Gülben Ergen Ayşe Arman'a konuştu
Ayşe Arman: "Gülben’in peşine düşüyorum. Selülit tartışmaları da gündemde ama pek konuşmak istemiyor. Yazışarak röportaj yapmak da, benim içime sinmiyor."
Ben ruhumu iyileştirmenin derdindeyim portakal kabuklarını değil
Bu cumartesi annemin 70. doğum günü.
Herkes beyaz giyecek.
Kara kara nereden beyaz bir şey bulacağımı düşünürken, Gülben
Ergen’in Elele için çektirdiği fotoğrafları görüyorum.
Nihat (Odabaşı) çekmiş.
“Aaa şahane!” diyorum.
Ama ne yalan söyleyeyim gözüm, daha çok elbiseye takılıyor. Nerede
diktirdiğini sormak için Gülben’in peşine düşüyorum. Selülit
tartışmaları da gündemde ama pek konuşmak istemiyor. Yazışarak
röportaj yapmak da, benim içime sinmiyor. Öylece kalıyor röportaj
meselesi.
Zaten ne zaman arasam, ya ikizleri okula bırakıyor, ya Atlas’ı
okuldan alıyor; üç çocukla insanın aklını kaçıracağı bir tempoda
yaşıyor ve yine de her şeye yetişiyor.
Geçenlerde, oğlu Atlas’la aynı okulda okuyan bir arkadaşım diyor
ki: “Biliyor musun, Gülben sürekli okulda. Gösterilerde,
veli toplantılarında bakıyorum tek başına duvar kenarında
dikiliyor. Hep yalnız...”
Birden içim buruluyor.
Ben, sevgilim, en sıradan veli toplantısına bile gelmezse,
“Bu ne biçim şey, olur mu!” diyorum,
“Tabii ki ikimiz birlikte gideceğiz...” Gidiyoruz
da.
Birden Gülben’i, Gülben Ergen gibi değil de, üç çocuk annesi olarak
düşünüyorum. Ben bir taneyle zorlanıyorum, kolay olmasa gerek.
Üstelik o, bir taraftan da Gülben Ergen, kim ne derse desin bir
“star”. Hem üç çocukla debeleneceksin, hem starlığı devam
ettireceksin. Herkesin altından kalkabileceği bir şey değil!
*
Bu sabah aradım, “Nerdesin, seni bulmam gerekiyor” dedim. “Hisar
Okulları’nda Atlas için konuşmaya geldim” dedi. Bütün anneler
gibi o da kafayı 4 artı 4 artı 4’le yemişti. “Tamam ben okulun
kapısına gelirim” dedim. Ve onu, orada sıkıştırdım, beyaz elbisenin
bütün bilgilerini aldım.
Yani bu, bir röportaj filan değildi. Ne onun ne benim niyetim
vardı. “Hadi gel bizim eve gidip bir kahve içelim” dedim.
İki kadın laflarken ortaya iki gün boyunca okuyacağınız bu sohbet
çıktı.
Son zamanlarda bir sürü şey yaşadın. Bir sürü travma...
Boşanma, taşınma... Üstelik boşanmayı üç çocukla yaşadın. Tamam
“star”sın ama aynı zamanda normal bir kadınsın. Birlikte olduğu
adamdan umduğunu bulamamış, üç çocuğuyla kalakalmış bir kadın!
Bazen bunları unutuyoruz sanki...
- Vayyy ne hoş bu söylediklerin. Teşekkür ederim...
Ne zaman arasam ya anaokuluna bırakıyorsun ikizleri, ya alıyorsun
ya da Atlas’ı okuluna bırakıyorsun. Şimdi de, hangi okula
gidecekleri meselesiyle uğraşıyorsun. Selülit tartışmaları da her
şeye tüy dikti. Ama sende de hata var...
- Zaten bu kadar olumlu konuşmanın sonunda bir şey gelecekti! Nedir
hatam?
BAKMA HERKESE LAF YETİŞTİRDİĞİME
Bence sen yaşadığın her şey “normal”miş gibi
davranıyorsun. Bizi de inandırıyorsun...
- N’apim Ayşecim. Ağlak bir kadın mı olayım? Doğru, her şeyi
halleden, herkese yeten bir görüntüm var. Ama sen bakma benim
herkese car car laf yetiştirdiğime. Tamam güçlüyüm ama o kadar
değil. Ya da kendimi buna inandırdım bilmiyorum...
Taşınmak mesela. Ben de yakın zamanda taşındığım için
biliyorum. Zor. En büyük travmalardan biri...
- Üstelik, bizimki normal bir taşınma da değil, bir dönem
kapanıyor, evlilik bitiyor. Bir de üç çocukla taşınıyorsun. 8 yıl
yaşadığın evden, yeni bir yere geçiyorsun.
Hepsini kendi başına mı yaptın?
- Evet. Ev bakmak, evi bulmak, kredisini almak, içini döşemek. Eski
evden eşya getireyim mi, getirmeyeyim mi? Çocukların odaları ne
olacak? Neyi alacağız, neyi bırakacağız? Onun halısı, bunun
oyuncağı... Bir de tabii çocuklara niye taşındığımızı anlatmak
gerekiyor. Anne olarak boşanma sürecinde nasıl davranacağını bilmek
gerekiyor...
Destek aldın mı?
- Almaz olur muyum? Pedagog Feriha Dildar’la görüşüyorum. Sonra
psikolog İpek Hanım, psikiyatrist Tarık Bey. Hepsine gittim,
çocuklarla ilgili sorular sordum, tavsiyeler aldım. Yüreğimin
sesini dinliyorum ama elbette danışıyorum...
Çocuklara nasıl anlattın bunu? “Hayat değişiyor, yeni bir
eve geçiyoruz” filan mı?
- Bu kadar da neşeli bir tonda değil! Tabii daha çok Atlas’a
anlatmam gerekiyor, diğerleri henüz küçük. “Biz anne ve baba olarak
hep varız hayatında. Hep yanındayız. Bir ıslık, anne-baba burada!
Ama biz karı-koca olarak, kadın-erkek olarak bu işi beceremedik.
Önce yataklarımızı ayırdık, sonra da evlerimizi ayırmaya karar
verdik...” Tam bu sözcüklerle değil ama benzer bir şekilde.
Sonuçta, üç çocuklu bir evlilik sona erdi. Ruhum da, bedenim de
bundan bir şekilde etkilendi...
HER ŞEY OLABİLİRİM AMA BABA OLAMAM
Yine de kavgasız kıyametsiz boşandınız diye gurur
duyuyorsun değil mi?
- Hem de çok. Çünkü az bunun örneği. Kendimi bu yüzden takdir
ediyorum. Bunun için o kadar çaba sarf ettim ki. Benim için şu çok
önemliydi: Evlilik kararı açıklanırken, ayağa kalkıyorsun ve
karşındaki memur, “Bugünden itibaren sizi karı-koca ilan ediyorum!”
diyor. Aynı şekilde, evlilik biterken de mahkemeye gittiğinde yine
ayağa kalkıyorsun, bu sefer de başka biri: “Sizi boşuyorum” diyor.
Evlenmek de, boşanmak da saygı duyulması gereken bir karar. Biz de
öyle yaptık, hakim bizi boşadığını söylediğinde, Mustafa’yla
bakıştık, vedalaştık o arabasına bindi, ben arabama bindim,
ayrıldık.
Bana bile tek çocukla her şeyin fazla geldiği oluyor. Seni
hayal bile edemiyorum...
- Bir sürü şeyin üstesinden
gelebiliyorum ama ben baba değilim. Ve olamayacağım. Zaten babanın
yerini anne dolduramıyor. Zaman zaman kendimle dalga geçiyorum,
“Babalar Günün kutlu olsun!” diyorum. Çünkü Babalar Günü’nde
çocuklarla yalnızdım. Anneler Günü’nde de. Tabii ki içime attığım
bir sürü hüzün var, ama işte n’aparsın ismime yapışmış bir gülme
misyonu var. Bazen de “Aman canım, iyi ki bir üç çocuğun var!”
diyorlar. Ama gerçekten kolay değil. Üç tane olunca, üçünün sesi
başka, fikri başka, yemeği başka, okulu başka, istekleri başka,
uyku biçimleri bile başka.
İkizlerle yaşadığın hamilelik de zordu...
- Evet ikiz hamileliği daha ağır geçiyor. 4.5 aylık hamileyken bir
operasyonla yatmak zorunda kaldım. 7 aylık doğdular. Bir
karışlardı. Üç damlayla hayata başladılar. Mideden besleniyorlardı.
Entübe nedir gördüm. İki buçuk ay yoğun bakımda kaldılar. Yoğun
bakım da, kuvöz demek değil. Kuvöz, yoğun bakımın yanında Paris’e
gitmek demek. Hortumlarla yaşıyorlardı. Oksijenleri düştüğü ve kalp
durduğu zaman, alarm ötüyordu, iki buçuk ay hastanede bu
şartlardaydık. Eve geçtiğimizde apne yatağı vardı. Bir buçuk ay da
öyle yattılar. Kalbi durursa, o yatağa bağlı olan cihazlar seni
uyarıyor, “Çocuğun ölüyor!” diye. Gözlerinin görüp görmeyeceği
üçüncü ayda belli oldu. Ama ağlak bir kadın olmamak için
anlatmıyorum bunları. Anlatırsan da suç oluyor, anlatmazsan da. Her
şey suç.
AYAĞIN TAKILIYOR VE DÜŞÜYORSUN
O araya bir de boşanma süreci girdi...
- Evet ve yoruldum...
Oh be söyle, rahatla! Her şeyi üzerine
taşıma...
- İyi de kim taşıyacak?
Çocuklarının babasına da hiç laf ettirmiyorsun. Buna saygı
duyuyorum ama kendine de bu kadar yüklenme...
- Beni isyanım boşanmaktı. Ben boşanmış bir anne-babanın çocuğuyum.
Kırk sene düşünsem boşanacağım aklıma gelmezdi. İsyanım, üç
çocuğumu alıp gitmek oldu. Mustafa’yı savunma meselesine gelince,
onun üç rütbesi var. O, Atlas’ın, Ares’in ve Güney’in babası...
Peki baba, gerektiği kadar ortada mı?
- Yok ama, yapacak bir şey de yok. Böyle. Hayat boyu en yakışıklı
adam o, en başarılı adam o. Oğullarım kırılırlar, aksi bir şey
diyemem.
İyi de sen ne oluyorsun bu arada? İş, sadece eğitim
paralarını ödemek değil ki! Daha fazla fiilen orada olmak...
Babalar Günü’nde niye yoktu?
- Turnedeydi. Anneler Günü’nde de turnedeydi.
Onu “sanatçı” olarak kabul ediyoruz. O, bir “sanatçı” ve
“dokunulmaz”!
- Öyle. Yapacak bir şey yok.
Bir de işini yaparken “star” Gülben Ergen olman
gerekiyor...
- Mesleğimi çok sadeleştirdim. Çünkü her şeyi aynı anda yürütmeye
imkan yok. Bir yerde düşüyorsun. Ayağın takılıyor ve düşüyorsun.
İnsanlar da aslında düşmeni istiyor. Çünkü kimsenin çok hoşuma
gitmiyor, her şeyi bir arada becerebilen kadınlar...
Yine de şahane beceriyorsun...
- Böyle düşünmen güzel. Ama söylüyorum yorgunum.
Bütün bu çarkı nasıl döndürüyorsun?
- Tek başıma. Üstelik taksilerim de yok! Bir sürü taksi plakası
aldığıma dair şehir efsanesini bana yakıştıran kimse, sağ olsun.
Havalı bir dedikodu. Ah keşke!
Baba nafaka vermiyor mu?
- Eğitim masraflarını üstlendi. Bana en son ondan onaylı gelen
protokolde, nafaka maddesi yoktu. Ben de istemedim. Bu konuyu da
yüz yüze hiç konuşmadık.
YARIN: Meşhur selülit tartışması...
“Bütün selülütli kadınlar beni seviyor, yine beni sevenleri çoğalttılar! Beni her kırdıklarında ve üzdüklerinde ya da canımı yakmaya çalıştıklarında, hep sevenim çoğaldı. Çünkü kadının selüliti olur. Norveç mi burası, Danimarka mı? Biz bisiklete binerek büyümedik ki. Sabahları da somonla bilmem ne yemiyoruz. Tost yiyoruz, yengen yiyoruz! Menemene ekmek banıyoruz. Bu milletin kadınların bacağında, kıçında selülit var...”
AYŞE ARMAN