Profesör, deniz salyası için ‘Acil Önlem’ çağrısı yaptı!
Marmara Denizi geçen yıl sonundan bu yana deniz salyası (müsilajla) boğuşuyor. İstanbul, Adalar, Tekirdağ, Çınarcık, Bursa, Erdek, körfezler, kıyılar ve denizin dibi müsilajın etkisi altında.
Bandırma On Yedi Eylül Üniversitesi Denizcilik Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mustafa Sarı, Marmara denizinde etkili olan deniz salyası hakkında Sözcü Gazetesi’nden Halil Ataş'a açıklamalarda bulundu.
“FİTOPLANKTON GRUPLARININ AŞIRI ÇOĞALMASI İLE MİSÜLAJ OLUŞUYOR”
Prof. Dr. Mustafa Sarı, misülaj oluşumunu şöyle anlattı; “Denizde fitoplankton grupları dediğimiz mikro alpler var. Bunların aşırı çoğalması sonucu ortamda stres koşulları vuku buluyor. Bu durumda da ekstrem şartlarda misülaj dediğimiz mukus salgılıyorlar. Bu sümüklü, şeffaf organik yapıda bir madde. İlk salgıladığı zaman bu halde değil. Misülaj, mikro organizmalar için çok uygun bir üreme, gelişme, beslenme ortamı. Bu yüzden fitoplankton grupları tarafından bu salgılandığında hemen ortamda bulunan bakteriler, virüsler, ve diğer mikro organizmalar kümelenmeye başlıyor. Böylelikle oluşum süreci tamamlanıyor. Ve denizin içinde sümüksü deniz salyası metrelerce uzayıp gidiyor. Bir tül gibi denizin içini sarmaya başlıyor.
Bu yüzeyden yaklaşık 5 metre aşağıda başlıyor. 15- 20 metreye kadar devam ediyor. Şu anda yoğunlaştığı için yüzeyden 30 metreye kadar inmiş durumda. Misülaj Akdeniz havzasındaki denizler için doğal bir durum aslında. Bazı yıllarda az bazı yıllarda da azıcık fazla olmak şartıyla hayatı çok etkilemeyecek şekilde Akdeniz’de, Ege’de, Adriyatik’te ve Marmara’da görülüyor. Ancak doğal olmayanı ise bu sene çok yoğun birşekilde ortaya çıkmış olma sıfır.”
“BUNUN ÜÇ TEMEL FAKTÖRÜ VAR”
Bunun için yüzlerce sebebin sayılabileceğini belirten Mustafa Sarı, misülaj oluşumundaki temel üç faktörü şöyle sıraladı;
“Birincisi, Marmara Denizi’nde bu yılki ortalama suyun sıcaklığı 40 yıllık sıcaklıkların 2,5 derece üzerinde. Sadece Marmara değil, Akdeniz denizler sistemi komple sıcak. Ancak en yükseği şu an Marmara Denizi. Bunun da nedeni küresel iklim değişikliği.
İkincisi, Marmara Denizi orijinal yapısı gereği durağan bir deniz. Yani dip ile yüzey arasındaki karışımlar, sirkülasyonlar sınırlı. Çünkü dibinde Akdeniz'in suları var. Güney’de Çanakkale Boğazı’ndan girip İstanbul Boğazı’ndan Karadeniz’e çıkıyor. Yüzeyde ise Karadeniz’den gelen sular var. Kuzey’den geliyor, İstanbul Boğazı’ndan Çanakkale Boğazı’na oradan Ege ve Akdeniz’e doğru akıyor. Yüzeydeki Karadeniz suları az tuzlu, organik madde olarak zengin ve hafif. Bu yüzden yüzeyden akıyor. Marmara Denizi’nin ortalama ilk 25 metresi Karadeniz kökenlidir. Onun altında ise ağır, besince fakir ama ağır Akdeniz suları var. Güney’den Kuzey’e doğru akıyor.
Tuzlulukları, besinleri farklı bu iki su tabakası, arada tampon tabaka dediğimiz tabaka tarafından ayrılıyor. İşte bu tabaka iki suyun birbiri ile karışmasını engelliyor. Normalde denizlerde yüzey ile dip zaman zaman karışır. Yüzeydeki akıntılar ise neredeyse Karadeniz’den gelen sularla ilintili. Yani ana etken Karadeniz’den gelen suyun miktarıyla ilişkili. Marmara Denizi’nin orijinal yapısı zaten durağandı. Bunun üzerine küresel iklim şartları da eklenince denizdeki durağanlık normalin üstüne çıktı.
Üçüncüsü, Marmara Denizi’ni uzun yıllar atık denizi olarak kullandık. Marmara Denizi’nin çevresinde 25 milyon insan yaşıyor. Bunların bütün atıkları doğrudan yada dolaylı olarak denize gidiyor. Türkiye endüstrisinin neredeyse yarısı Marmara Denizi’nin çevresinde. Bu atıklar yine denize gidiyor. Bölgede çok yoğun tarımsal faaliyet var. Gübre, zirai ilaç ve kalıntıları yağışlar ile denize gidiyor. Ne oluyor Marmara Denizi’nin azot-fosfor yükünü artırıyor. Besin elementleri bunlar aynı zamanda. Şimdi bu üç tane tetikleyici olduğunda, denizdeki biyolojik süreçlerin başlangıcı olan fitoplankton gruplarından bazıları hızla çoğalmaya başlıyor. Bu azotu ve fosforu tüketmek için. Bize yardım etmeye çalışıyorlar aslında.
Fitoplankton gruplarının bazıları evet misülaj üretiyor ama, aslında bunlar şu an soluduğumuz havanın neredeyse yarı oksijeni üretmekte. Denizlerdeki fitoplankton grupları olmasa nefes aldığımız havanın içindeki oksijen yetmeyecektir. Karalardaki ormanlar bunu sağlayamıyor. Oksijenin kaynağı denizler. İşte bu gruplar hızla çoğalarak denizdeki azotu, fosforu tüketmeye çalışıyor. Bunların bazıları hızlı bazıları da yavaş tükeniyor. O hızlı yavaş dengesi bozulduğunda elementler arasında stres şartları ortaya çıkıyor. Fitoplankton da kendisini korumak için salgı bırakıyor. İşte üçüncü tetikleyicide böyle ortaya çıkmış oluyor.”
“İNSANLAR 4 HAFTA ÖNCE FARKETTİ OYSA KASIM AYINDA BAŞLADI”
“Misülajı insanlar daha yeni farketti” diyen Mustafa Sarı sözlerine şöyle devam etti;
“3-4 haftadır gündemde. Ancak, bu durum Kasım ayından beri var. Niye bugün gündem oldu, çünkü ozaman ki misülaj suyun altında idi. Suyla teması olan balıkçı bundan etkileniyordu. Şimdi misülajın son aşamasını görmeye başladık. Köpükler halinde kıyılara yığıldı. Yüzeyi kapladı. Binlerce balık ölümüne neden oldu. İnsanlar denize yaklaşmaya korkar oldu. Etrafa kokular yayılmaya başladı. Öyle oluncada herkes birden ‘Eyvah ne oldu’ telaşına düştü.
Evet bu korkutucu ama bundan biz korkmuyoruz. Bu buzdağının görünen tarafı. Bir şiddetli rüzgar çıkar bunu alır götürür. Paramparça olur. Üç gün sonra ise yeniden çıkmaya başlar. Çünkü altta üretim devam ediyor. Kendim daldım, yarın da dalacağım. Sıfırdan 30 metreye kadar aşağısı dolu.
Onun için korkutucu. Bunun çok boyutlu etkileri var. En büyük etkisi ekosisteme. Kıyılarda görüyoruz. Koyları, körfezleri kaplıyor. Kapladığı zaman suyun oksijen almasını engelliyor. Atmosfer ile olan ilişkisini kesiyor. Suyu ısıtıyor ve böylece oksijeni tüketiyor. O bölgelerdeki balıkları öldürüyor.
Üç hafta önce Bandırma sahilinde her türden binlerce balık öldü. İkincisi bu ağırlaşıyor ve dibe çöküyor. Dipde yaşayan organizmalar olan sünger, mercan yengeçgili, deniz patlıcanı, pina, midye, istiridyeleri öldürüyor.
Nitekim Büyükada kırmızı mercan yatakları ölmeye başladı. Balıkçı bundan etkilendi eko sistem bundan etkilendi. Ve şuan tartışır olduk. Yaz geldi insanlar denize girecek. Şu an girebilecekler mi, girmeyecekler mi. Turizm etkilendi. Yani Türkiye’deki bütün hareketliliği etkileyecek bir durumda.
Denizcilik sektörü var. Onlarda etkilendi. Uluslararası ticaretin yüzde 85’i deniz ticareti ile yapılıyor. Marmara Denizi’nin kuzey-güney hattında çok önemli kritik geçiş bölgesi. Bu gemilerin damıt ve soğutma suları var. Bu sistemlerin hiç birisi misülaja göre değil. Marmara Denizi’nde bir sürü gemi bu nedenle durmuş durumda.
Diğer taraftan bölgede bir sürü termik santral, doğalgaz dönüşüm istasyonu, santralleri ve deniz suyunu kullanan fabrikalar var. Deniz suyunu kullanan kim varsa sistemleri misülaja uygun değil. Hepsi etkilenmeye başladılar. Dolayısıyla çok boyutlu etiketleri söz konusu”
“PARTİ GÖZETMEKSİZİN BİR ARAYA GELİNMELİ”
“Bundan sonra bir litre atığı Marmara Denizi’ne bırakmamalıyız” diyen Prof. Dr. Mustafa Sarı, “Bizim acilen yapmamız gereken şu var; Marmara Denizi’nin çevresinde kim varsa, bütün belediyeler. Parti gözetmeksizin valilikler, kaymakamlıklar, sivil toplum kuruluşları, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Tarım ve Orman Bakanlığı, üniversiteler hepimiz bir araya gelmeliyiz. Tek bir noktada tek bir gündem üzere konuşmalıyız. Misülaj ile ilgili acil eylem planı hazırlamalıyız. Ve bu planın ruhu iklim değişimi bağlamında, yeni bir atık yönetim politikası geliştirmek olmalı. Şu an uygulanan yönetim politikası çok eski perspektifleri taşıyor. Onun üstüne bina olmuş durumda” ifadelerini kullandı.
“KAĞIT ÜSTÜNDE ÇALIŞIYOR”
“Bu kadar yıldır arıtma tesisi ve kolektörler yapıldı. Tüneller yapıldı. Açılışlar yapıldı. Ne oldu bunlar? Çöp mü oldu? Hayır tabiki” diyen Mustafa Sarı, sözlerini şöyle tamamladı;
“Ancak bunlar üç noktadan işimizi görmüyor. Bir, perspektif 70’li yılların perspektifi. İki, derin deniz deşarjı diye 1980’li yıllarda İstanbul temelinde Türkiye'nin gündemine girmiş bir mühendislik yaklaşımı var. Efendim; ‘Marmara’da alttan Güney’den Kuzey’e doğru Akdeniz suyu var. Atıkları, kanalizasyon atıklarını derin deşarjla verelim buraya. Buradan seyrederek gider. Karadeniz’e çıkar böylelikle atıklardan kurtuluruz.’ Bakınız ekosistemde hiç birşey yok olmaz.
Derin deşarj nasıl yapılır; atığı arıtırız. Denize deşarj ederken de yine derin deşarjla verilirki etkisi minimum olsun. Bandırma’da, Erdek’te bir arıtma tesisi yok. 150 bin insanın atıkları sıvılaştırılıyor. Bir kilometre ileri denizin dibine basılıyor.
Parti ayırt etmeksizin söylüyorum belediye başkanlarımız hepsi çok iyi niyetliler. Ve hepsi diyor ki; ‘Hocam bizim arıtma tesisi çalışıyor.’ Üzgünüm ama çalışmıyor arıtma tesisiniz. Deniz öyle söylemiyor. Evet kağıt üzerinde çalışıyor. Sanayiciler ile konuşuyorum. Hepsi çok iyi insanlar. Doğaya saygılı olduklarını söylüyorlar.
İyi, güzel ama üzgünüm. Dereler öyle söylemiyor. İşte Gönen Çayı ben yüzümü yıkamam. Nilüfer Çayı’nın bir kısmı 80 kilometre sonra Karacabey'den denize simsiyah bir zehir halinde dökülüyor. Mevcut arıtma sistemleri etkin çalışmıyor.
Marmara Denizi insan gibidir. Doğal yapısı gereği çok sınırlı özelliklere sahiptir. Büyük denizler ile bağlantısı yok. İki dar boğaz ile ancak bağlantısı var. Astımlı insan gibi nefes almakta zorlanıyor. Biz ha babam atık yükünü yüklüyoruz. Çünkü deniz sihirbaz. Ne ararsan yutar. Yok öyle birşey. Acilen önlem almazsak, önümüzdeki yıllarda misülajı sık ve daha uzun periyodda göreceğiz. Daha yoğun form da olacak. Hayatımız ve bir çok sektör bundan etkilenecek”