Çocukta korku
Çocukta korku
Anne babalar bilmeyerek çocuklarında korkular oluştururlar. Anne
çocuğunun yaramazlık yapmasını engellemek için “yaramazlık yaparsan
bırakır seni dilenciye veririm” şeklinde korkutmaya çalışır.
Çocuklar için en dayanılmaz korku anne babadan ayrı kalmaktır. 4
ile 6 yaş arasında korkular çok fazladır.Çocuklar anne babalarının
veya büyüklerinin uslu dursunlar diye uydurdukları şeylerin gerçek
olduğuna inanırlar. Büyükler korkuyu bir disiplin aracı olarak
kullanmaktadırlar. Anne babalar veya büyükler yaramazlık yapan,
uyumayan çocuğu “öcü gelir” diye korkuturlar. Ancak bu kolay bir
yoldur. Çünkü bunu duyan çocuğun hemen sesi kesilmektedir.
Hatta korkutmanın dövmekten daha fazla yaptırım gücü vardır.
Özellikle doktorla korkutulan çocuklar hastalandıklarında anne baba
çok zorlanır. Yemeğini yemeyen çocuğa “şimdi ilaç veririm” şeklinde
yapılan korkutma ise ilaç alması gerektiğinde aşılmaz sorunlar
yaratır. Örneğin, iğneci veya hemşireyle korkutulan çocuklar aşı
olacaklarında çok korkarlar, tepki gösterirler. Bir başka sorun
yaratan korku da sünnetçi korkusudur
En küçük şeyden korkan, paniğe kapılan, kendine güvenini kaybeden
anne babaların çocukları da onlara benzerler. Anne bazen çocukların
peşinde “aman düşecek”, “hastalanacak”, “dayak yiyecek” şeklinde
düşüncelerle çocuğu kısıtlar, engeller, aşırı koruyucu, kollayıcı
tutuma girer. Çocuğu çevrenin, insanların tehlikeli olduğuna
inandırır. Çocuk fazla korunduğu için beceriksiz ve pısırık hale
gelir.
Bazen de korkutma Tanrı''yı işin içine karıştırarak olur: “Tanrı
seni cezalandıracak” gibi sözler, çocuk Tanrı''yı kafasında nasıl
canlandıracağını bilmediği için, onda daha fazla korku
geliştirir.
Bir de duruma bağlı olan korkular vardır. Örneğin eve hırsız
girmesi, çocuğun kaza geçirmesi gibi durumlar, çocukta korku
durumları ortaya çıkarır. Böyle durumlarda çocuğun korkusu
dinlenilmeli, ciddiye alınmalıdır. Annenin aşırı koruyucu ve
kollayıcı tutumundan vazgeçebilmesi için bir çocuk psikoloğundan
yardım alınmalıdır.
GECE KORKULARI
4-6 yaşları arasında çocuklar korkulu rüyalar görürler. Bu gibi
durumlarda çocuk anne babanın odasına gelir ve onlarla yatmak
ister. Bu durumda çocuğu azarlamak, kızmak sakıncalıdır. Çocuğu
alıp odasına götürmek ve dalıncaya kadar birlikte kalmak onu
sakinleştirmeye çalışmak gördüklerinin gerçek olmadığını anlatmak
uygun olacaktır.
Çocuk anne babanın cinsel ilişkisine tanık olmuş ise, bunu
annesinin saldırıya uğraması şeklinde yorumlayabilir. Bu olaydan
dolayı ya annesini korumak için ya da bu olayın yeniden olmaması
için annesiyle yatmak ister. Uykuya dalmak istemez ya da anne
babanın büyük kavgalarına şahit olmuş çocukta “eğer uyursam yine
kavga ederler, ben önleyemem” şeklinde bir düşünce gelişir. Böyle
durumlarda çocuğa kızmamak uykuya dalıncaya kadar yanında yatmak,
sakin ve sevecen davranmak uygundur.
OKUL KORKUSU
Bu sorun, çocuk ilkokula başladığında ortaya çıkabileceği gibi
okulun herhangi bir döneminde de görülebilir. Hatta yuvaya başlayan
çocuklarda da görülür. Çocuk anneye adeta yapışır, onu bir türlü
bırakmak istemez, ağlar, hırçınlaşır. Annenin yanında kalmasını
istediğinden anne günlerce, sınıfta çocuğun yanında oturur.
Ya da çocuk birden bire okula gitmek istemez; zorlanırsa, midesi
bulanır, kusar, zorlamalara direnir. Yoldan veya okuldan döner
gelir. Neşesizleşir, uykusu bozulur, iştahı kesilir. Ödevlere
ilgisi kalmaz. Her sabah somatik bir belirti ortaya çıkartır.
Örneğin, başı, karnı ağrır veya bulantısı olur, ateşi yükselir,
hatta kusar. Evde rahattır. Ağır vakalarda ise çocuk evde bile
huzursuzdur. Bunun kaynağı genellikle anneden ayrılma korkusudur.
Okul korkusu görülen çocuklar genellikle uslu, sessiz, uyumlu,
anneye aşırı bağımlıdırlar. Böyle durumlarda dayak ve korkutmalar
sonuç vermez. Bu korku ortaokulda, lisede de görülebilir.
Anne babalar okul korkusu gösteren çocuğu okuldan uzak
tutmamalıdırlar. Evde kalış uzadıkça okula dönüş güçleşir. Anne
baba kararlı ve tutarlı davranmaya çalışmalıdır. Öğretmene durum
anlatılmalı, işbirliği sağlanmalıdır. Çocuk sınıfa girmese de okula
gitmeli, bahçede dolaşmalıdır. Çocuğun korkusu ciddiye alınmalıdır.
Okula götürülmesi çözümün yarısı demektir. Birkaç günde
düzelmiyorsa gecikmeden bir psikoloğa gidilmelidir.
KEKEMELİK
Kekemelik, ses, hece ve sözcüklerin tekrarı, uzatılması ya da
konuşmanın akışını kesen, duraklamalar şeklinde ortaya çıkan, bir
konuşma bozukluğudur. Psikolojik sorunlar yoğun olduğunda ve
stresli ortamlarda artar. Konuşma hızı yavaş veya hızlı olabilir.
Şarkı söylerken ve şiir okurken görülmez. Ağır durumlarda vücut, el
kol hareketleri konuşmaya eşlik eder.
Genellikle 12 yaşından önce, çoğunlukla da 2-7 yaşları arasında
başlar. Belli bir yaşa kadar düzgün konuşan çocuk birden tutulur.
Önceleri belli sözcüklerde, daha sonra her sözcükte takılır.
Kekemelere uygulanan fiziki tekniklerde konuşma ile ilgili
organlarda bozukluk saptanamamıştır.
Kekemelik genellikle erkek çocuklarda, kızlardan dört-beş kat fazla
görülmektedir. Kekeleyen çocuğun aile üyeleri ve yakınları arasında
da kekemeliğe rastlama olasılığı yüksektir. Oluş nedeni tam olarak
bilinmemektedir. Çok etkenli bir bozukluktur. Ailesel, genetik bir
yatkınlıktan bahsedilmektedir. Bazı anne babalar çocuğa küçük yaşta
düzen, temizlik ve terbiye konularında katı disiplin
uygulamışlardır. Bu anne babanın çocuktan beklentileri çok
yüksektir.
Çocuğu aşırı denetim altında tutarlar. Konuşmasına sürekli müdahale
ederler. Lütfensiz konuşmasını istemezler. Bu durumun çocuğun
konuşmasını engelleyebildiği ve konuşmada duraksamalara sebep
olabildiği ifade edilmektedir.Bir başka görüş de konuşmanın beyinde
yetersiz lateralize olduğu; daha çok her iki hemisferde de temsil
edilişinden ortaya çıktığı şeklindedir.Kekemeliği başlatan en büyük
nedenin korku olduğunu belirtebiliriz.
Kekemelik çocuğun toplumsal uyumunu aksatır. Konuşmaktan çekinir,
kekeleyeceği korkusuna devamlı sahiptir. Çekingenlik, utangaçlık,
güvensizlik gibi ek belirtiler gelişir. Bu durum çocuğun arkadaş
ilişkilerini ve okul başarısını etkiler.
2-3,5 yaşlar arasında başlayan kekemelik genellikle geçicidir. Bu
yaşlarda çocukta düşünme hızı konuşma hızını geçtiğinden ya da
yetersiz konuşma ile düşünce ifade edilemediğinden fizyolojik
kekemelik ortaya çıkar. Erken yaşta başlayan geçici kekemelik
durumunda aile çocuğa düzgün konuşması için baskı yapmamalı,
çocuğun konuşmasına dikkat çekilmemelidir.
Hafif vakalarda düzelme %50 ile % 80 arasındadır. Ergenlik
döneminde geçebileceğini vurgulayan araştırmalar vardır.Anne
babanın dayaktan, korkutucu tepkilerden sakınması uygun olur. Aile
çocuğun konuşmasına sürekli karışmalar ve düzeltmeler yapmamalıdır.
Anne baba sabırsız ve üzgün bir tavır içine girmemelidir. Çocuğun
tedirginliğini azaltıcı önlemler almalı, aşırı titiz, düzenli,
denetimci ve kuralcı tutum gevşetilmelidir.
Kekemelik başlar başlamaz bir psikoloji merkezine gidilmesi uygun
olur. Çocuğun ruhsal sorunlarının çözülmesi. kekemeliğin yer
etmeden geçmesini sağlayabilir. Kekemelik tedavisinde amaç,
kekemelikle birlikte çocuğun ruhsal durumunun da düzeltilmesidir.
Yani tedavinin büyük ölçüde amacı benlik saygısının
korunmasıdır.
Konuşma tedavisi, uzmanları tarafından yapılmalıdır. Altıyedi
yaşından büyük çocuklar bu tedaviden kolay yararlanırlar.
TİKLER
Kaslarda beliren, irade dışı aralıklı kasılmalardır. En çok yüz
kaslarında görülur. Tik yer ve biçim değiştirebilir. Örneğin, göz,
baş sallama gibi. 6-7 yaşlarında sık görülür.
Tik erkek çocuklarında daha çok görülen bir gerginlik belirtisidir.
Genel gerginliğin, belli bir kasın kasılmasıyla dışarı vurulması
olarak yorumlanır. Kekemelik gibi tikler de çocuğun duygusal
durumuyla ilişkilidirler. Ortaya çıkışı, aşırı korku, heyecan ve
ürkme yaratan olayları izler. Sık olarak altı yaşından sonra
başlarlar. Tikin ortaya çıktığı çocuklar, genellikle tedirgin,
kaygılı ve gergindirler. Genellikle bu çocukların anne babalarında
titiz, kuralcı kişilik özellikleri gözlenebilmektedir.
Çocuğun yorgun, heyecanlı, sıkıntılı olduğu durumlarda ortaya çıkan
tiklere, çocuğun dikkati çekilmelidir. Tiklerin çoğu geçicidir. Tik
görülür görülmez, vakit geçirmeden bir çocuk psikologuna danışmak
yararlı olur. Böyle durumlarda çocuğu tedirgin eden nedenlerin
bulunması ve durumun düzeltilmesi gereklidir..
YATAĞINI ISLATMA (ENUREZİS)
Tekrarlayıcı nitelik taşıyan, istem dışı işemedir. Çocuklar 3-5
yaşları arasında idrarı kontrol edebilecek biyolojik olgunluğa
erişir. Bu yaşlardan sonra ayda en az iki kez yatağını veya altını
ıslatması bir sorun olarak değerlendirilmekte ve tedaviye gerek
duyulmaktadır. Tuvalet kontrolü uygun eğitimle kazanılır. Altını
ıslatma bebekliğinden beri sürüyorsa birincil, en az bir yıl
kontrol edebildikten sonra başlamışsa ikincil adı verilir. Tek
başına olabildiği gibi başka sorunlarla birlikte de
görülebilir.
Toplumumuzda çok sık rastlanılan bir psikolojik şikayettir. Erkek
çocuklarda daha sık görülmektedir. Altını ıslatan çocuklarda
ailesel bir yatkınlıktan söz edebiliriz. Araştırmalarda bu
çocukların birinci derece akrabalarında da %70 oranında altına
işeme şikayeti görülür. Erken başlatılan, kusurlu tuvalet eğitimi,
kardeş doğumu, ailedeki ölüm, ayrılık, hastalık gibi duygusal
durumlar, okul sorunları veya aşırı koruyucu aile tutumu tuvalet
eğitimini geciktirir.
Altını ıslatmada bedensel hastalıkların rolü çok azdır.Altını
ıslatanlarda uyku derindir. İşeme devam ettikçe anne ile ilişkiler
bozulur. Bu çocuklarda epileptik bir durum olup olmadığı
incelenmelidir.
Altını ıslatmanın organik, biyolojik bir nedenden dolayı olmadığı
anlaşıldıktan sonra psikolojik tedavi başlar. Anne babanın sabırlı
ve anlayışlı yaklaşımı sorunun kısa sürede çözülmesini sağlar.
Azarlanıp ayıplanan çocuklarda aşağılık duygusu gelişir. Sertlik ve
utandırıcı cezalar işe yaramaz. Akşamları sulu besinlerin kesilmesi
sonuç vermeyen bir önlemdir.
Bu çocukların tedavi edilmeleri sonucu kısır kalacakları veya
erkekliklerini kaybedecekleri düşüncesi kesinlikle yanlıştır.
Altını ıslatmanın sünnetle, ergenlikle, askere gitmekle veya
evlenmekle ortadan kalkacağı gibi fikirlerin temeli yoktur. Çocuk
bir psikoloji merkezine götürülmelidir. Bu merkezlerde psikolojik
yardım ve davranışçı yöntemlerle soruna çözüm bulunacaktır.
DIŞKI KAÇIRMA (ENKOPREZİS)
Çocuğun tuvalet eğitimini tamamlaması gereken yaşa gelmiş olmasına
rağmen istemli ya da istem dışı olarak kakasını kontrol
edememesiyle ortaya çıkan bir bozukluktur. Seyrek görülen ve daha
çok erkek çocuklarda rastlanan bir durumdur. Burada altını
ıslatmadakinden daha ağır bir ruhsal uyumsuzluktan söz edebiliriz.
Bu tanı 4 yaşından sonra konur.
Yeni bir kardeşin doğumu, anneden ayrılık, korkutucu olaylar,
hastaneye yatış, anaokuluna gidiş gibi tedirgin edici durumlarda
görülebilir. Bu durumlarda çocuğun bu tepkisi annenin aşırı
temizliğe ve titizliğe önem veren, cezalandırıcı tutumuna bir tepki
olarak ortaya çıkabilmektedir. Çocuğa tuvalet eğitimi baskıyla
uygulanmışsa bu durum görülebilir.
Bu davranışıyla çocuk hem annesinin ilgisini çekmekte hem de ona
başkaldırmaktadır. Bu çocuklarda güven eksikliği ve benlik
saygılarında zedelenmeler gözlenebilmektedir. Aile ve arkadaş
ilişkilerini bozan bir durum olduğundan tedaviye vakit kaybetmeden
başlanmalıdır.
Böyle bir çocukta ilk yapılması gereken, varsa gereksiz baskıların
kaldırılması ve aşırı titiz tutumdan vazgeçilmesidir. Çocukla önce
olumlu bir ilişkiye girilmeli, sonra günde üç-dört kez belirli
aralıklarla tuvalete oturması sağlanmalıdır. Hatta bu aşamada uygun
ödüller yarar sağlayabilir.
Sorun, uzun süredir devam ediyorsa, bir psikolojik merkezden yardım
istenmelidir. Psikoterapi ve davranışçı yöntemlerle sorun
çözülür.
DAVRANIŞ BOZUKLUKLARI
Yapılan araştırmalar davranış bozukluğunun 1-5 yaşlarında
görülebileceğini, tanının 8 yaş sonrasında konabileceğini gösterir.
Davranış bozukluğu gösteren çocukların, yetişkinliklerinde de buna
rastlandığını söyleyebiliriz. Erkek çocuklarda davranış
bozuklukları kızlara oranla, dört kat daha fazla görülmektedir.
Davranış bozukluklarında organik nedenlerden bahseden çalışmaların
yanı sıra bazı araştırmalar ana babadaki ruhsal bozuklukların
çocuktaki davranış bozukluğu ile doğrudan ilgili olabileceğine
dikkati çekmektedirler.
Sıklıkla boşanma, aile içi kavgalar da davranış bozukluğuna neden
olabilmektedir. Ana babalarında davranış bozukluğu olan çocuklarda
davranış bozuklukları olabileceği de ileri sürülen görüşler
arasındadır. Davranış bozukluğu da tek nedenle açıklanamaz. Böyle
durumlarda psikoloji merkezlerinden yardım istemek
gerekmektedir.
Yalan Söyleme
Yalan herkesçe ayıplanan bir davranıştır. Ama anne baba çocuğun
hayal gücüyle yalanı birbirinden ayırmalıdır. 3-5 yaş arasındaki
çocukların hayal güçleri çok zengindir. Hayali olaylar, hikayeler
masallar anlatırlar. Anlattıkları şeylere kendileri de inanırlar.
Hatta bazı çocukların hayali arkadaşları bile vardır. Anne baba bu
durumu tam doğru değerlendiremezse, çocuğun yalan söylediğini
sanarak paniğe kapılır. “Benim çocuğum çok yalan söylüyor” diye
psikoloğa getirilen pek çok sağlıklı çocuk vardır.
Çocuğu yalana yetişkinlerin çelişkili tutumu iter. Çocuklar yalana
çok duyarlıdırlar. Anne veya baba kendi yalanına çocuğu ortak
etmemelidir. Çocuk bu tür yalanları anne babaya karşı kullanır.
Çocuk sık sık yalan söylüyorsa bu önemli bir durumdur. Anne baba
ile çocuk arasındaki güven sarsılmış demektir. Çocuk anne babanın
beklentileri kendi gücünü aştığında ya da ceza korkusuyla yalana
başvurabilir. Yalan söylediği için çocuğu zorlamak, dövmek
sakıncalıdır. Çocuk gerçeği söylemekten korktuğu için yalana
başvurabilir. Ya da yaptığı şeyin yanlış, yapılmaması gereken bir
şey olduğunu bildiğinde yalan söyler. Böyle durumlarda çocuğun
yalan söyleme sıklığı ve dozu dikkate alınarak bir psikologdan
yardım istenmelidir.
Çalma (Hırsızlık)
Anne babalar çalma karşısında sert tepki gösterirler. Üçyaşındaki
çocuk sormadan alınmaması gerektiğini bilir. Yine de beğendiği bir
şeyi cebine koymaktan kendini alamaz. Böyle durumlarda en doğru yol
çocuğu korkutmadan, dövmeden, alınan şeyin mutlaka geri
verilmesidir. Çocuk gereksiz yere suçlanmamış, davranışı da
onaylanmamış olur.
Okul çağındaki çalmaların üzerinde önemle durulmalıdır. Çalma
önemli bir ruhsal sorundan ileri gelebilir. Kendine güveni olmayan
çocuk ilgi çekmek için hırsızlık yapabilir. Çalma, bazı durumlarda
da bir yardım çağrısıdır. Çocuk çalarak ailesine “benim farkıma
yarın” demek istemektedir. Sevgi eksikliği ile çalmanırı arasında
bir ilişki vardır. Anne, baba yoksunluğu çeken çocuklarda çalma
davranışı görülür. Çocuk sevildiği, benimsendiği duygusu iyice
yerleşinceye kadar çalmaya devam eder.
Anne babalar çalma karşısında soğukkanlı davranmalıdır. Dövme,
ayıplama, yüzüne vurma, arkadaşları arasında rezil etme çok
tehlikeli yöntemlerdir. Ilk çalmada anne baba ve okulun bağışlayıcı
ama duyarlı olması çok önemlidir. Çalma çocuk için çok hassas bir
konudur. Böyle bir davranışa hiçbir zaman boş verilmemeli, bir
psikoloğa danışılmalıdır.
Saldırganlık
Saldırgan çocuk, ruhsal sorunlarından dolayı çevresiyle uygun
ilişkiler kuramaz. Kavgacıdır. Büyüklere karşı gelmeye eğilimlidir.
Öfkesini kontrol edemez. Durmadan sorun yaratır. Çocuğun
saldırganlığı süreklilik gösterir.
Saldırganlık doğuştun getirilen bir dürtüdür. Kontrol edebilir ya
da olumlu yollara kanalize edilebilir. Çocuk başlangıçta
saldırganlığını açık olarak dışa vurur. Bebek, istekleri
engellendiğinde öfke nöbetleri gösterir. Yaş ilerledikçe
isteklerini ertelemeyi ve beklemeyi öğrenir.
Her türlü saldırganlığın engellendiği ortamlar çocukta gerginlik
yaratır. Uygun yollardan saldırganlığını boşaltmasına izin
verilmeyen çocukta bu saldırganlık dışa yönelir. Dayağın olduğu bir
evde yetişen çocuk da kardeşini veya arkadaşlarını dövecektir.
Saldırgan çocuk temelde güvensiz, doyumsuz ve sevilmediğine inanan
çocuktur. Kendine özsaygısı azdır.
Dürtülerini kontrol etmeyi öğrenememiştir. Böyle çocukların anne
babaları ya çok sert ve hoşgörüsüz, ya tutarsız davranışlar içinde,
ya da gevşek bir disiplin anlayışına sahip olabilmektedirler. Bu
çocuklar, öfkelerini kontrol etmekte zorluk çekerler. Saldırgan
çocuk, ailedeki dengesizliğe ve ayartıcı çevre koşullarına bağlı
olarak suça yatkınlık kazanabilir.
Anne babanın olumsuz tutumu saldırganlıkta önemli rol oynamakla
beraber, tek neden değildir. Çocuğun organik olarak etkilendiği
durumlarda da saldırganlık tepkisi ortaya çıkabilir.
DİKKAT EKSİKLİĞİ ve AŞIRI
HAREKETLİLİK
(HİPERAKTİVİTE)
Burada, dikkat eksikliği ve aşırı hareketlilik, ataklık en önemli
belirtilerdir. Bu çocuklarda motor davranışlarda, bilişsel
işlevlerde, kişiler arası ilişkilerde bozukluklar vardır. Bunların
yanı sıra tabloya ruhsal bozukluklar da eklenebilmektedir.
Dikkat eksikliği hiperaktivite olmadan da olabilir.Bu çocuklar
aşırı hareketlidirler. Çocuk hiç yerinde duramaz. Bebekliğinden
beri hareketli olan bu çocuklar genellikle yürümeye başladıklarında
hemen fark edilirler. Hareketleri amaca yönelik değildir. Durmak,
yorulmak bilmezler. Anneler bu çocukları “Düz duvara tırmanır”
biçiminde nitelendirirler. Bu çocuklar savruk ve
düzensizdirler.
Özellikle okul döneminde zorlanırlar. Okula uyum sağlamakta
sorunlar çıkar. Sırada oturmakta, dersleri takip etmekte sıkıntı
çeken bu çocuklar, yazmada ve okumayı öğrenmede de zorluk çekerler.
Öğretmenleri ve arkadaşlarıyla sürtüşmeye girer, öğretmeni
öfkelendirir, arkadaşlarının saçını çekerler. Bu aşırı hareketlilik
kimi zaman saldırganlığa dönüşür. İnce motor hareket gerektiren
(yazı yazma, düğme ilikleme gibi) işlerde zorlanırlar.
Bilişsel işlemlerde ise dikkat süreleri az, bir işe
yoğunlaşmaları
çok zordur. Bu yüzden zekaları normal olmasına rağmen, öğrenme
güçlüğü, okul başarısızlığı çekerler. Kısa süreli bellekleri
zayıftır, ancak uzun süreli bellekte sorun yoktur. Çarpım tablosunu
öğrenmekte zorlanırlar.
Kişisel ilişkilerde başladıkları arkadaşlığı sürdüremezler. Ruhsal
açıdan bu çocuklar ataktırlar, çabuk uyarılırlar, tehlikeyi
kavrayamaz, kazalara uğrarlar, engellenme eşikleri düşüktür, çabuk
heyecanlanır, küçük nedenlerle aşırı neşe ve ağlama davranışı
gösterirler. Erkek çocuklarda kızlardan daha fazla görülmektedir.
Başlama yaşı 3-4 yaş olarak görülse de farklılıklar bebeklikten
itibaren başlamıştır.
Bu çocuklar bebekliklerinde huysuz, huzursuz, sürekli ağlayan, zor
bebekler olarak tanımlanırlar. Aile okul öncesi dönemde fark etmez.
Çoğu zaman okula başladığında fark edilirler. Çünkü çocuk hem okula
uyum sağlamakta zorlanmakta, hem de öğrenme güçlüğü çekmektedir.
Burada bilgiyi işlemede bir fonksiyon bozukluğu söz konusudur.
Tedavi, belirtileri, şikayetleri ortadan kaldırmaya yöneliktir. Bu
süreçte çocukların aşırı hareketliliklerini azaltmak ve
dikkatlerini artırıcı çalışmalar yapılmaktadır. Ailenin ve
öğretmenin bu konu hakkında bilgilendirilmesi ve katılımları
gerekmektedir. Aile, çocuk ve öğretmenin işbirliğine girmesi,
tedavinin gidişini hızlandıracaktır. Çocuğun bozukluğuna uygun,
disiplin uygulayan, tutarlı ve kararlı olan, ilgili, sevecen
davranan anne babalar bu konuda başarılı olurlar. Bu çocuklara
karşı aşırı disiplin veya gevşek tutum uygun değildir. Böyle bir
çocuğa sahip olan ailenin işi zordur. Ailelere tavsiyemiz çocukta
yukarıda saydığımız özellikler fark edildiğinde bir psikoloji
merkezinden yardım istemeleridir.
AŞIRI KİLO SORUNU
Bebeğin aşırı kilolu olması annenin ve çevrenin hoşuna gider. Anne,
çevrenin beğenisini almak için bebeği olması gerekenden daha fazla
beslemeye çalışır. Fazla kilo nasıl yetişkinlerde istenmeyen bir
durumsa, hem bebek hem de çocuk için uygun değildir. Uzmanlar
yetişkinlikteki fazla kilonun bebeklikte ve çocuklukta oluşan
yanlış beslenme alışkanlığının sonucu olduğunu söylemektedirler.
Fazla kilo, çocukta duygusal ve sosyal problemlere neden olabilir.
Bu nedenle anne baba çocuklarının fazla kilo almamasına dikkat
etmelidirler.
Çocuğa yemek konusunda baskı yapmak, “yemezsen darılırım” biçiminde
zorlamalara girmek sakıncalıdır. Yetişkinlerde olduğu gibi ender
durumlarda da çocuklar endişeli veya stresli oldukları için daha
fazla yemek yiyebilirler. Bu hallerde yemek karın doyurmak için
değil, kendini tatmin etmek, rahatlamak için yenir. Sonra
alışkanlık haline gelir. Bu çocuk için de istenmeyen bir
durumdur.
Anne babalar yemeği ödül veya ceza olarak kullanırlar. Bu çok
yanlış bir uygulamadır. Anne babalar çocuğun fazla yemesinden
dolayı duydukları endişeyi çocuğa hissettirmemelidirler. Bu, çocuğu
psikolojik olarak etkileyebilir.
Şişman çocuklar arkadaşlarının alaylarına hedef olurlar. Çocuk bu
yüzden psikolojik olarak olumsuz etkilenebilir.