Gülben'in medeni halleri
Boşanıyor mu, boşanmıyor mu? Gülben Ergen, çocuklar için yürüttüğü eğitim kampanyasından sonra şimdi de bu meseleyle takip ediliyor.
Gülben’in medeni halleri
Boşanıyor mu,
boşanmıyor mu? Gülben Ergen, çocuklar için yürüttüğü eğitim
kampanyasından sonra şimdi de bu meseleyle takip ediliyor. Halbuki
o ufak bürokratik işlem, apreski görünümlü Chanel çizmelerinin
aslında kristal olan topuğu kadar tali değil mi? Ayrı düşüldüğünün
ilk sinyalleri referandum öncesi ’endişeli modern’ tavırla
verilmedi mi? Bir nikâh ve üç çocukla aklanıp kutsanma
projesinde Mustafa Erdoğan’ın rolü bitmedi mi? İmajı başarıyla
tamamlanmış bu mukavemetli ve muktedir kadın bu saatten sonra evli
olmuş, dul olmuş, grafiğinde bir şey fark eder mi?
Daha ilk satırdan Gülben Ergen’i çimdiklemek pahasına: Seren Serengil haklı! Hadi haklı demeyelim de, anlaşılır bir haletiruhiye içinde: İkisinin, genç Gülben ile genç Seren’in, yıllar öncesine dayanan bir hukuku, hasımlıktan önce neredeyse hısımlığa varan bir aynı evi paylaşmışlığı vardır. O dönem biri Stardust’tan Maksim’e en racon kesilen gazinolardaki körpe assolist, diğeri hasbelkader kadroya alınan ’Sinema Yıldızı’dır. Üstelik de assolist olan, kendini baba farkıyla alemin bütün kadınlarından burun farkı önde görür: Öztürk Serengil’in kolejli burjuva kızı! Yollar, teşriki mesaide bulunulanlar hep kesişir ve bugün varılan noktada, biri canı babacığının, otoriter annesiyle hesabını kapatamamış biricik kızı olarak kalır. Referansları esas olarak ebeveyni, bir türlü dengini bulamadığı garip sevgilileri, kavga kıyamet ve türlü rivayetle ayrıldığı eski eşi, trajik biçimde kaybedip anısını hep köpürttüğü bebeğidir. Özetle, geçmişi... Bazılarımız çok seyirlik, çok hasbıhallik, çaya gitmelik ve tasarladığı o kitsch porselen takımlarda kurabiye yemelik bulabiliriz onu, ama klasik normlarda olduramamıştır, becerememiştir. Diğeriyse sırf şov dünyasında değil, hakiki hayatta da ’başarmıştır’. Yeni televizyon programının bu pazartesi başlayacak olması bir yana (Hafta içi her sabah 9:30, TRT 1), saygın bir kocası vardır. Çocuk yapmanın en makbul sayıldığı dönemde üç oğlan annesi olmuştur. Böylelikle aklanmış, zamanında bulaşmış olduğu hikâyeler belleklerden silinmiştir. Zaten geçmişe takılmaz, geleceğe bakar. Sosyal sorumluluk projeleri yürütür, eğitim kampanyası için Doğu’nun ücra köylerine gider. Sosyal ağlarda faaldir, ayrıca ’endişeli modern’in tüm korkularını taşır. Yani tam da olması gerektiği yerdedir! Görünürde ’eksik’ olanın, görünürde ’tam’ olana sardırması, saldırması, hele ki mazi içinde bir yaraysa ve de fazla iş güç yoksa, kafayı meşgul edecek, anlaşılır bir şey. E Seren Serengil de çok yoğun biri sayılmaz, dolayısıyla sardırdı, saldırdı geçen hafta Gülben Ergen’e. Bir çift tüylü Chanel çizme yüzünden çıkmış gibi görünse de atışma, belli ki daha derinlerde birikenler de çizmeyi aşmış.
Işık gider, pişti olur!
Meğer Chanel
çizmelerle pişti olmuşlar. (Bu vesileyle Çetin Altan’ın geçen pazar
yayımlanan ’Pişti’ başlıklı yazısını analım (9 Ocak, Milliyet).
İskambil kartlarından ve oyunlarından hiçbirini bilmediğini
söyleyen kıymetli Çetin Altan, piştinin ne olduğunu öğrenmeye
çalışıyor, yakınları da anlatıyor, hatta eşi Solmaz Kamuran magazin
jargonunu es geçmiyor: "Bir davete iki kadın, birbirinin tıpatıp
aynı olan giysilerle giderlerse; kendilerinden ’pişti’ oldular,
diye söz ediliyormuş." Sonra dostlarıyla geçirdiği hoş bir akşamı
yad edip "Önceki gece Cihangir’deki Meclis-i Mebusan Yokuşu da
’pişti’ oldu" diyor Çetin Altan, "Birden Cihangir’de elektrikler
kesiliverdi. Birkaç hafta önce sabah kesilmişti, şimdi gece de
kesildiği için Cihangir’deki elektrik kesintisi ’pişti’ oluyordu."
Nasıl yani?!) Olaylar Seren Serengil’in Twitter’da "Bizim taklitçi,
klipte kar sahnelerinde giydiğim Chanel çizmelerin aynısını almış,
siyah ince çorapla giymiş ya inanamıyorum. Görgülü kız," diye
ortaya laf atmasıyla başladı. Gülben Ergen "Sabah sabah yok
saydıklarımın çıkartmaya çalıştıkları sesleri duydum. Işığını
kaybetmiş yüzlerini gördüm," diye karşıladı. Bu ışık atışması,
ilginçtir, tam da Ergen’in gözlerinde alıştığımız maytapları
aradığımız döneme denk düştü... Yüz, hakikaten bazen kaybediyor
ışığını. Göz, ferini. Ne kadar iyi rol kesse de insan, bakışta
voltaj düşüyor. Bazen de hiç farkında olmadan uzunlar yakılmış gibi
oluyor. Öyle keskin. İlişkilerin inişleri çıkışları, yüze dikkatli
bakılırsa, bir tahterevalli gölgesi gibi izlenebiliyor. Gülben
Ergen’in de Mustafa Erdoğan’la evlendiği, en çok da Atlas’ı
doğurduğu dönemde havai fişekler patlıyordu göz bebeklerinde. Ama
son aylarda bir yorgunluk mu, burukluk mu, kararsızlık ya da tam
tersi karar mı, ne sebeple gitti o ışık oyunları derken...
Ateş-duman denklemi
Geçen pazar Günaydın’da
’Gülben Ergen boşanıyor’ özel haber manşetiyle karşılaştık. Bülent
Cankurt’un yazdığına göre, 2004’te evlendiği Mustafa Erdoğan’la
yolları ayırmak için avukat Kezban Hatemi’ye vekalet vermişti.
Hatemi de birkaç gün içinde davayı açacaktı. Bir evin/evliliğin
içi, dışındakileri çok fena yanıltabilir. Asla tam bilemeyiz. Ömür
boyu evli de kalabilirler. Avukat Kezban Hatemi olmaz da, Altın
Mimir olur... Ama bizim de bunca yıllık okur tecrübesiyle
sabitlediğimiz kurallar var: Bu tip havadisler genellikle boş
çıkmaz. Önce yalanlanır ama uzun vadede ateş-duman denklemi hep
işler. Bülent Cankurt’un güvenilirliği birinci sınıftır. Gülben
Ergen’in yalanlaması, laubalileşmeyen ve detaya girmeyen resmicene
bir dille geldi. "09.01.2011 tarihli SABAH gazetesinde yer alan
’Gülben Ergen boşanıyor’ başlıklı haberde yazan Gülben Ergen,
Kezban Hatemi’ye boşanmak için vekalet verdi haberi tamamen
asılsızdır", "Tüm gazeteci arkadaşlarım arıyorlar bugün. Boşanma
davası açmadım, herhangi bir avukata da vekalet vermedim. Başka
açıklama yapmam, selam ederim", "Twitter neşe kaynağım, eğlencem
olmaktan çıkıp alıntılara tahminler yüklenip haber olma niteliği
taşıdığı için maalesef biraz ara... bu ara!!!" diye.
Twitter’dan fal bakma
Sonrası her
tweet’inden medet umma günleri: "Aynı şeyleri yaparak farklı
sonuçlar beklemek ahmaklıktır," şeklindeki Einstein aforizması
papatya falı açtırdı. "Yılmaz’la (kaynım) uzun bir sohbet ettik...
Dedi ki ’Kadın âşık olacağı adamı doğurur.’ Sen ben bi etkilen, bi
fenalaş, bi dövün, bi debelen :))" yazınca, Yılmaz Erdoğan’ın arayı
yumuşattığına kanaat getirildi. Meraklanıp geriye doğru sondaj
yapınca, hissiyat tespiti için hiç de nekes bir mecrada olmadığımız
söylenebilir aslında: "Hiçbir karar almama kararı alabilirim, çünkü
tüm kararlar aynı anda gelecek için kısıtlamalardır. Tüm kararlar
hapsolmuşluktur," demiş Osho!!" (5 Ocak) "Ve gece... Ankara’dan
İstanbul’a dönüş yolundayım. Şimdi düşünmeler zamanı..." (1 Ocak)
"Sinemaya gidemedim :( Şu saat oldu ve ben bi başıma kalmayı
becerebildim bu sefer de halim kalmadı, bişeye kızgınım neye
olduğunu bilmiyorum." (19 Aralık) "Boğazımdaki şiş büyümekte,
yutkunurken beni sinir etmekte, iş, güç, ev, düzen, sorumluluklar
ve dahalar dahalar sırtıma binmekte." (9 Aralık) "Bi arkadaşıma
dedim ki içim yorgun be!! O da bana dedi ki senin için yorgun olmaz
renkli renkli ben biliyorum dedi... Benim de hoşuma gitti." (3
Aralık)
Koca bu hayatın neresinde?
Twitter
performansı şöyle şeyler düşündürüyor: Üç çocuk, bir kariyer ve
altı okulluk eğitim kampanyası maratonundan vakit bulup da bu
yoğunlukta sosyal ağ muhabbetiyle nasıl/niye uğraşıyor? Bazı
kadınların daha becerikli, daha organize, daha proje kafalı
olduğunu biliyoruz. Bu ’paylaşım’ın, paketin vazgeçilmez parçası
olduğunu da. Ama sevgiliyle/eşle limoni durumlarda, enerjinin
işe-güce verildiğini, hiperaktif olunduğunu da... Eş tarafından
ihmal edilen, yalnız bırakılan biri mi var karşımızda? Koca, bu
kalabalık hayatın ne kadar neresinde? Bir kocanın varlığını, aylar
içinde sadece iki kere görüyoruz: 11 Aralık’ta evde yılbaşı ağacı
süslenirken Mustafa Erdoğan’ın Ahmet Kaya’yı anma gecesine
yetiştiği için pek mutlu olduğunu öğreniyoruz. Kurban Bayramı
tatilinde ailecek Tunus’a gidildiğinde Mustafa Erdoğan’ın ’resim
koyma olayını sevmediği’ni okuyoruz. Resim koymayı sevmiyor mu,
artık resimde en azından baskın biçimde yok mu? Gülben Ergen’in üç
oğluyla olan fotoğraflarına bakıyoruz: Oyun odası, Legolar,
eşofmanlar, dağınıklık, doğallık... Her şey o kadar pozsuz, neşeli,
coşkulu, dolu, mutlu ve normal ki... Bu kadının sanki üç oğluyla
yaşadığı aşkta, doldurduğu hayatta bir de kocaya zaten yer yok
mu?
Coşan korkuları yatıştıracak yok mu?
Dansçı
kızlarla kaçamak dedikoduları o kadar da mühim değil, Ergen’le
Erdoğan’ın birbirinden uzağa düşmüş olabileceğinin asıl sinyali
ağustos ayında, üstelik hiç de böyle bir niyet taşımadan gelmişti.
Gülben Ergen, referandum öncesinde "Ülkemle ilgili darmadağın
endişelerimi, tüm korkularımı annem daha da coşturdu," diye görüş
beyan etmiş, hatırlarsınız Cumhurbaşkanı Gül’ün oğlu Emre Gül de
"Nedir o endişe ve korkular?" diye sorunca, ortalık ayağa
kalkmıştı. Önce temkini elden bırakmadan sessiz kalan, sonra
"Endişelendim deyince gösterilen tepkiler, neden endişelendiğimin
kanıtı gibi..." diyen Gülben Ergen, aslında Binnaz Toprak’tan
evvelki öncü ’endişeli modern’ sayılabilirdi! Bazılarımız kokuyu
ilk o vakit aldı. Ergen’in Cumhuriyet kızı annesi Gülser hanımın
coşturduğu korkularını, kocası eğer istese yatıştırabilirdi.
’Endişeli modern’ kaygılarına prim vermediğini bildiğimiz Erdoğan
ailesi neredeydi? Gülben Ergen, çocukları yatırdıktan sonra Mustafa
Erdoğan’la havadan sudan ve bu topraklardan laflıyor olsa,
ülkesiyle ilgili darmadağın endişeleri biraz toparlanmaz mıydı?
Doğru vakitte doğru pozisyon
Referandum
öncesi aldığı bu ’kaygılı çağdaş’ pozisyon, aslında hayattaki
başarısının da formülü gibi: Doğru anda doğru pozisyon alma
becerisi. Doğru zamanda doğru iş yapma aklı. Onda işte bu var.
Hayatını, gençliğindeki çuvallamalar dahil gözümüzün önünde yaşadı.
Ama aklıyla, hırsıyla, azmiyle, şeytan tüyüyle ve ilişkiler ağıyla
en dibe vurduktan sonra en temiz biçimde su üstüne çıkmayı ve sonra
da bir daha batmayacak biçimde orda kalmayı başardı. İlyas Atak adı
bugün pek çoklarına bir şey ifade etmiyorsa, onu Erol Evcil’le
beraber anmak yakışıksız duruyorsa, kaset skandalı hafızanın
çöplüğünden bile neredeyse dışarı atıldıysa, bu onun mucizesi. Ne
kadar gurur duysa hakkı. Helal olsun. Artık batmaz. 2004’te Kemer
Country’de Ayşe Özgün ile Tuncay Özkan’ın şahitliğinde kurulan bir
müessese, bütün memleketin şahitliğinde çökse de, enkazın altında
kalmaz. Mustafa Erdoğan, beyaz atıyla tam vaktinde uçtu, geldi,
akladı. Atlas, Ares ve Güney’i kazandırarak da vazifesini
tamamladı. Bundan böyle belediyesel varlığıyla yokluğu aman aman
fark etmez. Üç çocuk ve bunca ortak alan oldukça, kayınvalide
Süheyla hanımla, ’kayın’ Yılmaz Erdoğan’la, bu Doğulu ve duyarlı
aileyle bağlar kolay kopmaz. Ve Gülben Ergen, böyle bir ailenin
sağladığı ivmeyle ’Çocuklar Gülsün Diye’ deyip şahlandı asıl.
Tokat, Mardin, Trabzon, Erzurum, Sinop ve Hatay’ın köylerine
anaokulu açtı. Arada kendi reklamını yaptığını düşünenler oldu,
olsun, kuru reklama yeğleriz, bu vesileyle dünya kadar da iyi,
hayırlı, ümit veren iş yaptı. Bir samimiyet testi yok ki, oranını
hesap edelim, yüzde kaçı hakikat kaçı cila bilelim. Ama o ücra
köylerdeki varlığı, hakkını teslim etmeli ki hiç eğreti durmadı.
Yarın başlayacak programına ’Her şey kadınlar için’ mi olsun,
’Gülben’ mi olsun diye isim aramışlar uzun uzun. ’Güldümben’ de
olabilirdi. Hayatının tek kelimelik özeti bu artık.
Nur ÇİNTAY