Nejat İşler'den Berkin Elvan'a mektup..
17 Ocak’ta septik şok sonucu fenalaşarak acil servise kaldırılan ve o günden bu yana hastanede tedavi gören Nejat İşler, OT Dergi’deki yazılarına devam ediyor.
Ünlü oyuncu, derginin nisan sayısında “Yoldaşlar, yolu
güzel yapanlar” başlıklı bir yazı kaleme aldı.
İşler, yazısında hem Gezi eylemleri sırasında biber gazı kapsülüyle
başından yaralanan Lobna Allami’ye yaptığı ziyareti, hem de Allami
ile aynı kaderi paylaşan ve yaşam savaşını 11 Mart’ta kaybeden
Berkin Elvan’ın hastanesini değiştirme çabalarını anlattı.
Yoldaşlar, yolu güzel
yapanlar
Gezi’de yapılan “çapuling” yeterli gelmiş, köye dönülmüş ve
forumların öncüleri olan tartışmalar başlatılmıştı. Derken, önce 6
Temmuz günü akşam haberlerinde, sonra da sosyal paylaşım
sitelerinde defalarca “palalı saldırı”yı seyrettik ve bi yoldaşla
beraber, ilk uçakla İstanbul’a, “kavgamızın şehrine” döndük...
Kalacağımız oteli ayarladıktan sonra sokağa attık kendimizi.
İstiklal Caddesi’nin Yeşilçam Sokak ve Ayhan Işık sokak
kesişkesindeki barikatın arkasında 1, 1.5 saat falan geçirdik.
Gaz başladığında Nevizade’ye doğru götürdü ayaklar. Bize ne
istediğimizi soran dükkân sahibine, “İki Jack Daniels” dedim,
geldiler, içtik afiyetle. Bi daha? Tabii... Laf lafı açtı, direniş
uykuya yenildi, “uyursan ölürsün” hesabı. Ha, hesap istedik,
“hesabınız yok” dediler. “Olur mu, bu aralar sizin işler acayip
boktan değil mi?”. Her yerde duyamayacağın bi laf: “Çorbada bizim
de tuzumuz olsun”...
Ertesi gün uyanınca, komadaki Lobna ve Berkin geliyor aklımıza,
ziyaret etmeye karar veriyoruz. Önce Taksim İlkyardım. Lobna’nın
ablası karşılıyor bizi. Lobna uyanmış, kimseyi istemiyor odasında
ama kim gelmiş merak ediyor. Gelenlerin fotoğraflarını görmek
istiyormuş. Çok mutlulukla çektiriyoruz fotoğrafları, odur budur,
ihtiyaç, telefonlar falan derken Okmeydanı’ndayız.
Taksim İlkyardım’ı “gecelerden” bilirim, Okmeydanı Devlet’i
“babamdan”. Taksim İlkyardım’da yaşadıklarımı genelde gülerek
anlatırım, Okmeydanı’ndakileri kızgınlık ve yenilmişlikle... Bu
yüzden Berkin’in doktorlarına ilk sorduğum soru “Başka bi hastaneye
götürebilir miyiz?” oldu. Cevap negatif. Berkin’in uykusu o kadar
hafifmiş ki, ufacık bi şeyde uyanır, kızarmış bize. Aileyi sorduk,
elleriyle işaret ettiler...
Hastane bahçesinde bir konduya giriyoruz sanki. Ayakta
karşılanıyoruz, hemen sandalyeler geliyor, çaylar söyleniyor. Daha
önce evlat acısı görmüştüm, tarifsiz bi durum. Anne daha saklıyor
kendine acısını, Sami abi metanetli, gözünün içine bakıyor ama
aslında daha uzağa, şu anda Berkin’ini hemen yanına getirecek
kişiye ya da mucizeye bakıyor senin gözlerinde umutsuzca...
Gidemiyoruz bi türlü, kalasımız var, onlar da kovmayacaklar
herhalde ama gitmek lazım, kucaklaşıp ayrılıyoruz... Aslında
ayrılamıyoruz tabii. Rahatsız etmeyeceğimizi düşündüğümüz
aralıklarla görüşüyoruz.
Bu arada ben patlıyorum Bodrum’da. Komadan çıktıktan 20-25 gün
sonra bi gazete geçiyo elime, Berkin’le ilgili haberler var,
çekinerek arıyorum Sami abi’yi. “Abi hayrola” demeden, “Nejat’çım
gelemedik yanına, kusura bakma” diyor güzel adam. Zorla biten
telefon görüşmesinden arta kalanlar; Sami abi’nin soğuk sesi, benim
mevzuyu anlayıp küçük cümlelerle konuşmayı geçiştirişim, sonra
çaresizlik, sonra öfke, sonra tekrar çaresizlik, sonra
sessizlik.
Kazova işçileri gelmiş hastaneye ben komadayken. Hem kendi
ördükleri kazaklardan bırakmışlar, hem de şahane bi hediye getirmiş
yoldaşlar, sağolsunlar. Küba genç milli futbol takımının forması,
göğsünde “Diren Kazova” yazıyor. Paketi açtığım anda “bu Berkin’e”
demiştim. “Yedi bela” Tuna’nın kısmetiymiş. Bizim köyden, sıkı bi
yoldaşı Berkin’in...