Aşkın çeşitleri ve biz
Aşkın çeşitleri ve biz
Ben bile oturup yazmaya kalksam bildiklerimi, bitiremem bir ömür
boyu. Ama yine de kaç çeşit sevebiliriz birbirimizi? Şeyleri
anlamak için zaman zaman sınıflandırırız çünkü. Batı düşüncesi
-doğuya göre- daha çok sever sınıflamayı, bölmeyi. O yüzden daha
iyi anlar insan. Bu anlama zihinsel bir anlamadır gerçi. Yine de
daha çok güven verir. Doğu, meseleyi zihnin ötesine de taşıdığı
için zordur. Çoğu, içine alamaz. Oysa doğuda “iç” ve “dış” bile
kesin çizgilerle ayrılmaz. (Doctor Maximus’u okuyup anlamaya
çalışanlar bilirler.)
Gerçek ilişkide hepsi var. Batı düşüncesinde aşkın temel anlamda
dört çeşidi var. Basitçe anlatmak gerekirse ilki libido. Bu
bildiğiniz seks ya da şehvet. Sonra eros geliyor. Bu yaratmaya ve
üretmeye dönük ve daha yüksek ve derin biçimi aşkın. Sonra philia
geliyor: Daha dostluğa, kardeşliğe yakın bir sevme biçimi. Ve agape
: adanmış, karşılıksız, menfaatsiz sevgi.
Gerçek bir ilişki ve aşk deneyiminde bunların hepsinin olması ideal
olanı. Libidonun tümüyle bastırılması veya agapenin hiç olmaması
gibi durumların nelere yol açtığını aslında sizler de biliyorsunuz.
Genellemelerin tehlikesini bile bile “aslında hepimiz yaklaşık
olarak bu dördünün iyi oranlarda karıştığı bir ilişkiyi istiyoruz”
diyebiliriz.
Bunu çeşitli biçimlerde de günlük hayatımızda dile getiriyoruz.
“Artık kardeş gibi olduk”, “Onu seviyorum ama öyle değil” gibi
konuşmalarda libido neredeyse hiç yok. Hatta genellikle bu
durumlarda gözümüz dışarıya kaymaya başlıyor. Gözümüzün peşinden
gidersek aldatıyoruz. Aldatmanın verdiği suçlulukla iyiden iyiye
sıkışıyoruz.
Ertesi gün telefonla aranmayı bekleyen sağlıklı kadın, aslında
libidosunu yaşadığı adamın eros’unu, philia’sını ve agape’sini
teyit etmek istiyor. Erkek de aslında bu dördünün var olduğu bir
ilişkiyi vaat ettiği için arıyor o kadını.
Oysa bize bir şeyler oldu. Arzu ettiğimiz şeyin derinliğinden
korkar olduk.
Bastırılmış cinselliğimizin -üzerindeki örtüyü atıp- nevrotik
saçmalıklarını aştık derken, aşktan korkar olduk. Tenimizin
arzularını hissetmeye başladık, fakat bu kez de bedenimizi bir
makine gibi kullanıp ana hislerimizi yaşayamaz olduk. (Makineler
her şeyi yapabilirler ama hissedemezler.) Umursamazlığı,
kayıtsızlığı, arzu etmeyişi, heyecansızlığı ‘cool’ bulmaya
başladık. Derin ve yüksek olan insani hisleri ‘ezik’lik olarak
görmeye başladık. Bedenlerimiz özgürleşirken ruhlarımız buna eşlik
etmedi. Erotik diye tarif ettiğimiz şeyler aslında erotik değil.
Eros’u libido’ya kurban ettik bu kez de.
Ruhun çıplaklığını paylaşamıyoruz
Anne ve babalarımız seksin olmadığı bir aşkı aradılar, aramak
zorunda kaldılar. Biz ise aşkın olmadığı bir seksin içinde
kavrulmaya başladık. Onlar seksten korktular, biz aşktan
korkuyoruz. Aşkı bir istilâ gibi yaşıyoruz. O istilâdan korkuyoruz.
Libidomuzu erostan kaçışın bir aracı olarak kullanıyoruz.. Ötekine
uzanmayan, diğerine karışmayan, -iç sıkıntısını bastırmak için
yapılan mastürbasyonlar gibi- diğerinde erimeyen sevişmeler
yaşıyoruz.
Aşkın bu dört yönünü birden isterken karşımızdakine bu isteğimizi
söylemekten utanıyoruz. Sevişmekten utanmadığımız birine bunu
söylemekten çok utanıyoruz! Ruhumuzun çıplaklığını paylaşamıyoruz.
Ve o örtük ruhumuzu geçici olarak rahatlatmak için bedenimizi soyup
sevişiyoruz.
Bir zamanlar sadece dizgini olan atın şimdilerde dizginlerini
boşalttık. Elimizdeki kırbacı şaklatıyoruz bedenine. Onu koşturmayı
başardık, oysa dikey düzlemdeki şahlanma isteğini tümüyle unuttuk.
Dahası onun hâlâ üstündeyiz. Onun kendisi olmayı, onunla bir bütün
olmayı başardığımızda ne dizgin ne kırbaç kalacak. Bunun tek yolu
ise bir istila gibi yaşadığımız aşk. Aşk ise kendinden vazgeçenin
olabileceği, “bir başkası”nın kalmadığı bir bütünlük durumu. Bizi
ancak bir başkası istilâ edebilir.