Geceleri de, Sokakları da, Meydanları da İstiyoruz!
Geceleri de, Sokakları da, Meydanları da İstiyoruz!
“sakıncalı” bir saatte “sakıncalı” bir yerde bulunduğu için öldürülen, taciz, tecavüz edilen ve dövülen kadınları ve gündelik hayatımızı bunların korkusuyla örgütlemek zorunda kalışımızı düşünürdüm. Birkaç gün önceye kadar...
Feminizmle yeni yeni tanıştığım zamanlardı. Dünyaya, hayata,
ilişkilerime cinsiyete dayalı güç ilişkilerini düşünerek bakmayı
yeni yeni öğrenmeye başlamıştım. Bir gün feminizmle düşünmeye dair
kendisinden çok şey öğrendiğim dünyanın en güzel cadılarından biri,
bir erkek arkadaşımıza, kendisinin cinsiyet hallerine duyarlılığını
imtihan edebilmek için bir yol gösteriyordu: Gece sokakta önünde
yürüyen bir kadın olduğunda, o tedirgin olmasın diye yolun karşı
tarafına geçer misin?
Bu soru senelerdir zihnimde döner durur. Ne zaman kadınlar olarak
ne kadar korkutulduğumuzu, taciz, tecavüz, dayak tehdidiyle terbiye
edilmeye çalışıldığımızı düşünsem bu soru aklıma gelir.
Erkekler, taciz edebilme, tecavüz edebilme, dayak atma, sokakların
ve hayatın asıl ve tek sahipleriymişçesine yaşama imtiyazlarından
vazgeçmedikçe ve gündelik hayatın hep erkekleri imtiyazlı kılan
akışı kurcalanmadıkça, ne eşitlikten ne özgürlükten bahsedebiliriz
diye düşündüğümde de bu soru önümü açar.
Feministlerin 8 Mart sloganlarından ''geceleri de sokakları
da meydanları da istiyoruz'' sloganı da bu sorunun hemen
yanı başında durur zihnimde.
Önünde yürüyen kadını tedirgin etmemek için kaldırım değiştirmek
bir yana, sokağa çıkmak, gece sokakta olmak erkek şiddetinin binbir
çeşidinin meşruiyet kaynağıdır. Sokakta oluşumuz, evin ve ailenin
ötesine uzanan alanlardaki varlığımız, tacizi, tecavüzü, dayağı,
cinayeti meşru kılar.
Bunu meşru gören yalnızca bunları yapan erkekler de değildir;
emniyet teşkilatı ve yargı organları nezdinde de, norm olan/doğal
olan sokakların ve gecelerin bize uygun olmadığıdır.
Ne emniyet ne de yargı sokakların ve gecelerin kadınlar için neden
tekinsiz olduklarını sorgular; bunun yerine sorguladıkları,
"o saatte orada ne işimizin olduğu"dur.
Üstelik tekinsiz sokağın karşısında, güvenli ev içlerimiz de
yoktur. Bedenimizin ve emeğimizin en çok istismar edildiği, hem de
en yakınımızdakiler tarafından istismar edildiği yerdir ev içi. Ev
içinde bulunmak şiddetten korunduğumuz anlamına da gelmez;
kaybettiğimiz birçok kadının katili en yakınlarındaki
erkeklerdir.
Bu yüzden 8 Mart gece yürüyüşlerinde, ''geceleri de
sokakları da meydanları da istiyoruz'' derken, "sakıncalı"
bir saatte "sakıncalı" bir yerde bulunduğu için ya da bunu
arzuladığı için öldürülen, taciz edilen, tecavüz edilen ve dövülen
kadınları ve gündelik hayatımızı bunların korkusuyla örgütlemek
zorunda kalışımızı düşünürdüm. Birkaç gün önceye kadar...
3 Mart Cumartesi günü Bakırköy Kadın Cezaevi önünde Tutuklu
Öğrencilerle Dayanışma İnisiyatifi'nin düzenlediği, Nükhet Sirman
ve Ayten Alkan'ın toplumsal cinsiyet ve feminizme dair konuştukları
temsili derse katıldım. Dersten sonra tutuklu kadın öğrencilere
Kadınlar Günü için kart yazdık.
Öğrencilerin isimlerinin yazılı olduğu listeden rastgele seçtiğim
birine, cezaevi duvarının dış tarafındaki bir kadın olarak ne
yazacağımın sıkıntısını yaşarken, "gecelerin, sokakların ve
meydanların" bu duvarın ne içerisinde ne de dışarısında olan
kadınların olabildiğini düşünüyordum.
Fakat o anda, cezaevinin önünde durmuş kart yazarken, bu sloganın
benim zihnimde aldığı biçimi katmerlendiren bir şeyi fark ettim:
Kart yazdığımız kadınlar, gecelerden, sokaklardan ve meydanlardan,
yalnızca yanlış bir zamanda yanlış bir yerde bulundukları için
değil, "sakıncalı" zamanlarda "sakıncalı" konularda siyaset yapmaya
cüret ettikleri için de dışlanmışlardı. Kürt sorununun çözümü için
ya da parasız eğitim gibi başka taleplerle sokaklarda ve
meydanlarda siyaset yaptıkları için, katıldıkları mitingler, basın
açıklamaları ve toplantılar delil gösterilerek aylardır tutuklu
olarak yargılanıyorlardı.
"Sakıncalı" zamanlarda "sakıncalı" konularda siyaset yaptığı için
yargılananlar yalnızca kadınlar değil elbette. Fakat erkeklerden
farklı olarak, siyaset yapmak için sokağa çıkan kadınlar, yalnızca
ceza kanunlarıyla değil, ahlak yasalarıyla da yargılanıyorlar.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Hopa'da Metin Lokumcu'nun ölümü
üzerine yapılan protestolara katılan ve polisin müdahalesi üzerine
kalçası kırılan Dilşat Aktaş'tan "kız mı kadın mı?" diye
bahsederken bize bunu hatırlatıyordu.
Polis şiddetiyle bebeğini düşüren kadının gördüğü şiddetin
vahametiyle değil de, onun yaşıyla, hamileliğiyle ve hamile bir
kadın olarak eylemdeki varlığıyla ilgilenen siyasetçi ve
gazeteciler de...
Bizi gecelerden ve sokaklardan dışlamak için, kadınları "terörist
ya da terör örgütü üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç
işleyen" olarak etiketleyen ceza yasalarıyla, "hak ettiğini bulan,
ahlaksız, kötü kadınlar" yapan ahlak yasaları birlikte
çalışıyorlar. Bu yüzden geceleri, sokakları ve meydanları istemek,
her iki yasaya da karşı çıkmak anlamına geliyor. (ED/ÇT)
Esra DEMİR [email protected]
İstanbul - BİA Haber Merkezi 08 Mart 2012, Perşembe