edemeyeceği daha çok kabullenilme şansını verdi.
Rudi Gernreich ise mini etekleri Amerika’ya sunan ilk moda tasarımcısıdır.
Her şeye rağmen, Courreges daha sonraları mini eteğin kendi buluşu olduğunu iddia ettiğinde Quant ona en güzel ve anlamlı cevabı vermiştir: “Ben ya da Courreges değiliz, mini eteği bulan sokaktaki kızlardan başkası değildi.”