Fatma Girik: 'Bizim zamanımızda zamparalık yoktu'
14 yaşındayken oyunculukla tanışmış, yıllarını film setlerinde geçirmiş biri olsa da heyecanını hiç kaybetmemiş Fatma Girik.
- ‘Babalar ve Evlatları’nın nasıl bir hikâyesi
var?
Filmle ilgili bana hiçbir şey sormayın. Filmin bir rejisörü var,
(eliyle işaret ediyor) bakın orada oturuyor. O anlatır. Biz
anlatamayız. Saygılıyız.
- Siz nasıl birini oynuyorsunuz?
Her zaman
ki gibi bir anne rolü.
- Daha çok evin ve erkeklerin yükünü omzunda taşıyan bir
anne mi?
Evet, dediğiniz gibi öyle bir anneyim.
- Bu hikâyede sizi etkileyen ne oldu?
Beni etkileyen hiçbir şey olmadı. (Göz kırpıyor) Her zaman
oynadığım annelerden birini oynuyorum. Beni etkileyen yönetmenimiz
Cemal Şan’la ilk kez çalışıyor olmamız. Değişik bir rejisör. O
yüzden farklı.
- Sinema filmlerinden çok dizilerde oynamayı sevdiğinizi
okumuştum…
Gerçekten dizileri seviyorum. Sinema
filmleri başlıyor ve bitiyor. Zaten 53 senedir film çekmişim,
bıkmışım. Sinema filminde oynasam ne olur, oynamasam ne olur.
Diziyi sevmemin nedeni bir devamlılığın olması ve uzun müddet
arkadaşlarınla birlikte olabilmek. Her hafta heyecanla
seyrediyorsun.
BEĞENİLMEK İSTİYORSUN
- Yüzlerce filmde oynamış birisiniz, ilk günkü gibi heyecan
bitmiyor değil mi?
O duygu kaybedilse işin tadı kalmaz. Aşk gibi bu meslek. Katlanarak
büyüyor. Başka başka tatlar alıyorsun. Mesela kendimden anlatayım;
bir mağazaya giriyorum, bir elbise beğeniyorum hemen giyinip
mağazanın aynasında sağıma soluma bakıp “Acaba Memduh (Ün) beni
böyle beğenir mi? Alsam mı?” diye soruyorum kendime. Halbuki Memduh
beğense ne olur, beğenmese ne olur? Sonuçta 92 yaşında bir adam, 69
yaşında bir kadın var ortada. Başka bir şey alsan ne olur değil mi?
Ama yine de kendini ona beğendirmeye çalışıyorsun. Aslında bu çok
da anlatılmıyor ancak yaşanıyor.
- Onca yıllık ilişki o tazeliği koruyor mu gerçekten?
Gerçi anlattıklarınıza bakılırsa heyecan hâlâ var…
Var ama o heyecanlı duyguların yerini farklı duygular alıyor.
- Bu kadar yıl bir erkekle birliktelik sürdürmek zor
değil mi?
Ben de sana sorayım; mesela biriyle beraber oluyorsun diyelim iki
ay sonra başka bir adamla, üç ay sonra da başka bir adamla birlikte
oluyorsun, bu zor değil mi?
- Benim açımdan her defasında yeni bir erkek zor.
Tanıdığım, bildiğim sular daha güvenlidir.
Tabii ya tanıdığın biri işte… Kaşını kaldırdığı zaman sinirli mi?
Elini beline koyduğu vakit ne oluyor? Ayağını hızlı hızlı salladı
mı ne demek istiyor? Her şeyini biliyorsun. Sonra ne demekmiş bir o
adam, bir bu adam. Öyle şey olur mu? (Gülüyor)…
- Ne diyeyim maşallah yıllarınızı tek bir adama
vermişsiniz…
Tabii ya, 53 sene ne demek? Dile kolay.
- Peki, hiç mi beğendiğiniz başka erkekler
olmadı?
Beğenmekse yine beğeniyorum. Niye beğenmeyeyim? Mesela Tarkan’ı çok
beğeniyorum ve çok takdir ediyorum. Onu beğenmek demek hemen “Ay ne
güzel şu Tarkan’la da beraber olayım” demek değil ki. İşte
söylediğim gibi bazı duyguların yerini başka duygular alıyor.
MEMDUH’U BEĞENİYORUM
- “Bir daha dünyaya gelsem yine Memduh’a âşık olurum, yine sinemada
olurum, yine belediye başkanı olurum” demişsiniz. (Bu arada Fatma
Hanım, “Evet, tabii, yine beğeniyorum, doğru” diyerek
söylediklerime büyük bir keyifle onay veriyor) Bazen “Hayatım böyle
gitti de acaba yan sokağa sapsaydım ne olurdu” diye hiç
düşünmediniz mi?
Hiç öyle beni yolumdan saptıracak bir şey olmadı. Yan sokakta ne
olduğu beni ilgilendirmedi. Bana ait olan her şey çok güzeldir.
Benim evim en güzel evdir. Benim annem en güzel annedir. Benim
annem en güzel yemeği yapar. Bana ait olan her şey şahanedir. Hiç
kimseye imrenmem. Bakarım, “Ne güzelmiş” derim ya da “Evi de hoşmuş
güle güle otursun” derim. Ama hiç (sesini değiştirerek) “Ay, keşke
benim de olsa, keşke ben de böyle giyinsem” demem. Hiç böyle bir
derdim yok.
- Oyunculuğa ilk başladığınız yıllarda ‘en büyük rol, en
güzel rol benim olsun’ gibi dertleriniz de mi olmadı?
Hayır, hayır. Senaryoyu alıyorsun eline, okuyorsun zaten oynarsan
oynarsın. Oynayamazsan da oynamazsın ama o rolü aldığım vakit de
onun hakkını vermek isterim ve hakkımı da yedirmek istemem. “Şu
sahneyi atalım, bu sahneyi atalım”, bunu da yaptırmam. Tabii ki
senaryo Allah’ın kelamı değil. İnsanlar artık dinde reform yapıyor,
senaryo da değişir.
ZAMPARALIK YOKTU
- Peki, sizin döneminizde oyuncular arasında ayak oyunları, rol
kapma savaşları olur muydu?
Bizim zamanımızda ne bu kadar zamparalık vardı ne de ayak
oyunları…
- Bir de dönemin bütün ünlü isimleri aynı filmde
oynardı…
Tabii, film şirketleriyle anlaşan böyle işletmeciler vardı. İki
Fatma, bir Türkan, üç Cüneyt diye bir anlaşma yaparlardı. Bizim bir
tek Hülya’yla şöyle bir şey olmuştu. ‘Kambur’ filmi için Hülya
kambur, Kadir İnanır da kör bir kemancıyı oynayacaktı. Hülya da
“Ben kör olayım, Kadir kambur olsun, kambur rolünü oynamam” deyince
hemen ben de balıklama kapmıştım o rolü.
- Komşunuz film setlerine figürasyon götürürmüş, siz de
annenizle gidermişsiniz. Çekim yaptığınız ilk günü hatırlıyor
musunuz?
Kocamustafapaşa’da dört odalı bir evde otururduk. Verem Savaş
Derneği’nin tam karşısında. Her odasında bir aile otururdu. Ön
tarafta Yeni Sabah Gazetesi’nde çalışan biri otururdu, yanda biz,
bir ihtiyar karı- koca, diğer odada bir hanımla oğlu. Evin tek
tuvaleti vardı, herkes oraya girerdi. Sabah Gazetesi’nde çalışan
figürasyon olarak setlere giderdi. Bizi de götürmeye başladı
annemle. Sonra annem film setlerinden ayağımı kesip “Yeter artık
ders çalışamıyorsun, okula gidiyorsun” dedi. Aslında ne yapıyorsun,
tek göz odanın içinde oturuyorsun işte. Baktım bir gün Ahmet Tarık
Tekçe geldi, yeni kurulmuş bir film şirketine götürdü beni. Sahibi
de İranlı mıydı, neydi? Talat Gözbak vardı Clark Gable’a benzerdi.
Onunla ‘Leke’ diye bir köy filmi çekmiştik. Yakacık
taraflarında.
- Memduh Bey’in film setine gittiğiniz günü hatırlıyor
musunuz?
Tabii. Marlene Dietrich’in ‘Mavi Melek’ diye bir filmi vardı onun
Türkçe versiyonunu çekiyorlardı. Neriman Köksal’la Talat Artemel
oynuyordu. Amerikan barda oturacak birine ihtiyaç vardı. Memduh da
“Güzel bir kız seçin de bara oturuversin” dedi (gülüyor)… Sonra da
beni seçtiler. Gittim oturdum bara. Ama Memduh da “Bunun elbisesi
de çok beyazmış” deyince Nerimancığım hemen yerinden kalkıp
“Memduhcuğum ben onu şimdi güzelleştiririm” deyip geldi yanıma,
renkli eşarbını bağladı boynuma, çıkardı rujunu sürdü. Allah’ım ne
tatlı kadındı. Ben de küçük şıllıklar gibi (kahkahalar)…
- Memduh Bey sizi o zamanlardan mı görüp
beğenmiş?
O zaman değildi. Çok sonraydı.
- Sizin ilginizi çekmiş miydi?
Çekiyordu canım. Çünkü bütün kadınların ilgisini çekiyordu. Ben de
“Kim bu?” deyip bakıyordum.
- O zamanlar kafanıza koymuş
muydunuz?
Yok canım! Koca kazık kadar adam ya.
- Memduh Bey’le aynı sette çalışmak nasıldı? Birine
kızınca “Tokmak” dermiş.
Ağzından henüz bir küfür duymadım, o en kötü lafıydı.
- Bir yönetmen bir de oyuncu aynı evi paylaşınca hep
filmlerden mi konuşulur?
Film bile konuşulmasa da
konuşacak çok lafımız vardır. Bitmiş değil. Ben artık yemek
istiyorum, hadi ara verelim.
- Yaramaz çocuklara benziyorsunuz…
Ben mi? Bu yaşta, yok canım (gülüyor)…
- Boşuna “Erkek Fatma” dememişler…
(Vücudunu göstererek) Erkeğe hiç benziyor muyum? Erkekler beni
kendilerine mâl etmek istiyor. Bakar mısın şu kele? (Balkonda
çalışan bir set görevlisini göstererek) Şu kelle benim nerem
benziyor? O bir kel, bense saçlı, kaşlı bir kadınım (kahkahalar)…
(Bir anda saçlarımı fark ediyor) Senin saçın mor mu? Niye
yaptın?
- Renkli olmayı seviyorum… En çok sevdiğiniz filminiz
hangisiydi?
Sevmediğim hiçbir filmde oynamadım. Vallahi hepsini severek
oynadığım için bilemiyorum. Hangi filmimi seyredersem ona âşık
oluyorum.
- Genç oyunculardan beğendiğiniz “Bunda bir ışık var”
dediğiniz oluyor mu?
Ben yeni insanları seviyorum.
Gençleri seviyorum. “O kötü, bu kötü” diye hiç düşünmüyorum. Olur.
Ben de bir sürü yerden kovuldum, bir sürü yerden atıldım ama hiç
yılmadım. Memduh’a, “Bu yeteneksiz bir kız, niye bununla
uğraşıyorsun” diyorlardı. Memduh “Ben onda bir ışık görüyorum”
diyordu. Bazen öyle bir rol gelir ki kendini gösterirsin. (Yerinden
kalkmaya hazırlanıyor ve) Haydi çocuklar gitmem lazım, set
bekliyor.
HİÇ İLGİM YOKKEN BELEDİYE BAŞKANI OLDUM İLGİM OLDU, O ZAMAN DA BAŞKANLIK BİTTİ
- İlk kazandığınız maaşınızla ne aldığınızı hatırlıyor
musunuz?
İlk kazandığım para mı? Maaş deyince aklın kendi işine gitti
herhalde (kahkahalar)… Ne yapacağım parayı, anneme, babama
vermişimdir. Şimdi hatırladım mavi keten elbiseyle, bir kilo da muz
almıştım.
- O dönemlerde çalışan bir kadın olmak zor
muydu?
Ne kadını, 14 yaşındaydım. Sonraki yılları soruyorsan kadın olarak
çalışmak hiç de zor değildi.
- Belediye başkanlığı yaptığınız dönemle şimdiki
belediyecilik anlayışını kıyaslasanız şimdiyi nasıl
buluyorsunuz?
Hiç ilgim yok. Zaten ilgim yoktu belediye başkanı oldum. Sonra
ilgim oldu o zaman da bitti (gülüyor)…
- Yeniden ‘Söz Fato’da’ gibi bir program yapmak ister
misiniz?
Yaptım da ne oldu? Sonuç verdi mi? Vermedi. Kimsenin umurunda oldu
mu? İnsanlara derman olduk ama…
- Eski filmlerinizden yeniden çekilmesini istediğiniz
var mı?
Hiç sevmem öyle şeyleri, istemem. Bir kere yapılmış bir şeyin bir
daha yapılmasından yana değilim.
- Yüzlerce insan tanımış, sahne deneyimi olmuş, belediye
başkanlığı yapmış biri olarak bu hayata dair kadınlara
söyleyebileceğiniz ne var?
Mesela kadın evi yaptık, benden sonra geldi bir kadın kapattı.
“Niye kapattın kardeşim?” diye sorduk. “Badana, boya, temizlik
yapacağız” dedi. Benim zamanımda açılmış bir kadın evini
kapatıyorlarsa üstelik de bir kadın kapatıyorsa… Allah rahmet
eylesin Duygu Asena “Bir kadın evi yap” deyip dururdu. Yaptık. Hiç
kimse de “Bu kadın evi niye kapandı?” diye sormadı. Ne diyeyim
şimdi? Kendimi bildim bileli Kadınlar Günü için çağırırlar,
gidersin, hep aynı şeyleri söylersin, aynı şeyleri dinlersin, döner
gelirsin. Gene öbür sene 8 Mart’ta gidersin yine aynı şeyleri
söylersin. Yeter ya! Bir gün Kadından Sorumlu Devlet Bakanı
olacağım. Yanlışlıkla Fatma Şahin olmuş, Fatma Girik olacaktı
(gülüyor)… (O esnada gözü bir ağaca takılıyor ve bir çocuk edasıyla
hayretle dallarında ne kadar çok erik olduğunu bize
gösteriyor)…
- Bu hayatın size sunduğu en büyük hediye
nedir?
Yeteneğim hayatın bana sunduğu en büyük armağandır. Yeteneğim oldu,
gerisini de kıvırıyorum zaten. (Üzerine basa basa) Her şeyi
yapıyorum.
- Hep böyle olumlu mu düşünürsünüz?
Hep hep böyleyim. Ben hiç daha keşke böyle bir arabam, böyle bir
evim olsun demedim. Hiç keşkelerim yok. Keşkelerim günlük
olaylardan ibarettir. Mesela bir gün boşumdur; o gün sinemaya mı
gitsem, kitap mı okusam, evi mi yerleştirsem, o film daha uzun süre
oynar, dur onu yapayım bunu mu yapayım derken “Ay keşke şunu
yapsaydım” derim en fazla. Budur. Günlük keşkelerim vardır.
- Hayatınızdan oldukça memnunsunuz o zaman…
Çok mutluyum, çok memnunum. Hayatımda hiçbir şeyin fazlasında gözüm
olmadı. Hiçbir zaman da olmadı.
40’INDAN SONRA AZMIŞ KADINLAR VARDI, ÇOK HOŞTU
- ‘Altın Kızlar’ dizisi ve oynadığınız rol şahaneydi, keşke devam
etseydi…
Ben zaten en başından “O yaşlı kadını oynarsam bu dizide olurum”
demiştim. Güzel bir projeydi, çok seviyordum. O projeyi
Türkçeleştirdiler. Tezatlığa bakın. Evde çalışıp para kazanan yok.
Nevra’nın (Serezli) oynadığı karakterin ne iş yaptığı belli değil;
Türkân (Şoray) bir yerde sekreter. Benim kızımı oynayan öğretmenlik
yapıyor, öğretmenin de aldığı maaş belli. Hatırlarsan dizide onlara
“Siz motor musunuz, bu şahane evde nasıl oturuyorsunuz?” diye
soruyordum (kahkahalar)…
- Nevra Serezli’nin oynadığı karakter sürekli erkeklerle
birlikte olur bir türlü de mutluluğu yakalayamazdı…
Olsun, onlar çok güzeldi. Kadınlar 40’ından sonra azmışlar, çok
hoştu. Onlar olsun. Mesela eskiden filmlerde randevuevleri
yapardık. Tüller, morlar, pembeler, kadın gelir, hafif loş ışıkta
soyunur, kendini bir atar, bir havalar... Öyle şeyler yapardık. Ama
bunların her odası randevuevi odası gibiydi. Ayol hangi parayla
yapıyorsunuz bunları! Halbuki küçük bir tahta ev olur, babadan,
anneden kalmıştır o ev. Cumbalıdır, yürüdükçe merdivenleri çatır
çutur eder. Evin bir tuvaleti vardır, herkes girmek için sıra
bekler. Bunlar böyle olursa güzel olur. Yoksa neydi o bizim çekim
yaptığımız evin hali! Adama sormazlar mı nereden geliyor bu derenin
suyu diye...
Sibel ATEŞ YENGİN