Başbakan Davutoğlu canlı yayında konuştu
Başbakan Davutoğlu, TRT Haber ve Spor Yayınları Dairesi Başkanı Nasuhi Güngör'ün moderatörlüğünde gerçekleşen özel yayına katıldı.
Hürriyet'in haberine göre Davutoğlu, gazeteci
Mehmet Barlas'ın, "Sayın Başbakan; önce kutluyoruz.
Heyecanla bekliyoruz. Müthiş etkileyici bir Hükümet programı
açıkladınız. Hakikaten 2023'e kadar uzayacak bir icraat programı
gibi görünüyor. Benim merak ettiğim şu, Dışişleri Bakanı olarak
müthiş trajik ikilemler sizi zorluyordu. Mesela Konsolosluk
personeli rehin olduğu için IŞİD konusunda bir şey yapamıyorsunuz.
Rusya ile ilişkiler söz konusu olduğu için Ukrayna için sessiz
kalmak zorundasınız, bütün dünya gürültüler koparırken... Birden
bire Başbakan olarak iç politikanın ikilemleri karşınıza çıkmaya
başladı. Mesela barış açılımı, Kürt realitesinin kabulü ama bir de
Alevi açılımı gerekiyor. Cemevlerinin ibadethane olmasına Diyanet
karşı çıkıyor. Türkiye nüfusunun büyük çoğunluğu Sünni. Bu
alıştığınız ortamı, dış politikadaki ikilemleri, iç politikaya da
taşıyacaksınız herhalde" şeklindeki sorusunu
yanıtladı.
''TEMEL DEĞİŞİM ÖZNE OLMAK''
Giriş itibariyle son derece realist bir giriş oldu. Zaten, hayat belli bir diyalektik içinde ikilemler arasındaki ilişkilerle ilgili. Doğduğumuz andan itibaren bu başlar ve bu dinamizm hayat boyu sürer. Dolayısıyla ikilemden kaçmak istediğimizde aslında bütün bir sosyal hayattan hatta tarihten kaçmak anlamına gelir. Tarih, ikilemler arasında yapılan tercihlerle yürür" ifadelerini kullanan Davutoğlu, Ak Parti'nin dış ve iç siyasette yaptığı temel değişimin, "özne olmak" olarak özetlenebileceğini söyledi.
''SİYASETİN ÖZNESİNİ DEĞİŞTİRDİK''
Biz AK Parti olarak iç siyasette siyasetin öznesini değiştirdik. Yani, Türk siyasetini anlamak isteyenler eskiden başka şeylere bakarlardı, şimdi başka şeylere bakıyorlar. Dış siyasette de Türkiye'yi özne yapmak. Bütün çabamız Türkiye'yi tarihin akışında bir özne yapmaktı. İç siyasetteki bütün çabamız ise son 12 yıldır Türkiye Cumhuriyeti vatandaşını, etnik ve mezhebi kimliği ne olursa olsun, bölgesi ne olursa olsun, statüsü ne olursa olsun sadece vatandaşı özne kılmak. Daha önceki dönemlerde, hatırlarsanız 70'li yıllarda Silahlı Kuvvetler'deki komuta kademesinin 2 dönem sonra ne olacağı hesap edilirdi ki Türkiye Cumhuriyeti'nin cumhurbaşkanı kim olsun? 70'li yılların sonunda ufak değişikliklerin Türkiye Cumhuriyeti'nin kaderini değiştireceği inancı vardı. Kenan Evren'in tesadüfen darbe lideri olmaya gidişinin tayinlerini, -siz Türk siyasetini yakından bilen birisi olarak hatırlarsınız-, 77 komuta kademesi değişimini. Türk siyasetinin gidişini anlamak isteyen 'Acaba gelecek dönem kim genelkurmay başkanı olur, sonra da kim bu ülkenin kaderine ağırlığını koyar?' deniyordu. Bir dönem Türk ekonomisini anlamak isteyenler perde gerisi devlet-iş adamı ilişkisini anlamak durumundaydılar. Kimler devletten nasıl ihale alıyor, ne oluyor, nasıl gelişiyorlar... Şimdi ise son cumhurbaşkanı seçimi Türkiye Cumhuriyeti'nin öznesini değiştirdi. İç siyasetin öznesini artık her bir Türk vatandaşı (belirliyor); son 10 Ağustos seçimlerinde şu veya bu mezhep taraftarları oy vermedi, şu veya bu etnik gruplar da oy vermedi, herkes oy verdi.
Bizler o değişimi gerçekleştirdiğimiz için Türk siyasetinde bütün bu konular tartışılır hale geldi. Daha önce Kürt meselesine bakışın, devletin bakışının ne olacağına karar vermek için, 'kart, kurt' bu şeyleri tanımlayan darbe yönetimi, birkaç kişinin dediğine bakılırdı. Daha çarpıcısı, bu anlamda iç siyasetin ikilemleri ve diğer boyutlarının şu anda üzerimizde ağır bir sorumluluk olarak bulunmasının faktörlerinden biri, 50'li yıllarda, Türk demokrasisinin ilk yıllarından itibaren bugüne kadar gelen sürece baktığımızda halkın seçtiği siyasi iktidarlara belli roller biçildi, sınırlar biçildi. Dendi ki, 'Bu sınırları aşmamak şartıyla istediğiniz denklemi, oyunu kurabilirsiniz'. Neydi o sınırlar? Dış politikaya, stratejiye, makro ekonomik ilişkilere, güvenlik politikalarına, istihbarat politikalarına devlet bakar. O halkın hasbel kader seçtiği ve tesadüfler o açıdan bakıldığında tesadüflerle gelmiş siyasiler değil, bunlar süregiden ilişkilerdi. Onun için bir dönem başbakanlar hep yolların kralı, barajlar kralı diye anılırdı. Bunlar, meşru olarak siyasetin ilgileneceği alanlardı ama Kıbrıs politikası ne olacak, Ermeni meselesine nasıl bakılacak, Kürt sorunu nasıl seyir almalı, Alevi, Sünni ilişkileri ne olacak, bunlar devletin derin mahfillerinde ve belli bir elit içinde tartışılması gereken konular olarak görüldü. AK Parti'nin yaptığı devrim, 'Hayır! Bütün bu alanlar, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının hepsinin eşit ölçüde söz söyleme hakkının olduğu alanlardır ve toplumsal mutabakat ancak özgür siyaset üzerinden sağlanabilir'. Özgür siyaset üzerindeki her türlü baskı, bu anlamda o iradenin ortaya çıkmasını engeller.
''GEZİ, 17-25 ARALIK OLAYLARININ ARKASINDA 3 SEÇİM VARDI''
Barlas'ın araya girerek, "Bu noktada şunu sormak istiyorum. Toplumsal baskı ya da iç dinamikler, halkın bu kadar devreye girmesi, dış konjonktürü etkileyebiliyor mu?" ifadesi üzerine Davutoğlu, "Kesinlikle" yanıtını verdikten sonra şöyle devam etti:
Eğer Türkiye'de demokrasi sağlam temellere oturmamış olsaydı, emin olun Türk demokrasisi Mısır benzeri bir türbülans içinde olabilirdi. Daha da vahimi olabilirdi. Çözüm süreci inkıtaya uğratılsaydı yani geçen sene Gezi olayları, arkasından 17, 25 Aralık gibi olayların aslında arkasında 3 seçim vardı; mahalli seçimler, cumhurbaşkanı seçimi ve gelecek sene yapılacak genel seçimler. Düşünün ki Türkiye'de siyasetin öznesi olarak gördüğümüz halkın iradesine sahip çıkmamış olsaydık, 30 Martt'a bir türbülansa girseydik, özgür bir cumhurbaşkanlığı seçimi olabilir miydi? Muhtemelen çatı adayı kavramı öyle üretilmişti. Muhtemelen eski alışkanlıklarla 'Acaba nasıl bir adayla bu krizden çıkarız?' sorusunun etrafında halk aslında istemediği bir adaya 'Evet' demek zorunda bırakılırdı. 82'de Kenan Evren'in seçilmesi gibi, oyunuzun rengi daha gitmeden belli olurdu. Çünkü büyük bir krize giren bir ülkede halk özgür bir siyasi irade kullanmaz var olanlar arasında ehveni şer mahiyetinde bir seçim yapmak zorunda kalır. Siz ikilem, gerilim olarak çok doğru tarif ettiniz. Aslında o gerilim, vatandaşı özne kılan siyaset ile, vatandaşı görünürde oy kullanan ama gerçekte hiçbir zaman özne olamayan bir figür olarak gören bir başka siyaset anlayışı arasındaki gerilimdi. Sayın Cumhurbaşkanımızın ve AK Parti kadrolarının 'Hayır biz bu devrimi bir kez yaptık ve bundan sonra ancak ve ancak sadece bu vatandaşlar özne olacak bu memlekette' demesi sonucudur ki 30 Mart'ı kazasız belasız atlattık, cumhurbaşkanlığı seçimini kazasız belasız atlattık, aksine ondan sonrasında sadece kazasız belasız değil yeni bir ufuk...
HÜKÜMET PROGRAMI NASIL HAZIRLANDI
Davutoğlu, Hükümet programının nasıl hazırlandığı konusunda bilgi verdi. Davutoğlu, "21 Ağustos'ta uzun istişareler sonucunda ismim telaffuz edildi, bu büyük bir teveccühtü, 27'sinde 6 gün sonra kongre yaptık. 21'inden itibaren Hükümet programı hazırlıklarına başlayabilirdim. 27'sinden, kongreden sonra gerçek anlamda çünkü kongrede de nihayet demokrasidir, o güne kadar her şey olabilir. 27'sinden sonra gerçek anlamda başbakan olma niteliği kazandım, 28 inde de 29'unda da hukuki anlamda başbakan oldum, birkaç gün içinde hükümet programını çıkardık. Hükümet programının daha önceki hükümet programlarıyla karşılaştırdığımızda bu kadar kısa sürede nasıl çıkarabildik bunu? 2-3 toplantı ama gece yarılarına kadar süren, bir tanesi Sayın Başbakanımız o zaman ilk geldi, kısa bir açılıştan sonra biz devraldık, arkasından arkadaşlar çalıştılar, 2 kez ben birlikte oturdum ve sadece 'guideline' diyebileceğimiz, rehber mahiyetinde şunları şunları Hükümet programında ana odak olarak görmek istiyorum, Hükümet programının görsel niteliği, bu sefer tarihi bir doküman halini alacak şekilde değişmeli ve mutlaka şu vurgular olmalı, birlikte oturduk, ekonomi bölümü nasıl, tek tek gözden geçirdik."
''KAYBEDECEK VAKİT YOK''
Gazeteci Fikret Bila'nın "Kongreden önce Başbakan olacağınızı biliyordunuz o zaman" şeklindeki ifadesi üzerine Davutoğlu, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın ismini andığı gün çalışmalara başladığını belirterek, "Çünkü kaybedecek vakit yok" dedi.
''VADELİ İŞLEM DEMEK...''
O gün, borsayı takip eden bir arkadaşından, "2005'ten bu yana borsanın en fazla vadeli işlem hacmi yaptığı gün" şeklinde bir mesaj aldığını da ifade eden Davutoğlu, "Vadeli işlem şu demek, geleceğe dönük olarak beklentilerin karşılanacağı ümidiyle insanların vadeli işlem yapması" dedi.
''AK PARTİ İÇİNDE TÜRBÜLANS OLMAYACAK''
Cumhurbaşkanı seçiminin ardından ne olacağına yönelik bir belirsizliğin borsayı da etkilediğini ancak borsanın o günlerde yükselişe geçtiğini kaydeden Davutoğlu, şöyle devam etti:
"Bunu niye zikrediyorum? Hükümet programıyla borsa arasındaki ilişki... Hükümet programını görerek şey yapmadı borsa ama şunu gördü, bir kere her şey suhuletle cereyan ediyor, sistem işliyor ve AK Parti içinde kesinlikle bir türbülans olmayacak, Türkiye'de zaten türbülans olmayacak. Cumhurbaşkanı son derece objektif seçimle kazanmış, kimsenin bu seçim üzerinde tartışması yok, birilerinin beklediği, 'Benim kongrede fetret dönemi arzu ediyorlar' derken kastettiğim buydu, beklediği kriz bu kez Türkiye krizi değil de AK Parti krizi olur muydu? AK Parti krizi beklenirken 21 Ağustos'ta bu olduğunda ben o akşam, Sayın Cumhurbaşkanımızla isim telaffuzundan sonra birlikte oturduğumuzda şunu kendisine ifade ettim, o da uygun buldu, bu sürelerin hepsini kısaltalım, mümkün olan en kısa sürede kongre zaten bir tarihtir 15 gün beklemek gerektiği için değişemezdi, hemen ertesi gün görevi alayım, o vakte kadar hükümet programı hazır olsun, kongrede sürpriz bir aday çıksa da, o kazanmış olsa da o hükümet programı onun olacaktı ya da o kendi rengini verecekti ama nihayet bir ortak akıl var. Esas gelmek istediğim yer orası. Bu sadece benim şahsi olarak yönlendirdiğim bir şey değil, AK Parti de öyle bir ortak akıl ve öylesine güçlü bir müktesebat birikti ki, o kadar birbiriyle entegre çalışmaya hazır bir ekip var ki, o gün o programı benimle birlikte hazırlayan arkadaşların hemen hemen tamamı 2002 programını da hazırlayan arkadaşlar. Yani bütün o süreci bilen Kalkınma Bakanımızın koordinatörlüğünde oldu ama Sayın Ali Babacan, birçok arkadaşımız sürece katıldı, o şunu gösteriyor, artık AK Parti kurumsallaşmış, krizleri aşabiliyor, krizi aştıktan sonra ne yapacağı konusunda 1 günü bırakın, 1 saat bile tereddüt etmiyor, planlıyor."
''AŞILIYDIK''
Kendisinin AK Parti Kongresi'nde yaptığı konuşmanın özünün Hükümet programına yansıdığını aktaran Davutoğlu, "insani kalkınma", "çözüm süreci" gibi başlıkların ön plana çıkarıldığını ifade etti. Paralel yapılarla mücadele konusunun da hükümet programında yer aldığını aktaran Davutoğlu, "Paralel yapılarla mücadele ve devletin vesayetten kurtarılması ki, bu özne olma konusunda çok önemli bir husustur, bizim aslında paralel devlet olgusuna bu derece kararlı ve net tepki vermemizin sebebi, daha önce benzer olguları başka kimliklerle gördüğümüz için tabiri caizse aşılıydık, aşılı bir bünyenin vereceği tepkiyi verdik çünkü bir adım sonrasını görebildik. Dolayısıyla sizin vurguladığınız bütün ikilemler içinde hükümet programı entegre bir şekilde çıkmışsa ortak bir aklın, işleyen bir mekanizmanın ve ne yapacağını bilen siyasi bir iradenin ağırlığını hissettirmiş olması" dedi.
"ÇANKAYA KÖŞKÜ’NDE OTURMAK İSTEMEMENİN ARKASINDA SEMBOLİZM ARANMAMASI GEREKİR"
Yeni Türkiye kavramı ile bağlantılı olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Çankaya Köşkü’nde Davutoğlu’nun oturacağını belirttiği sözleri hatırlatılan Davutoğlu, bu tercihin nedeninin sorulması üzerine "Bunun arkasında bir sembolizm aranmaması gerekir. Bir radikal kararla. Atatürk’ün mirası. Dün bazı yorumlarda onu gördüm. Sanki onu terk ya da başka bir şey gibi değil. Atatürk’ün mirası varsa ki var en büyük mirası Türkiye Cumhuriyeti Devleti. Mekanların ötesinde eğer Türkiye’yi idare eden başbakan, cumhurbaşkanı Türkiye Cumhuriyeti Devletini, kudretini, şefkatini, halkıyla ilişkisini yeniden tanzim etmiş ve yeni bir ufka yöneltmişse mirası sahip çıkmak öyle olur. Mekanların sembolizmi vardır önemi vardır. Ama Ankara o anlamda kendisi sembol bir şehir. Atatürk Orman Çiftliği de Atatürk’ün adıyla anılan bir yer. Pratik ve fonksiyonel yönüne de baktık diğer yönlerden de değerlendirdik. Burada herhangi bir sembolizm çıkarılmak isteniyorsa mirasta esas olanın bu ülkenin onuru bu devletin geleceği ile ilgili siyasi iktidarların aldığı tutum, odur esas olan. Yeni binalar Sayın Cumhurbaşkanımızın bizzat ciddi emekler vererek başbakanken kendi zihninde tasavvur ederek inşa edilmesine öncülük ettiği yerler. Ne benim Sayın Cumhurbaşkanımızla acaba şu mekanda mı olsak daha iyi olur diye değerlendirdiğim ne de onun böyle bir sembolizm etrafında düşünerek aldığı kararlar." dedi.
''ÇANKAYA'DA ÇALIŞMAK BENİM İÇİN BÜYÜK BİR ONURDUR''
''Çankaya Köşkü’nde mi ikamet edeceksiniz?'' sorusuna Davutoğlu, "Daha onun planlamasını yapmadık. Benim için de büyük bir onurdur. Çankaya Köşkü’nün tarihi ortamında çalışmak" diye yanıt verdi.
"YENİ ANAYASA 100 YILIN BAYRAMI OLACAK"
Önümüzdeki aylarda ağırlık olarak üzerinde duracağı konuların neler olacağı sorulan Davutoğlu, "Türkiye 2015-2019 yılları arasında çok temiz bir 4 yıla sahip olacak. 2015-2019 arasında ne mahalli seçim var ne genel seçim var ne herhangi bri cumhurbaşkanlığı seçimi var. Yapabilirsek yeni bir anayasa yaparız. O da şenlik olacak. Toplumsal bir şenlik. 100 yılın bayramı olacak. Eğer bir anayasa üzerinde mutabakat sağlar, yeni bir Türkiye’yi esas orada inşa edeceğiz. Bu 8 aylık dönem 2015-2019’u teminat altına alacak şekilde geçirilecek" dedi.
Bakan tercihi yaparken 3 dönem kuralını kriter almadığını söyleyen Davutoğlu, "Biz aynı hükümetin devamıyız. Kapsamlı bir değişiklik düşünmüyorum. Ama bazı arkadaşların girmesini arzu ediyorum. Görevini çok iyi yapan bazı arkadaşların da belki başka görevler alması gerektiğini düşündük" sözlerini kaydetti.
"ÇÖZÜM SÜRECİNİ NİHAYETE ERDİRMEYİ DÜŞÜNÜYORUZ"
Çözüm süreci ile ilgili olarak sorulan soru için Davutoğlu, "Çözümde sürecinde aşamaları katettikçe önümüze yeni ufuklar açıldı. Zemin o kadar hazırlandı ki Kürtçe yayından Kürtçe siyasi propaganda yapabilme hakkına kadar zemin hazırlanmıştı. Ama Türkiye’nin etrafındaki siyasi istikrarsızlıklar 2011 ile 2013 başlığı arasında yine bir gerilim dönemi yaşanmasına yol açtı. Çözüm süreci ilan edildiğinde hepimiz tek bir şeye odaklandık. Öncelikle çatışma ortamının durması, şehit cenazelerinin ve gençlerin hayatlarını kaybetmemesi için bir sükunete ihtiyaç vardı. Bunu sağladık. Bu öyle bir şey ki hızla akan bir nehirde karşıdan karşıya geçmek gibi. Yarıya kadar geldiğiniz inancına kapıldığınız anda karşıya geçmeye çalışırsınız. Ama oraya gelmediyseniz akıntı da varsa hep aklınız geride olur. Biz yarıyı geçtik artık. Bundan sonra çözüm sürecinin bütün aktörleri açısından karşı kıyıya bir önce ulaşmak var. Çünkü çok ciddi bir bölgesel istikrarsızlık içinde yaşıyoruz. Her türlü provokasyon olabilir. Geçen sene olduğu gibi Gezi Olayları ve 17-25 Aralık operasyonlarıyla durdurmak isteyenler başka güçler çıkabilir. Bizim birinci hedefimiz Türk Kürt ayrımı olmaksızın bütün vatandaşların aidiyet hissi ile kendini bu toprağa bu ülkeye bu devlete ait hissetmeleri ve her türlü ayrımcılığın ortadan kalktığı özgürlük ortamının sağlanması. Buna bağlı olarak silahların tümüyle devreden çıkması. Çözüm sürecini nihayete erdirmeyi düşünüyoruz. Nihayet nedir? Ülkede anlık çatışmaların durması değil kalıcı bir şekilde silahların devre dışı kalması ve toplumsal hayatın her yönüyle normalleşmesi" diye konuştu.
"BİZİM TEK KAYGIMIZ VAR, BU YARAYI KAPATMAK"
Çözüm süreci komitesi olarak 15 günde bir, bir araya gelerek sadece çözüm sürecini konuşacaklarını belirten Davutoğlu, "Bir kamu düzeninin sağlanması ve korunması. Kamu düzeni olmadan çözüm süreci olmaz. Şöyle bir kanaat, kaçırılan vatandaşlarımız. Bölgede hala yol kesmeler birtakım asayiş sıkıntıları var. Çözüm süreci kamu düzeniyle birlikte sağlanır. Akil adamları önümüzdeki dönemde çok daha aktif bir şekilde değerlendirmeyi düşünüyoruz. En kısa sürede silahların tümüyle devredışı kalacağı, bırakılacağı ve Türkiye’nin sınırları içinde herhangi bir şiddet eylemine zemin teşkil edecek unsurların bu nitelikten uzaklaşacağı bir noktayı hedefliyoruz. Yeni dönemi isimlendirmek gerekirse ben süreç yönetimi diyorum. Sürecin kendisinin bütün ilgili taraflarla yönetilmesi. Kesinlikle bir komisyona devre değil. Bizim tek kaygımız var. Bu yarayı kapatmak. Bu yarayı kapatacağız. Bu ülkede ne Diyarbakır hapishanelerinde yaşanan zulümler bir daha yaşanacak ne dış veya iç provokasyonlarla gençlerin daha hayatlarının baharlarında dağlara götürüldüğü kullanıldığı süreçler yaşanacak. Etrafımız ateş çemberi. Irak’ta etnik ve mezhep çatışma var. Suriye’de var Ukrayna’da var. Biz bunun ortasında 30 yıllık bir meseleyi çözme iradesi gösteriyoruz." dedi.
"BİRİLERİ TÜRKİYE’Yİ IŞİD İLE YAN YANA ZİKRETME ÇABASI İÇİNDE"
Selahattin Demirtaş’ın sözleri hatırlatılarak IŞİD’le çatışması için PKK’ya silah verilmesine yönelik yorumları nasıl değerlendirdiği sorulan Davutoğlu, "Türkiye etnik ve mezhep temelli bir ülke değil. Türkiye’de IŞİD benzeri yapılar ortaya çıkmasın diye neredeyse 3 yıl hem Irak hem Suriye nezninde 3-4 yıl politika yaptı. Şimdi Türkiye içinde birileri Türkiye’yi IŞİD’le yan yana zikretme çabası içinde. 17 Aralık, 13 Ocak. Bütün bunlar bir şey içindi. Türkiye içinde bir türbülans yaratmak için. Eğer onların istediği olsaydı ve dönemin başbakanı diye sayın başbakanımız anıldığı iddianameler hayat geçirilmiş olsaydı ben, MİT Müsteşarımız ve başka güvenlik birimlerimiz TSK hatta dünyada terörü destekleyen kurum ya da kişiler olarak lanse edilseydi Türkiye bu etnik ve mezhep çatışmasının bir parçası haline gelmez miydi? Biz isteriz ki Suriye’de PYD onun içine girsin, onun parçası olsun. İsteriz ki bütün Kürt Arap Türkmen unsurlar Suriye’de ortak bir tavır içine girsinler" diye konuştu.
"ÇÖZÜM SÜRECİ İVME KAZANIYOR, ARKASINDAN 17 ARALIK"
Başbakan Ahmet Davutoğlu, şunları söyledi: "Çözüm süreci ile PKK’nın geri çekilme süreci niye yavaşladı? Gezi olayları ile o çekilme sürecinin yavaşlaması ile bir tür ilişki var. Çözüm süreci ile çekilme başlıyor. İMF borç defteri kapatılıyor. Büyük yatırımlar yapılıyor, Mayıs 2013’ü söylüyorum. Haziran ile birlikte sanki büyük travmalar, ekonomik krizler yaşanan bir ülke tablosu çıkarılmaya çalışılıyor. Onları aşabilmek için 30 Eylül’de yeni bir demokrasi paketi açıklıyoruz. Barzani Diyarbakır’a geliyor kasım ayı. Tekrar çözüm süreci ile bir ivme kazanılıyor. Arkasından 17 Aralık şeyleri. Bunların bir tesadüf olduğunu kimse iddia edemez"
"EMNİYET İLE YARGI ARASINDA YATAY BİR ETKİLEŞİM DOĞMAYA BAŞLADI"
Emniyette gerçekleştirilen paralel operasyonun seyrinin ne olacağı sorulan Ahmet Davutoğlu, "Bürokraside her bir bürokrat ya da birim doğrudan devlet yapısı içindeki konumu itibariyle yerini konumunu doğru tanımlamamışsa birtakım yatay ilişkiler doğmaya başlıyor. Emniyet içinde bir yapı ile silah gücüne sahip olan, yargı içindeki bir yapı arasında yatay bir etkileşim doğmaya başladı. İlişkisi olmak ayrı şey karar verirken birbirilerinden etkileşim içinde bir ortak projenin parçası haline gelmek ayrı bir şey. Hakimin ve savcının hükmünü verirken yalnız başına ve vicdanı ile kalabilmesi lazım. Eğer hakimler ve savcılar karar verirken bir network’ün parçası olarak vermeye başladığında kendi vicdanı ile baş başa kalması mümkün olmaz. Teraziyi eline alan hakim, teraziyi tutmak yerine kendisine şu veya bu şekilde mesaj gönderen bir başka abiyi imamı ne derseniz deyin adına ya da bir emniyetteki bir dosyayı düşünmeye başladı. Bu olduğu anda adalet, devlet kalmaz. Polis üzerinden dinlemeler sureti ile insanların en mahrem alanına girerek yargı ile iletişim içinde böyle bir korku ülkesi yaratılmasına izin veremezdik" ifadelerini kullandı.
"İNSANLAR HAKKIMDA BİR DOSYA MI VAR DİYE PENSİLVANYA’YA GİTMEYE BAŞLADI"
Ahmet Davutoğlu, MİT Krizine değinerek sözlerini şöyle sürdürdü: "Biz 7 Şubat’ta alarm olduk. O gün Hakan Fidan çağrıldığında sayın başbakanımızla birlikteydik. Haber geldiğinde ilk istişaremizde şunu söylemiştik. Bugün eğer başbakanlık makamına bağlı olarak çalışan ve siyasi iradenin talimatı ile hareket eden MİT Müsteşarı gidip bir savcının önünde hesap vermek durumunda bırakılırsa bir daha siyasi güç kullanamayız. Çünkü oraya çağrılan MİT Müsteşarı değildir. Oraya çağrılan MİT Müsteşarına o görevi veren başbakandır. O günden itibaren kararlı bir tutum sergiledik. Bu mesele meşru bir siyasi güç kullanan otoriteye karşı yargı ve emniyet etkileşimi üzerinden demokrasinin kılıcını bu otoriteye karşı kullanmak isteyen güçleredir. Bir daha hiçkimse şu veya bu gerekçe ile insanların mahrem alanına giremeyecek. Bir korku tüneli oluşturulamayacak. İnsanlar 1-2 sene önce neredeyse turlar tertip ediliyordu Pensilvanya’ya gitmek için. Çok mu sevdiklerinden? Şimdi anlıyoruz herkes acaba benim hakkımda bir dosya mı var, acaba benim kapıma bir polis dayanır mı, acaba polisin topladığı bir materyal dinleme üzerinden yargıya bir şey intikal eder de bir şey ile karşı karşıya kalır mıyım diye kendini teminat altına almak için Pensilvanya’ya gitmeye başladıklarını şimdi görüyoruz. Ya bu devlet, bu devleti halktan aldığı yetki ile yöneten siyasi iktidar ayakta kalır ya bürokrasiyi bu şekilde ele geçirenler ayakta kalır. Bütün yargı mensuplarına şunu söylemek istiyorum. Tek başınıza karar verin. HYSK seçimlerini yaparken de tek başınıza karar verin. Hükmederken de tek başınıza karar verin. Adalet sayısal olarak dağıtılmaz"
''TEMEL DEĞİŞİM ÖZNE OLMAK''
Giriş itibariyle son derece realist bir giriş oldu. Zaten, hayat belli bir diyalektik içinde ikilemler arasındaki ilişkilerle ilgili. Doğduğumuz andan itibaren bu başlar ve bu dinamizm hayat boyu sürer. Dolayısıyla ikilemden kaçmak istediğimizde aslında bütün bir sosyal hayattan hatta tarihten kaçmak anlamına gelir. Tarih, ikilemler arasında yapılan tercihlerle yürür" ifadelerini kullanan Davutoğlu, Ak Parti'nin dış ve iç siyasette yaptığı temel değişimin, "özne olmak" olarak özetlenebileceğini söyledi.
''SİYASETİN ÖZNESİNİ DEĞİŞTİRDİK''
Biz AK Parti olarak iç siyasette siyasetin öznesini değiştirdik. Yani, Türk siyasetini anlamak isteyenler eskiden başka şeylere bakarlardı, şimdi başka şeylere bakıyorlar. Dış siyasette de Türkiye'yi özne yapmak. Bütün çabamız Türkiye'yi tarihin akışında bir özne yapmaktı. İç siyasetteki bütün çabamız ise son 12 yıldır Türkiye Cumhuriyeti vatandaşını, etnik ve mezhebi kimliği ne olursa olsun, bölgesi ne olursa olsun, statüsü ne olursa olsun sadece vatandaşı özne kılmak. Daha önceki dönemlerde, hatırlarsanız 70'li yıllarda Silahlı Kuvvetler'deki komuta kademesinin 2 dönem sonra ne olacağı hesap edilirdi ki Türkiye Cumhuriyeti'nin cumhurbaşkanı kim olsun? 70'li yılların sonunda ufak değişikliklerin Türkiye Cumhuriyeti'nin kaderini değiştireceği inancı vardı. Kenan Evren'in tesadüfen darbe lideri olmaya gidişinin tayinlerini, -siz Türk siyasetini yakından bilen birisi olarak hatırlarsınız-, 77 komuta kademesi değişimini. Türk siyasetinin gidişini anlamak isteyen 'Acaba gelecek dönem kim genelkurmay başkanı olur, sonra da kim bu ülkenin kaderine ağırlığını koyar?' deniyordu. Bir dönem Türk ekonomisini anlamak isteyenler perde gerisi devlet-iş adamı ilişkisini anlamak durumundaydılar. Kimler devletten nasıl ihale alıyor, ne oluyor, nasıl gelişiyorlar... Şimdi ise son cumhurbaşkanı seçimi Türkiye Cumhuriyeti'nin öznesini değiştirdi. İç siyasetin öznesini artık her bir Türk vatandaşı (belirliyor); son 10 Ağustos seçimlerinde şu veya bu mezhep taraftarları oy vermedi, şu veya bu etnik gruplar da oy vermedi, herkes oy verdi.
Bizler o değişimi gerçekleştirdiğimiz için Türk siyasetinde bütün bu konular tartışılır hale geldi. Daha önce Kürt meselesine bakışın, devletin bakışının ne olacağına karar vermek için, 'kart, kurt' bu şeyleri tanımlayan darbe yönetimi, birkaç kişinin dediğine bakılırdı. Daha çarpıcısı, bu anlamda iç siyasetin ikilemleri ve diğer boyutlarının şu anda üzerimizde ağır bir sorumluluk olarak bulunmasının faktörlerinden biri, 50'li yıllarda, Türk demokrasisinin ilk yıllarından itibaren bugüne kadar gelen sürece baktığımızda halkın seçtiği siyasi iktidarlara belli roller biçildi, sınırlar biçildi. Dendi ki, 'Bu sınırları aşmamak şartıyla istediğiniz denklemi, oyunu kurabilirsiniz'. Neydi o sınırlar? Dış politikaya, stratejiye, makro ekonomik ilişkilere, güvenlik politikalarına, istihbarat politikalarına devlet bakar. O halkın hasbel kader seçtiği ve tesadüfler o açıdan bakıldığında tesadüflerle gelmiş siyasiler değil, bunlar süregiden ilişkilerdi. Onun için bir dönem başbakanlar hep yolların kralı, barajlar kralı diye anılırdı. Bunlar, meşru olarak siyasetin ilgileneceği alanlardı ama Kıbrıs politikası ne olacak, Ermeni meselesine nasıl bakılacak, Kürt sorunu nasıl seyir almalı, Alevi, Sünni ilişkileri ne olacak, bunlar devletin derin mahfillerinde ve belli bir elit içinde tartışılması gereken konular olarak görüldü. AK Parti'nin yaptığı devrim, 'Hayır! Bütün bu alanlar, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının hepsinin eşit ölçüde söz söyleme hakkının olduğu alanlardır ve toplumsal mutabakat ancak özgür siyaset üzerinden sağlanabilir'. Özgür siyaset üzerindeki her türlü baskı, bu anlamda o iradenin ortaya çıkmasını engeller.
''GEZİ, 17-25 ARALIK OLAYLARININ ARKASINDA 3 SEÇİM VARDI''
Barlas'ın araya girerek, "Bu noktada şunu sormak istiyorum. Toplumsal baskı ya da iç dinamikler, halkın bu kadar devreye girmesi, dış konjonktürü etkileyebiliyor mu?" ifadesi üzerine Davutoğlu, "Kesinlikle" yanıtını verdikten sonra şöyle devam etti:
Eğer Türkiye'de demokrasi sağlam temellere oturmamış olsaydı, emin olun Türk demokrasisi Mısır benzeri bir türbülans içinde olabilirdi. Daha da vahimi olabilirdi. Çözüm süreci inkıtaya uğratılsaydı yani geçen sene Gezi olayları, arkasından 17, 25 Aralık gibi olayların aslında arkasında 3 seçim vardı; mahalli seçimler, cumhurbaşkanı seçimi ve gelecek sene yapılacak genel seçimler. Düşünün ki Türkiye'de siyasetin öznesi olarak gördüğümüz halkın iradesine sahip çıkmamış olsaydık, 30 Martt'a bir türbülansa girseydik, özgür bir cumhurbaşkanlığı seçimi olabilir miydi? Muhtemelen çatı adayı kavramı öyle üretilmişti. Muhtemelen eski alışkanlıklarla 'Acaba nasıl bir adayla bu krizden çıkarız?' sorusunun etrafında halk aslında istemediği bir adaya 'Evet' demek zorunda bırakılırdı. 82'de Kenan Evren'in seçilmesi gibi, oyunuzun rengi daha gitmeden belli olurdu. Çünkü büyük bir krize giren bir ülkede halk özgür bir siyasi irade kullanmaz var olanlar arasında ehveni şer mahiyetinde bir seçim yapmak zorunda kalır. Siz ikilem, gerilim olarak çok doğru tarif ettiniz. Aslında o gerilim, vatandaşı özne kılan siyaset ile, vatandaşı görünürde oy kullanan ama gerçekte hiçbir zaman özne olamayan bir figür olarak gören bir başka siyaset anlayışı arasındaki gerilimdi. Sayın Cumhurbaşkanımızın ve AK Parti kadrolarının 'Hayır biz bu devrimi bir kez yaptık ve bundan sonra ancak ve ancak sadece bu vatandaşlar özne olacak bu memlekette' demesi sonucudur ki 30 Mart'ı kazasız belasız atlattık, cumhurbaşkanlığı seçimini kazasız belasız atlattık, aksine ondan sonrasında sadece kazasız belasız değil yeni bir ufuk...
HÜKÜMET PROGRAMI NASIL HAZIRLANDI
Davutoğlu, Hükümet programının nasıl hazırlandığı konusunda bilgi verdi. Davutoğlu, "21 Ağustos'ta uzun istişareler sonucunda ismim telaffuz edildi, bu büyük bir teveccühtü, 27'sinde 6 gün sonra kongre yaptık. 21'inden itibaren Hükümet programı hazırlıklarına başlayabilirdim. 27'sinden, kongreden sonra gerçek anlamda çünkü kongrede de nihayet demokrasidir, o güne kadar her şey olabilir. 27'sinden sonra gerçek anlamda başbakan olma niteliği kazandım, 28 inde de 29'unda da hukuki anlamda başbakan oldum, birkaç gün içinde hükümet programını çıkardık. Hükümet programının daha önceki hükümet programlarıyla karşılaştırdığımızda bu kadar kısa sürede nasıl çıkarabildik bunu? 2-3 toplantı ama gece yarılarına kadar süren, bir tanesi Sayın Başbakanımız o zaman ilk geldi, kısa bir açılıştan sonra biz devraldık, arkasından arkadaşlar çalıştılar, 2 kez ben birlikte oturdum ve sadece 'guideline' diyebileceğimiz, rehber mahiyetinde şunları şunları Hükümet programında ana odak olarak görmek istiyorum, Hükümet programının görsel niteliği, bu sefer tarihi bir doküman halini alacak şekilde değişmeli ve mutlaka şu vurgular olmalı, birlikte oturduk, ekonomi bölümü nasıl, tek tek gözden geçirdik."
''KAYBEDECEK VAKİT YOK''
Gazeteci Fikret Bila'nın "Kongreden önce Başbakan olacağınızı biliyordunuz o zaman" şeklindeki ifadesi üzerine Davutoğlu, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın ismini andığı gün çalışmalara başladığını belirterek, "Çünkü kaybedecek vakit yok" dedi.
''VADELİ İŞLEM DEMEK...''
O gün, borsayı takip eden bir arkadaşından, "2005'ten bu yana borsanın en fazla vadeli işlem hacmi yaptığı gün" şeklinde bir mesaj aldığını da ifade eden Davutoğlu, "Vadeli işlem şu demek, geleceğe dönük olarak beklentilerin karşılanacağı ümidiyle insanların vadeli işlem yapması" dedi.
''AK PARTİ İÇİNDE TÜRBÜLANS OLMAYACAK''
Cumhurbaşkanı seçiminin ardından ne olacağına yönelik bir belirsizliğin borsayı da etkilediğini ancak borsanın o günlerde yükselişe geçtiğini kaydeden Davutoğlu, şöyle devam etti:
"Bunu niye zikrediyorum? Hükümet programıyla borsa arasındaki ilişki... Hükümet programını görerek şey yapmadı borsa ama şunu gördü, bir kere her şey suhuletle cereyan ediyor, sistem işliyor ve AK Parti içinde kesinlikle bir türbülans olmayacak, Türkiye'de zaten türbülans olmayacak. Cumhurbaşkanı son derece objektif seçimle kazanmış, kimsenin bu seçim üzerinde tartışması yok, birilerinin beklediği, 'Benim kongrede fetret dönemi arzu ediyorlar' derken kastettiğim buydu, beklediği kriz bu kez Türkiye krizi değil de AK Parti krizi olur muydu? AK Parti krizi beklenirken 21 Ağustos'ta bu olduğunda ben o akşam, Sayın Cumhurbaşkanımızla isim telaffuzundan sonra birlikte oturduğumuzda şunu kendisine ifade ettim, o da uygun buldu, bu sürelerin hepsini kısaltalım, mümkün olan en kısa sürede kongre zaten bir tarihtir 15 gün beklemek gerektiği için değişemezdi, hemen ertesi gün görevi alayım, o vakte kadar hükümet programı hazır olsun, kongrede sürpriz bir aday çıksa da, o kazanmış olsa da o hükümet programı onun olacaktı ya da o kendi rengini verecekti ama nihayet bir ortak akıl var. Esas gelmek istediğim yer orası. Bu sadece benim şahsi olarak yönlendirdiğim bir şey değil, AK Parti de öyle bir ortak akıl ve öylesine güçlü bir müktesebat birikti ki, o kadar birbiriyle entegre çalışmaya hazır bir ekip var ki, o gün o programı benimle birlikte hazırlayan arkadaşların hemen hemen tamamı 2002 programını da hazırlayan arkadaşlar. Yani bütün o süreci bilen Kalkınma Bakanımızın koordinatörlüğünde oldu ama Sayın Ali Babacan, birçok arkadaşımız sürece katıldı, o şunu gösteriyor, artık AK Parti kurumsallaşmış, krizleri aşabiliyor, krizi aştıktan sonra ne yapacağı konusunda 1 günü bırakın, 1 saat bile tereddüt etmiyor, planlıyor."
''AŞILIYDIK''
Kendisinin AK Parti Kongresi'nde yaptığı konuşmanın özünün Hükümet programına yansıdığını aktaran Davutoğlu, "insani kalkınma", "çözüm süreci" gibi başlıkların ön plana çıkarıldığını ifade etti. Paralel yapılarla mücadele konusunun da hükümet programında yer aldığını aktaran Davutoğlu, "Paralel yapılarla mücadele ve devletin vesayetten kurtarılması ki, bu özne olma konusunda çok önemli bir husustur, bizim aslında paralel devlet olgusuna bu derece kararlı ve net tepki vermemizin sebebi, daha önce benzer olguları başka kimliklerle gördüğümüz için tabiri caizse aşılıydık, aşılı bir bünyenin vereceği tepkiyi verdik çünkü bir adım sonrasını görebildik. Dolayısıyla sizin vurguladığınız bütün ikilemler içinde hükümet programı entegre bir şekilde çıkmışsa ortak bir aklın, işleyen bir mekanizmanın ve ne yapacağını bilen siyasi bir iradenin ağırlığını hissettirmiş olması" dedi.
"ÇANKAYA KÖŞKÜ’NDE OTURMAK İSTEMEMENİN ARKASINDA SEMBOLİZM ARANMAMASI GEREKİR"
Yeni Türkiye kavramı ile bağlantılı olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Çankaya Köşkü’nde Davutoğlu’nun oturacağını belirttiği sözleri hatırlatılan Davutoğlu, bu tercihin nedeninin sorulması üzerine "Bunun arkasında bir sembolizm aranmaması gerekir. Bir radikal kararla. Atatürk’ün mirası. Dün bazı yorumlarda onu gördüm. Sanki onu terk ya da başka bir şey gibi değil. Atatürk’ün mirası varsa ki var en büyük mirası Türkiye Cumhuriyeti Devleti. Mekanların ötesinde eğer Türkiye’yi idare eden başbakan, cumhurbaşkanı Türkiye Cumhuriyeti Devletini, kudretini, şefkatini, halkıyla ilişkisini yeniden tanzim etmiş ve yeni bir ufka yöneltmişse mirası sahip çıkmak öyle olur. Mekanların sembolizmi vardır önemi vardır. Ama Ankara o anlamda kendisi sembol bir şehir. Atatürk Orman Çiftliği de Atatürk’ün adıyla anılan bir yer. Pratik ve fonksiyonel yönüne de baktık diğer yönlerden de değerlendirdik. Burada herhangi bir sembolizm çıkarılmak isteniyorsa mirasta esas olanın bu ülkenin onuru bu devletin geleceği ile ilgili siyasi iktidarların aldığı tutum, odur esas olan. Yeni binalar Sayın Cumhurbaşkanımızın bizzat ciddi emekler vererek başbakanken kendi zihninde tasavvur ederek inşa edilmesine öncülük ettiği yerler. Ne benim Sayın Cumhurbaşkanımızla acaba şu mekanda mı olsak daha iyi olur diye değerlendirdiğim ne de onun böyle bir sembolizm etrafında düşünerek aldığı kararlar." dedi.
''ÇANKAYA'DA ÇALIŞMAK BENİM İÇİN BÜYÜK BİR ONURDUR''
''Çankaya Köşkü’nde mi ikamet edeceksiniz?'' sorusuna Davutoğlu, "Daha onun planlamasını yapmadık. Benim için de büyük bir onurdur. Çankaya Köşkü’nün tarihi ortamında çalışmak" diye yanıt verdi.
"YENİ ANAYASA 100 YILIN BAYRAMI OLACAK"
Önümüzdeki aylarda ağırlık olarak üzerinde duracağı konuların neler olacağı sorulan Davutoğlu, "Türkiye 2015-2019 yılları arasında çok temiz bir 4 yıla sahip olacak. 2015-2019 arasında ne mahalli seçim var ne genel seçim var ne herhangi bri cumhurbaşkanlığı seçimi var. Yapabilirsek yeni bir anayasa yaparız. O da şenlik olacak. Toplumsal bir şenlik. 100 yılın bayramı olacak. Eğer bir anayasa üzerinde mutabakat sağlar, yeni bir Türkiye’yi esas orada inşa edeceğiz. Bu 8 aylık dönem 2015-2019’u teminat altına alacak şekilde geçirilecek" dedi.
Bakan tercihi yaparken 3 dönem kuralını kriter almadığını söyleyen Davutoğlu, "Biz aynı hükümetin devamıyız. Kapsamlı bir değişiklik düşünmüyorum. Ama bazı arkadaşların girmesini arzu ediyorum. Görevini çok iyi yapan bazı arkadaşların da belki başka görevler alması gerektiğini düşündük" sözlerini kaydetti.
"ÇÖZÜM SÜRECİNİ NİHAYETE ERDİRMEYİ DÜŞÜNÜYORUZ"
Çözüm süreci ile ilgili olarak sorulan soru için Davutoğlu, "Çözümde sürecinde aşamaları katettikçe önümüze yeni ufuklar açıldı. Zemin o kadar hazırlandı ki Kürtçe yayından Kürtçe siyasi propaganda yapabilme hakkına kadar zemin hazırlanmıştı. Ama Türkiye’nin etrafındaki siyasi istikrarsızlıklar 2011 ile 2013 başlığı arasında yine bir gerilim dönemi yaşanmasına yol açtı. Çözüm süreci ilan edildiğinde hepimiz tek bir şeye odaklandık. Öncelikle çatışma ortamının durması, şehit cenazelerinin ve gençlerin hayatlarını kaybetmemesi için bir sükunete ihtiyaç vardı. Bunu sağladık. Bu öyle bir şey ki hızla akan bir nehirde karşıdan karşıya geçmek gibi. Yarıya kadar geldiğiniz inancına kapıldığınız anda karşıya geçmeye çalışırsınız. Ama oraya gelmediyseniz akıntı da varsa hep aklınız geride olur. Biz yarıyı geçtik artık. Bundan sonra çözüm sürecinin bütün aktörleri açısından karşı kıyıya bir önce ulaşmak var. Çünkü çok ciddi bir bölgesel istikrarsızlık içinde yaşıyoruz. Her türlü provokasyon olabilir. Geçen sene olduğu gibi Gezi Olayları ve 17-25 Aralık operasyonlarıyla durdurmak isteyenler başka güçler çıkabilir. Bizim birinci hedefimiz Türk Kürt ayrımı olmaksızın bütün vatandaşların aidiyet hissi ile kendini bu toprağa bu ülkeye bu devlete ait hissetmeleri ve her türlü ayrımcılığın ortadan kalktığı özgürlük ortamının sağlanması. Buna bağlı olarak silahların tümüyle devreden çıkması. Çözüm sürecini nihayete erdirmeyi düşünüyoruz. Nihayet nedir? Ülkede anlık çatışmaların durması değil kalıcı bir şekilde silahların devre dışı kalması ve toplumsal hayatın her yönüyle normalleşmesi" diye konuştu.
"BİZİM TEK KAYGIMIZ VAR, BU YARAYI KAPATMAK"
Çözüm süreci komitesi olarak 15 günde bir, bir araya gelerek sadece çözüm sürecini konuşacaklarını belirten Davutoğlu, "Bir kamu düzeninin sağlanması ve korunması. Kamu düzeni olmadan çözüm süreci olmaz. Şöyle bir kanaat, kaçırılan vatandaşlarımız. Bölgede hala yol kesmeler birtakım asayiş sıkıntıları var. Çözüm süreci kamu düzeniyle birlikte sağlanır. Akil adamları önümüzdeki dönemde çok daha aktif bir şekilde değerlendirmeyi düşünüyoruz. En kısa sürede silahların tümüyle devredışı kalacağı, bırakılacağı ve Türkiye’nin sınırları içinde herhangi bir şiddet eylemine zemin teşkil edecek unsurların bu nitelikten uzaklaşacağı bir noktayı hedefliyoruz. Yeni dönemi isimlendirmek gerekirse ben süreç yönetimi diyorum. Sürecin kendisinin bütün ilgili taraflarla yönetilmesi. Kesinlikle bir komisyona devre değil. Bizim tek kaygımız var. Bu yarayı kapatmak. Bu yarayı kapatacağız. Bu ülkede ne Diyarbakır hapishanelerinde yaşanan zulümler bir daha yaşanacak ne dış veya iç provokasyonlarla gençlerin daha hayatlarının baharlarında dağlara götürüldüğü kullanıldığı süreçler yaşanacak. Etrafımız ateş çemberi. Irak’ta etnik ve mezhep çatışma var. Suriye’de var Ukrayna’da var. Biz bunun ortasında 30 yıllık bir meseleyi çözme iradesi gösteriyoruz." dedi.
"BİRİLERİ TÜRKİYE’Yİ IŞİD İLE YAN YANA ZİKRETME ÇABASI İÇİNDE"
Selahattin Demirtaş’ın sözleri hatırlatılarak IŞİD’le çatışması için PKK’ya silah verilmesine yönelik yorumları nasıl değerlendirdiği sorulan Davutoğlu, "Türkiye etnik ve mezhep temelli bir ülke değil. Türkiye’de IŞİD benzeri yapılar ortaya çıkmasın diye neredeyse 3 yıl hem Irak hem Suriye nezninde 3-4 yıl politika yaptı. Şimdi Türkiye içinde birileri Türkiye’yi IŞİD’le yan yana zikretme çabası içinde. 17 Aralık, 13 Ocak. Bütün bunlar bir şey içindi. Türkiye içinde bir türbülans yaratmak için. Eğer onların istediği olsaydı ve dönemin başbakanı diye sayın başbakanımız anıldığı iddianameler hayat geçirilmiş olsaydı ben, MİT Müsteşarımız ve başka güvenlik birimlerimiz TSK hatta dünyada terörü destekleyen kurum ya da kişiler olarak lanse edilseydi Türkiye bu etnik ve mezhep çatışmasının bir parçası haline gelmez miydi? Biz isteriz ki Suriye’de PYD onun içine girsin, onun parçası olsun. İsteriz ki bütün Kürt Arap Türkmen unsurlar Suriye’de ortak bir tavır içine girsinler" diye konuştu.
"ÇÖZÜM SÜRECİ İVME KAZANIYOR, ARKASINDAN 17 ARALIK"
Başbakan Ahmet Davutoğlu, şunları söyledi: "Çözüm süreci ile PKK’nın geri çekilme süreci niye yavaşladı? Gezi olayları ile o çekilme sürecinin yavaşlaması ile bir tür ilişki var. Çözüm süreci ile çekilme başlıyor. İMF borç defteri kapatılıyor. Büyük yatırımlar yapılıyor, Mayıs 2013’ü söylüyorum. Haziran ile birlikte sanki büyük travmalar, ekonomik krizler yaşanan bir ülke tablosu çıkarılmaya çalışılıyor. Onları aşabilmek için 30 Eylül’de yeni bir demokrasi paketi açıklıyoruz. Barzani Diyarbakır’a geliyor kasım ayı. Tekrar çözüm süreci ile bir ivme kazanılıyor. Arkasından 17 Aralık şeyleri. Bunların bir tesadüf olduğunu kimse iddia edemez"
"EMNİYET İLE YARGI ARASINDA YATAY BİR ETKİLEŞİM DOĞMAYA BAŞLADI"
Emniyette gerçekleştirilen paralel operasyonun seyrinin ne olacağı sorulan Ahmet Davutoğlu, "Bürokraside her bir bürokrat ya da birim doğrudan devlet yapısı içindeki konumu itibariyle yerini konumunu doğru tanımlamamışsa birtakım yatay ilişkiler doğmaya başlıyor. Emniyet içinde bir yapı ile silah gücüne sahip olan, yargı içindeki bir yapı arasında yatay bir etkileşim doğmaya başladı. İlişkisi olmak ayrı şey karar verirken birbirilerinden etkileşim içinde bir ortak projenin parçası haline gelmek ayrı bir şey. Hakimin ve savcının hükmünü verirken yalnız başına ve vicdanı ile kalabilmesi lazım. Eğer hakimler ve savcılar karar verirken bir network’ün parçası olarak vermeye başladığında kendi vicdanı ile baş başa kalması mümkün olmaz. Teraziyi eline alan hakim, teraziyi tutmak yerine kendisine şu veya bu şekilde mesaj gönderen bir başka abiyi imamı ne derseniz deyin adına ya da bir emniyetteki bir dosyayı düşünmeye başladı. Bu olduğu anda adalet, devlet kalmaz. Polis üzerinden dinlemeler sureti ile insanların en mahrem alanına girerek yargı ile iletişim içinde böyle bir korku ülkesi yaratılmasına izin veremezdik" ifadelerini kullandı.
"İNSANLAR HAKKIMDA BİR DOSYA MI VAR DİYE PENSİLVANYA’YA GİTMEYE BAŞLADI"
Ahmet Davutoğlu, MİT Krizine değinerek sözlerini şöyle sürdürdü: "Biz 7 Şubat’ta alarm olduk. O gün Hakan Fidan çağrıldığında sayın başbakanımızla birlikteydik. Haber geldiğinde ilk istişaremizde şunu söylemiştik. Bugün eğer başbakanlık makamına bağlı olarak çalışan ve siyasi iradenin talimatı ile hareket eden MİT Müsteşarı gidip bir savcının önünde hesap vermek durumunda bırakılırsa bir daha siyasi güç kullanamayız. Çünkü oraya çağrılan MİT Müsteşarı değildir. Oraya çağrılan MİT Müsteşarına o görevi veren başbakandır. O günden itibaren kararlı bir tutum sergiledik. Bu mesele meşru bir siyasi güç kullanan otoriteye karşı yargı ve emniyet etkileşimi üzerinden demokrasinin kılıcını bu otoriteye karşı kullanmak isteyen güçleredir. Bir daha hiçkimse şu veya bu gerekçe ile insanların mahrem alanına giremeyecek. Bir korku tüneli oluşturulamayacak. İnsanlar 1-2 sene önce neredeyse turlar tertip ediliyordu Pensilvanya’ya gitmek için. Çok mu sevdiklerinden? Şimdi anlıyoruz herkes acaba benim hakkımda bir dosya mı var, acaba benim kapıma bir polis dayanır mı, acaba polisin topladığı bir materyal dinleme üzerinden yargıya bir şey intikal eder de bir şey ile karşı karşıya kalır mıyım diye kendini teminat altına almak için Pensilvanya’ya gitmeye başladıklarını şimdi görüyoruz. Ya bu devlet, bu devleti halktan aldığı yetki ile yöneten siyasi iktidar ayakta kalır ya bürokrasiyi bu şekilde ele geçirenler ayakta kalır. Bütün yargı mensuplarına şunu söylemek istiyorum. Tek başınıza karar verin. HYSK seçimlerini yaparken de tek başınıza karar verin. Hükmederken de tek başınıza karar verin. Adalet sayısal olarak dağıtılmaz"