Bitki körlüğü sağlığımızı tehdit ediyor
Kronik hastalıkların birçoğu doğadan uzaklaşmakla başladı. Kendini doğanın bir parçası gibi hissetmek-ki aslında bu bir gerçek, bizler doğanın bir parçasıyız- yani aslımıza dönmek, özellikle psikolojimizi sağlam tutmak açısından çok önemli.
Bitkilerin doğa için önemini bilmeyen yok. Doğanın dengesinin sağlanmasında temel rol oynayan bitki örtüsü, bu anlamda dünyanın olmazsa olmazlarının başında. Toprak üzerindeki tüm bitkilerin köklerinin, toprak altında kocaman bir ağla birbirine bağlı olması aynı zamanda tüm dünya üzerindeki bitkilerin birbiri ile iletişim halinde olduğunun temel göstergesi. İnsanlar olarak biz birbirimizden gittikçe koparken, bitkiler köklerinden birbirine tutunarak geçirdikleri her afetten sonra kendilerini tamir ediyorlar. İnsanlığın başına büyük bir felaket gelse, bitkiler kadar kendilerini koruyabilecekleri konusunda çekincelerim var. Bitkiler aynı zamanda birçok ilacın da temel maddesini içeriyor. Bunlar bitkilerin dünya ve insanlık için ne kadar önemli olduğunun bilinen tarafları. Bir de ihmal edilen bir taraf var.
Bitkilerin salt varlığı da insan sağlığı üzerinde büyük öneme sahip. Önce 'bitki körlüğü' nedir onu tanımlamak istiyorum. Bitki körlüğü yaşadığımız ortamdaki bitkileri fark edebilme ve tanıyabilme yetimiz anlamına geliyor. Örneğin yolda yürürken gördüğünüz bir sokak kedisini her türlü ayrıntısıyla tarif edebilirken, her gün önünden geçtiğimiz ağaçları düşündüğümüzde birçoğumuz bu kadar net bir vizüalizasyon gösteremez. Hayvanları ve nesneleri tarif ettiğimiz gibi bulunduğumuz çevredeki bitkileri tarif etmekte zorlanırız. Buna bitki körlüğü deniliyor. Aslında bu biraz da beynimizin oyunu. Çünkü bitkiler hareket etmez, birbirlerine çok yakın konumlanırlar ve genelde hayatımız için bir tehlike oluşturmazlar. Hareket eden şeyler tehlike arz eder. Beyin bunu böyle algılar ve bitkileri bu nedenden filtrelemeye meyillidir. Tabi ki insanlığın ilk çağlarında durum daha farklıydı. Zehirli bitkilerden insanlar kendilerini korumak zorundaydı. Tamamen doğanın içerisinde ve onun bir parçası olarak yaşıyorlardı. İnsanoğlu doğadan uzaklaştıkça bunu perçinledi. Gittikçe bitkilerden uzaklaşır ve hayatımızdaki yerinin anlayamaz olduk. Hatta son dönemde 'nature-deficit disorder' yani tam Türkçesi ile doğa eksikliği hastalığı bir metafor olarak kullanılmaya başlandı. Tanı kitaplarına geçmese de doğadan uzak kalmanın insan sağlığına olumsuz etkilerini gösteren birçok çalışma yayımlandı ve yayımlanıyor. Birçok ülkede doktor reçetelerine 'doğada vakit geçirme' eklenir oldu.
Betonların içerisine gömülmüş bir hayat, yeşilden bu kadar uzak kalmak depresyon ve anksiyete oranlarını artırdı. Hele ki çocuklarımız bu durumun farkında bile değiller, çünkü böyle bir ortama doğdular. Bitki körlüğünden kurtulabilmek için yapmamız gerekenler, doğada daha fazla vakit geçirmek ve çevremizdeki bitkilere alıcı gözle bakmak. Hatta telefonlarınıza bitki tanıma uygulamaları indirerek de bunu yapabilirsiniz. Ben bunun için birkaç uygulama kullanıyorum. Kesinlikle faydasını gördüğümü söyleyebilirim. Kendini doğanın bir parçası gibi hissetmek-ki aslında bu bir gerçek, bizler doğanın bir parçasıyız- yani aslımıza dönmek, özellikle psikolojimizi sağlam tutmak açısından çok önemli. Kronik hastalıkların birçoğu doğadan uzaklaşmakla başladı. Elbette şehir merkezinde yaşayan insanların evleri doğanın içerisinde değil. Ama en azından belediye parklarında bile çevrelerindeki bitkilere dikkat etmeleri, bitki körlüğünden kurtulmalarını sağlayacaklardır. Uzun yıllarda oluşan alışkanlıklar birden değişmezler. Fakat gerekli çaba sarf edildiğinde mutlaka sonuç alınır. Bitki körlüğü çocuklar için daha büyük sorun. En azından vakit buldukça onlarla çevrenizdeki bitkileri incelemek, bu konuda birlikte makaleler okumak hem size hem de çocuğunuza iyi gelecektir.
DR. SEVDA SARIKAYA / AKŞAM GAZETESİ