Mithatcan Özer, Ayşe Arman'a konuştu..

Sezen Aksu’nun oğlu olmak benim gerçeğim. Ama bunu ben seçmedim. Değiştiremem de. Çok mutluyum ve çok şanslıyım o ayrı. Çünkü annem müthiş bir insan. Ama benim için dışarıdan nasıl algılandığım umurumda bile değil. Ben kendim gibiyim, Mithat gibi...

Mithatcan Özer, Ayşe Arman'a konuştu..
Hürriyet'ten Ayşe Arman'ın röportajı..

‘Selamlar Olsun’ bence yazın şarkısı! Bayıldım, öldüm, bittim. Şarkıya da klibe de sözlere de...

-Beğenmene sevindim. Sözlerinin bir kısmını yazmış, bestesini yapmış kenara koymuştum. Annem dinleyince çok sevdi. “Ben bunu alıyorum, tamamlıyoruz!” dedi. Müziğini biraz değiştirdik, daha şarkı formuna getirdik. Sözünü tamamladık, toparladık... Hazır oldu.

Ama bu, anne-oğul yaptığınız ilk şarkı değil...

-Yok olur mu? Çok iş ürettik annemle. Stüdyoda şöyle bir çalışma prensibimiz var: Biz bir sürü müzisyeniz. Herkesin bir katkısı oluyor. Yani biz bu şarkıları, hem tek başımıza hem hep birlikte yapıyoruz!

Annenin yazdığı sözler seni de bizim kadar etkiliyor mu?

-O sözler, o besteler benim okulum aslında. Ama ben ne yazık ki onları sizin dinlediğiniz gibi dinleyemiyorum. Çünkü yapım aşamasının bir parçasıyım.

Ne zaman anne-çocuk ilişkisinden çıkıyorsunuz ve müzisyen-besteci ilişkisine geçiyorsunuz?

-Bizde öyle bir ayrım yok. Bazen arar, “Şunu bir dinlesene” der, direkt meseleye girer. Ve hemen start alırız. Ya da ben bir şey kaydederim, ona dinletirim. O coşkuyu, heyecanı birlikte yaşarız. O an iki müzisyen olabiliriz ama biz aslında birbirine âşık bir anne-oğuluz. O hiç değişmiyor, hepsi aynı anda yaşanıyor.

Seni en çok etkileyen özelliği...

-Annem çoktur. Her şeyi çoktur. Tek özellik söyleyebilmem mümkün değil. Ama inanılmaz çalışkan. Eşşek gibi çalışır, sabahlara kadar çalışır. Öyle tutkuludur ki, kopar koparabilirsen, eve gitmez, stüdyoda yaşar. Ben de biraz ona çekmişim. Yıllarca onun nasıl çalıştığına şahitlik ettiğim ve onun okulunda yetiştiğim için, birlikte iş yaparken bayağı hızlı ilerliyoruz.

Çalışırken, ara ara “Ah benim güzel oğlum!” filan yapıyor mu, kafanı okşuyor mu?

-Her zaman yapar onu.

Sana acayip düşkün değil mi?

-Ben de ona. Annem bir yana, dünya bir yana! Komiktir, tatlıdır, muziptir. Her zaman pozitif, her zaman yaratıcıdır. Bir şey için bayılana kadar uğraşır. Bir şarkıyı en iyi haline getirene kadar çalışır. Eğer sen de böyle bir insansan, tamamdır, sorun yok.

Ne zaman başladınız birlikte çalışmaya?

-21-22’ydim. Aranjör olarak başladım. 25’imde şarkı sözü de yazabildiğimi fark ettim. O zamana kadar bilmiyordum söz yazabileceğimi, iyi beste yapabileceğimi. Aslında yapamamam acayip olurmuş. Çünkü ben zaten öyle bir dünyada doğmuşum. Kalbine, kulağına hep en iyi müzikler girip, çıkmış.

YARI AMERİKALI AMA EVDE BAKLAVA BİLE AÇABİLİYOR

Pazar kahvaltılarını nerede yaparsın? Sevgilini alıp nereye gidiyorsun?


-Benim sevgilim çok iyi yemek yapar. Kahvaltı dedin mi, reçelleri, ekmekleri falan kendi yapar. Evdeyiz genellikle biz. Baklava bile açıyor, daha ne olsun...

Evlilik?

-İki yıldır birlikteyiz. Zaten evli gibiyiz. Bir gün tabii ki aile kurmak, çoluk çocuğa karışmak isterim. Ama hayatla ilgili bir zorlamam yok. Acelem de yok. Olacak olan olur.

HİÇBİR ZAMAN SEZEN AKSU OLMUYOR GÖZÜMDE O  BENİM CANIM ANNEM

Senin büyüdüğün ev nasıl bir ev? Ne kadar şenlikli, renkli? Kimler var etrafında?


-İlginç, yaratıcı, farklı, arıza olan herkes! Tabii ki çok fazla müzisyen, yönetmen, fotoğrafçı, sanatçı, ressam, şair, entelektüel, gazeteci... Çeşit çeşit insan... Çok zeki, çok tuhaf, çok sahici, çok acayip insanlar... Ben de gayet cool takılıyordum.

Sahiden nasıl bu kadar cool’sun sen?

-Çünkü bana hiçbir zaman çocuk muamelesi yapılmadı. Annem öyledir, herkesle büyük insan ilişkisi kurar. En önemlisi, ciddiye alır. Beş yaşındayken şarkısını dinletip, “Güzel mi?” diye fikrimi sorardı. Hayatımın her döneminde beni ciddiye aldı. Bu da etkiliyor bence bir çocuğun karakterini.

Bu kadar hepimizin ölüp bittiği bir kadın senin açından zor değil mi?

-Benim için annem, annem! Senin annene hissettiğin duygudan farklı değil. Doğduğum evdeki model buydu. Başka anneler nasıl bilmiyorum ki. Hiçbir zaman Sezen Aksu olmuyor benim gözümde, benim canım annem o...

Sahnede peki? Biz ağlıyoruz onu dinlerken, bütün hayatımız, aşklarımız gözümüzün önünden geçiyor, bu kadınla büyümüşüz...

-Ben de etkileniyorum ama çok da alışığım. Çocukken hiç yanından ayırmamış, bütün konserlere birlikte gitmişiz. Kulis çocuğuyum ben, resmen kuliste büyüdüm. O yüzden de mesela, ilk Pis’Ton albümünü yaptığımızda, sahneye çıkıp solist olarak şarkı söyleyeceğim, ne heyecan, ne panik. Çünkü bir şekilde sahneye çıkma süreci, annemden dolayı özüme işlemiş herhalde...

DOĞA ADAMIYIM

Her yere gidebilecekken, insan neden Kilyos’a gider ve üç ay bir çadırda yaşar?


-Çünkü doğa adamıyım ve kamp yapmayı seviyorum. Ben öyle plajda yatabilen bir adam değilim. Sıkılıyorum. Onun yerine dağlarda tepelerde bir şeylerle uğraşmak, köpeğimle takılmak, arkadaşlarımla bir arada olmak bana daha sahici geliyor. Steril yerler bana çok uygun değil, pislik severim ben.

Ahmet Utlu da doğa adamı...

-Tabii tabii, bir sürü şey Ahmet’ten geçmiştir bana. Annemle evlendiğinde 12’ydim, altı sene beraberdik. İyi modeldir Ahmet...

Hiç kıskançlığın olmadı mı annenin erkeklerine karşı? Neticede onu paylaşıyorsun...

-(Gülüyor) Yok hayır. Ben hep buradayım. Bir yere gittiğim yok. Onlar değişiyor, oğlu olarak hep ben kalıyorum... Bu işin esprisi tabii, bende öyle bir Türk kıskançlığı yok. Kız kardeşim 20 yaşında, onun da sevgilisi oluyor. “Ben abiyim, yıkayım, yakayım!” durumları yok. Hayat bir kere, tabii ki herkes dilediği gibi yaşayacak.

BENİM İÇİN HERKES KADAR ÖNEMLİ BELKİ BİRAZ DAHA FAZLA OLABİLİR

Kendini buldun mu?

-Az çok. Ama daha zamanı var sanki...

32 olmak, 22 olmaktan iyi mi?

-Bedenen bir fark hissetmedim henüz ama tecrübe var tabii. Her yaş güzel...

Şu hayatta senin için en baştan çıkarıcı şey?

-Müzik! 

Neden arkadaşların hep senden büyük? Ruhun mu yaşlı?

-(Gülüyor) Belki. Benden küçük arkadaşlarım da var artık. Ben yaşa inanmıyorum.

Üç yıl önce, rüzgârı arkasına almış bir yelkenli gibi hissediyordun kendini. Şimdi o rüzgâr ne durumda?

-Ben estikçe, o rüzgâr de esiyor hep.

Nereye gidiyor senin yelkenlin?

-Nereye gittiğinin önemi yok aslında, özgürce gitsin yeter!

Her yaşta kadın seni karizmatik buluyor. Bu hoşuna mı gidiyor, yoksa üzerinde bir baskı mı yaratıyor?

-Öyle mi? Teşekkür ederim. Ne baskısı... Böyle bir şeyi duyup da hoşuna gitmeyecek erkek yoktur herhalde.

İnsanlar seni yanlış mı tanıyor?

-Olabilir. Ama çok önemli değil. Ben kendimi biliyorum.

Dünyanın en güzel kadını bile olsa, o kadında en tahammül edemeyeceğin şey ne?

-Dır dır! Beyaz saç yapar.

Bir kadın ne zaman hoş gelir sana?

-Şarkı söylerken ya da enstrüman çalarken. İyi çalması lazım ama...

EGO AİLEDEN

‘Ego’yla sorunlarını hallettin mi?

-Ah keşke. Ama tabii ki edemedim. Hallettim demek çok iddialı olur. Ego, aileden bence. Olduğu gibi kabul edip bir şeyler öğrenmek lazım ondan. İnsan, “Benim hiç egom yok!” dediğinde de konuşan ego aslında!

Nasıl bu kadar mütevazısın?

-Buna cevap vermek kolay değil. Kendiliğinden herhalde.

Ağlar mısın? Bir film izlerken, şahane bir müzik dinlerken...

-Elbette. Her erkeğe de öneririm. Zayıflık-mayıflık palavra, ağlamak insanın içini temizler.

En son ne zaman kahkahalarla güldün?

-Çok şükür her gün kahkahalarla gülebilecek bir şeyler buluyorum.

Anneler Günü’nde özel numara çekmeye çalışır mısın?

-Bir tatlılık yaparım mutlaka...

Sevgililerine sürpriz yapan bir adam mısın?

-Zaman zaman...

Onno’dan öğrendiğin en önemli şey?

-Birçok şey var. Ama en önemlisi, sayesinde kafamın içinde çalkalanan müzikler... Büyük adamdı, büyük müzisyendi...

Annenle Onno’nun aşk yaşadığı sokakta yaşamak nasıl bir his?

-(Gülüyor) Süper! Benim de çocukluğumun geçtiği sokak burası. Eskisinden küçük her şey. Kocaman gelirdi bu sokak, bu ev, bu bahçe...

Hayatta bir rol modelin var mı? Kim gibi olmak istiyorsun?

-Yok. Hiç olmadı. Hep kendim gibi olmak istedim. Mithat gibi...

Yatak odası ne kadar önemli senin için?

-Bilmem, herkes kadar önemli. Belki biraz daha çok olabilir! Dizginlememiz gerektiği ileri sürülen arzularımız haricinde, bence insan bedeninin sağlıklı çalışması için gerekli bir şey. Yemek yemek, su içmek gibi sevişmek. Ama işte bu toplumda bir sürü şey ayıp ve yasak.

İçki içmeden nasıl kafan iyi olabiliyor?

-Ayda yılda bir içtiğim için, iki yudumda oluyor!

Neden doğada olmak senin için bu kadar önemli?

-Çünkü şehir hayatından ve enerjisinden kurtulmayı seviyorum.

KISKANÇ DEĞİLİM

Elinde bez, çaktırmadan, köpeğinin salyasını silen babasın. Bence müthiş bir şey! Sevdiklerinin açıklarını hep böyle kapatır mısın?


-(Gülüyor) Çaktırmışım demek! Evet, mecburen siliyorum. Şikâyet de etmiyorum. Babayım ben, yapacağım tabii. Ve zamanlama çok önemli. Kafayı sallamadan yetişmek ve silmek lazım. Yoksa bulaştırıyor, millet de hoşlanmıyor. Ben arkadaşlarıma da sahip çıkarım elimden geldiğince.

Sence, senden iyi baba olur mu?

-Kesin olur!

Kıskanç mısın?

-Hiç değilim. Öyle bir kafam yok.

Bir ilişkideki en önemli şey sence ne?

-Arkadaşlık. Arkadaşlık. Arkadaşlık.

PAÇOZ YERLERİ SEVERİM

Doğada yaşamaya sevgilin itiraz etmiyor mu?


-Yok canım. O da doğayı seviyor. Sadece kampa kurmakla kalmıyoruz, bir de dere var mesela, onun üzerine köprü filan da yapıyoruz.

Nasıl yani?

-Bayağı yani. Köprü gerekiyordu, indim Sarıyer’e kalaslar aldım. Tabii ki benimki amelelik marangozluğu. Ama işe yaradı. Ben biraz paçoz yerleri severim. Lüks otel havuzları filan açmaz beni. Gece kulübüne de fazla gitmiyorum artık. İçki de içmiyorum.

Nasıl içmiyorsun?

-En son içki içtiğimde Kasım’dı. Hayatım boyunca sevmedim. Acı geliyor tadı. Çay içiyorum ben. Bir de 7-8 litre su...

Vay be! Şarap, rakı, votka...

-Öyle bir dünya yok bende. Toplanıp yemeğe gidelim olayı da yok. Onun yerine, buradan bir buçuk saat uzaklıkta bilmem ne ağabeyin yerine köfte yemeye gitmek var, benimki o kafa...

Sen başka bir insan tipi anlatıyorsun bana. Zorlanmıyor musun insanlarla iletişim kurmakta?

-Tam tersine. Ben su gibiyim, herkesle anlaşıyorum. Bir de pozitif bir adam olduğum için hiç öyle sıkıntılar yaşamıyorum.
Konular Röportaj