Çocuğunuz Sizi Parmağında mı Oynatıyor?
Çocuğunuz Sizi Parmağında mı Oynatıyor?
Yeni nesil anne-babaların çocuğa sınırlarını öğretmekte tutuk
davrandığını, özgüven aşılamada abartıya kaçtığını ve net bir ses
tonuyla ‘dur’ diyemediğini söyleyen Medical Park Fatih
Hastanesi’nden Klinik Psikolog Sinem Demir:
Çocuğuna ‘hayır’ diyemeyen, böyle olunca da ‘parmakta oynatılan’
yeni nesil anne-babalara günümüzde hayli sık rastlamak mümkün. Oysa
bu tarz çocuk yetiştirme, sadece kendini önemseyen bir nesil
yetişmesine neden olabilir!
Çocuğunun her davranışını büyüteç altına alan, ona sınırlarını
öğretmede tutuk davranan, net ve yüksek bir ses tonu ile ‘dur’
diyemeyen, halk arasındaki tabire göre ‘parmakta oynatılmaya’ aday
yeni nesil anne-babalar sağlıklı çocuklar yetiştirebiliyor mu? Bu
tarz çocuk yetiştirmenin, abartılı özgüven şişirmesi ile
benmerkezci, sadece kendisini önemseyen, insani duyarlılıkları
zayıf kalacak bir nesil yaratacağı uyarısında bulunan Medical Park
Fatih Hastanesi’nden Klinik Psikolog Sinem Demir; çocuklarımızı
büyütürken yaptığımız ‘psikolojik hataları’ anlattı:
1- ÖZGÜVEN HER KOŞULDA İYİDİR: Bu bilgi,
1980 ve 90’lı yıllarda Amerika/Avrupa’daki ‘yeni çocuk yetiştirme
açılımı’na psikoloji biliminin ‘katkısı’ olarak ortaya sürülmüştür.
Ancak yıllar, pek çok önemli kuramcının bu konuyu yeniden
değerlendirmesine yol açmış, çocuklara özgüven pompalamasının,
katkıdan çok zarar getirmeye başladığını göstermiştir. Çocuğa ‘sen
çok özelsin, farklısın’ mesajlarının sıklıkla gitmesi, erken yaşta
aşırı şişen bir ‘benlik’ duygusuna yol açabilir. Çocuğun her
davranışını mercek altına almamak, sürekli ona açıklamalar
yapmamak; yani hayatta “sürekli ve sadece” onun merkezde olduğu
algısını ortadan kaldırmak, özgüvenden bencilliğe gidebilecek yolu
kesebilir.
2- ÇOCUKLARA ASLA KIZILMAZ, YÜKSEK SESLE
KONUŞULMAZ: Çocukların onurlarını kırmamak, onları ruhsal ve
fiziksel olarak korumak sadece anne-babanın değil, hepimizin
görevi. Ancak çocuk, kimi zaman net ve sert yönlendirmelere de
ihtiyaç duyar. Örneğin; annesine herkesin ortasında tekme atan 3
yaşındaki bir çocuğa, sakince ‘bu yaptığın pek hoş değil’ demek
yerine, sert ve net bir ses tonu ile ‘yapma!’ denilerek, sert ve
donuk bir yüz ifadesi ile tepki verilebilir. Çünkü şiddet
göstermesi neredeyse normal karşılanan bir çocuk, bu davranışı
artırarak yineleyecektir.
3- BAŞKALARININ YANINDA ÇOCUĞA KIZILMAZ:
Çocuk, bu bilgiyi kullanarak, başkalarının yanında dizginlenemez
davranışlar sergiler. Örneğin; başkalarının yanında sürekli gürültü
yapan bir çocuğa da sert bir şekilde ‘hayır’ denilebilmelidir.
Çünkü çocuk, çevreye verdiği rahatsızlığın farkında olmaz. Ona
sınırlarını öğretecek olan anne-babadır. Çocuk bu sınırları ihlal
etiğinde, anne-baba o anda müdahale ederek, net yönlendirmelerle bu
ihlallere ‘dur!’ diyen taraf olmalıdır.
4- BAŞKALARININ ÇOCUĞUNA ASLA MÜDAHALE
EDİLEMEZ: Eskiden genç annesinin başa çıkmakta zorlandığı
bir çocuğu, tatlı sert bir müdahale ile hizaya getiren ‘teyzeler’
vardı. Günümüzde ise bir kafeteryada ortalığı birbirine katan bir
çocuğa çoğunluk, ‘başkasının çocuğuna asla müdahale edilmez’
düşüncesi ile sessiz kalabiliyor. Oysa görmezden gelmek, hatta
çocuğa gülümsemek yerine; anne-babayı rencide etmeyecek şekilde
çocuğa dönerek ‘anneni çok zor durumda bırakıyorsun ve bağırtınla
da hepimizi rahatsız ediyorsun’ denilebilir.
5- ÇOCUĞUN HER MERAKI GİDERİLMELİ: Çocuğun
her sorusu ayrıntılarıyla cevaplanırsa, düşünceleri ve hayal gücü
yetişkin cevapları ile ‘sınırsızca’ karşılık bulursa; ‘çevrenin
onun sorularına ve konuşmalarına yetişemediği ve bir süre sonra
rahatsızlık vermeye başlayan’ bir çocuk haline gelebilir. Çocuk,
bazı sorularının cevabını kendi hayal gücünden tamamlayabilir. Her
şeyi ayrıntısıyla bilmek zorunda değildir. Her sorusunun
ayrıntılarıyla yanıtlanması, düşünce hızını ve konuşma miktarını
kontrolsüz hale getirebilir; bu da onun kaygı düzeyini artırabilir,
‘yetişkin dili’ ile konuşan (‘büyümüş de küçülmüş’) bir duruma
getirebilir.
6- HER SESLENİŞİNE CEVAP VERİLMELİ: Her
seslenişine (o anda bir yetişkin ile muhabbet halinde iken bile)
karşılık alan çocuk da ‘sınır’ problemi yaşar. Bir başkası ile
konuşan anne-babasını bölen çocuğa her seferinde cevap vermek; ona
‘diğerlerinin birlikte yaptıkları şeyler değil, sadece senin ne
istediğim önemli’ mesajını gönderir. Çocuk, isteğinin anında
giderilmesini ister. Bunu ‘normal’ karşılamak ve diğer konuşmayı
önemsememek, doğrudan bu mesajı verir.
7- AİLE İÇİ KARARLAR MUTLAKA ÇOCUĞA DA
SORULMALIDIR: Bu bilgi de; 6 yaşında ancak hafta sonunda
nereye gidileceğine karar vermesi istenen, 8 yaşında ancak eve
alınacak mobilyayı seçen, 4 yaşında ancak akşam mönüsü onun
seçimine göre düzenlenen çocuklara işaret eder. Demokratikliğin
çocuğu da kapsaması demek, aile içindeki önemli her karara çocuğu
da katmak demek değildir. Bazı kararları sadece yetişkinler
vermelidir. Karar verme sistemine ‘her zaman’ çocuğu da katmak,
hatta onu ‘asıl karar verici’ yapmak çocukta yük yaratır, ego
şişmesine yol açar.
8- YEMEK YEMEYEN ÇOCUĞA ASLA ZORLAMA
YAPILMAZ: Bu, sadece pediatrinin değil, psikolojinin de
kısmen konusudur. Bir bebeğe abartılı şekilde yemek yedirilmeye
çalışılması, 7-8 yaşlarındaki çocuğun ağzına yemek tıkılması (bu,
bağımlılık açısından riskli bir belirtidir) ne kadar sağlıksız ise;
yapısal olarak ‘yememeye yatkın’ çocuklara asla baskı yapmamak da
gerçekçi değildir. Bu tür çocuklar, tamamen kendi inisiyatiflerine
göre yemek yiyemezler. Özellikle 2 yaş civarı çocuklar, bu konuyu
iyice oyuna çevirirler, yemek yerken gezerler. Gezerken ya da
masadayken, çocukların ağızlarını açmak istemedikleri zamanlarda da
net (ancak şiddet, aşırı öfke göstermeden) yönlendirmelerle yemek
yedirilebilir.