Kadınlar ne mi ister?
Kadınlar ne mi ister?
Freud’un bile ölürken “Kadınların ne istediğini
anlamadım” dedi! Aslında biz çok da komplike varlıklar
değiliz. Sadece ince ayrıntılara çok fazla önem veriyoruz ve
detaycıyız.
Bizim için anahtar sözcük “dengedir” nasıl mı?
Örneğin kılık kıyafetimize çok karışılırsa bunalırız, hiç
karışılmazsa şüpheleniriz. “Denge” tüm
beklentilerimizin altın kuralıdır.
Mesela nezaket isteriz. Nezaketi kılıbıklıkla karıştırmayın, çok
yumuşak huylu erkeklerden genelimiz hoşlanmaz. Neticede
“güç” aradığımız ilk sıralardaki özelliktir. Biz
istesek de istemesek de “anne” olma içgüdüsü
çocuğumuzun babasını her zaman güçlü görmek ister. Ama güç
“kabalık” gerektirmez ve “kendini övme
” hiç gerektirmez. Bu öyle bir güç olmalıdır ki; nezaketin
yanında kendini belli etmelidir.
Sonra ilgi bekleriz. Sürprizleri kimimiz severiz kimimiz sevmeyiz
belki, ama hepimiz ilgiden anlarız. Hani bizi elde etmek için
yaptıklarınız var ya; onların hem sürekli olmasını hem de
bıktırmayacak kadar zamana yayılmasını bekleriz. Bunu yaparken,
zamanlamaya çok dikkat etmeniz gerekir. Çok sinirli olduğumuzda
gelen çiçek kafanıza inebilir, çok mutlu veya çok sakin olduğumuzda
gelen çiçek çöpe gidebilir… Gereken özeni göremeyebilirsiniz. Ama
kırgın olduğumuzda, içimizi hüzün ve sıkıntı kapladığında gelen
çiçeğin anlamı çok büyük olur. Hatta ufacık bir dal bile,
gereğinden fazlasıyla anlam yüklü olarak kurutulur, anımsanır.
Biz tartışmak isteriz… Tartışmak sorun yaratmak demek değildir.
Tutku gerektirir… Tartışmalar ilişki de çok önemlidir. Eğer her
tartışmada bizim haklı olduğumuzu söyleyip pes ediyorsanız, sizi
vasıfsız kılar bu durum, her tartışmada dediğim dedik diyorsanız ve
sesiniz her zaman gereğinden fazla yükseliyorsa bu da egoist,
kendini beğenmiş gösterir.
Bu nokta da kadının tek derdi ikna edilmektir. Sizi tartışmaya bu
nedenle zorlar. Kadının “ikna olmuş” gözükmesi, sizin sözünüzden
çıkmayacak anlamı da taşımaz. Malum hepimiz kilo vermemiz
gerektiğine ikna olmuşudur ama hepimiz diyetimizin dışına çıkıp
kaçamak yaparız ;) Yine de “ikna olmak” vicdani
rahatsızlık yaratır içimizde. Biz bir şeye ikna olduğumuzda aksini
yaptığımız anlarda pişmanlık duyarız ve en kısa zamanda durumu
toparlamak için harekete geçeriz. Yani bir akşam pasta yediysek
onun ağırlığıyla iki gün aç gezebiliriz. Siz siz olun kadınları
ikna edin! Tabii bunu yaparken de gönül kırmadan, gerçekten
uzaklaşmadan, işi kavgaya çevirmeden ve asıl konudan uzaklaşıp
konuyu saptırmadan yapın.
Sahip çıkılmak isteriz. Hele arkadaşlarınız yanında övülmek,
ailenizin yanındaki bize karşı duruşunuz hepimizi cezbeder. Siz
bakmayın, pek çoğumuz artık “eve bırakma” olayını
kafamıza takmıyor gibi görünürüz. Eteğimizin boyuna laf edeceğinize
öyle bir durun ki yanımızda, öyle bir sahip çıkın ki bize;
kapımızdan alın, evimize girdiğimizi görmeden ayrılmayın
kapımızdan; bak işte o zaman gerçek sahip olma ve ait olma hissini
ta derinden yaşar, yaşatırız. Sen o kadar yolu yalnız yürüt, sonra
eve girince haber ver de; geç o işi arkadaş !
Özel ve önemli olmak isteriz. Ne siz Brad Pitt’siniz ne de
biz Angelina Jolie... Bunu tartışmasız kabul ediyoruz. Ama
hayatınızdaki “en” önemli “en”
özel “en” vazgeçilmez olduğumuzu hissettirip; bir
yandan da hayatınızda biz olmasak da hayatınıza devam edecek
duruşunuz olmalı. Bu ikisini bir arada götürmek çok zor
biliyorum.
İnanın her gün aynaya bakıp kendimize ”yok buram şöyle
kötü, buram böyle çirkin” diyen bir cinsiz ve tarzımız ne
olursa olsun güzellik için elinden geleni yapan bir cins bu! Demek
ki güzellik konusunda bir hassasiyetimiz var, o nedenle
kusurlarımızı söylemenizi tavsiye etmiyorum. Biz biliyoruz kendi
kusurlarımızı ama sizin "bildiğinizi bilmek"
rahatsız edicidir. Kusur ölçer gibi davranıp “bizim
iyiliğimiz için” "kilo aldığımızı"," bu
makyajla yaşlı durduğumuzu", "o kıyafetin yakışmadığını"
sakin söylemeyin! Sizin yanınıza gelmeden önce yaptığımız hazırlığı
bilseniz, içiniz el vermezdi zaten söylemeye de… Neyse… İlla çok
“absürt” bir halimiz var ise bunu çok başka dille
ifade edin! Örneğin “ bu sana yakışmamış” demek
yerine , “ geçen giydiğini görünce o kadar beğenmiştim
ki… “ gibi sözlerle süsleyin ifadelerinizi. Sakın
ola kendi zevkinizi dayatmayın bize, bizim “ne
giysem” kararsızlığımıza da ilgisiz kalmayın. “Ne
istiyorsan giy, sana her şey yakışır” gibi sözler milat
oldu beyler. Her şeyi söyleyebilirsiniz, ama üslup güzelse…
Niyetinizi ortaya koyun! Hepimiz evlilik delisiyiz gibi davranmayın
bize. Bizim beklentimiz illa evlilik değil, sadece hayatınızda o
kadar önemli olduğumuzu bilmek istiyoruz ki, “ömrümün
sonuna kadar yanımda olmanı, senin yanında yaşlanmayı
istiyorum” gibi sözler ilişkiyi gerçekçi, özel, tek kılar.
Evliliğin bizce önemli olması tamamen içimize verdiği bu güven ve
ciddiyettir. Siz bu güveni, ciddiyeti imza atmadan yaşatırsanız,
başımız gözümün üzerine… Ama yaşatamazsanız işte o zaman bizden
“artık bir adım atma zamanı gelmedi mi?” sözlerini
işitmeye devam edeceksiniz.
Yani aslında her şeyin başına geliyoruz… Tek beklentimiz denge…
Sizin ise düz mantığınız bu denge olayını sağlayamıyor ve biz de
karmaşık yaratıklar olarak geliyoruz. Aslında "kibar olsun
ama kılıbık olmasın, güçlü olsun ama gösterişli, yüksek egolu
olmasın, ilgi göstersin ama boğmasın, sahip çıksın ama sadece
onunmuşum gibi, kendi hayatım yokmuş davranmasın" derken
her şey denge kurmayı öğrenmenizden geçiyor…
Not: Bir de şu hediye alma işini öğrenin ne olur! Hala aranızda pelüş ayı, kalpli yastık alan varsa, sizin nesliniz tükendi, lütfen siz de “intihar edin” ait olmadığınız çağda yaşamaya çalışmayın :) En iyisi mi; siz hediye almak için ciddi kafa yorun, “para” değil “emek” verin!
Emine Öztürk
[email protected]