Okan Bayülgen: "Tiyatro seyircisi sinema seyircisinden daha zekidir"
Okan Bayülgen, şimdilerde üç sezon boyunca oynadığı ve Mozart karakterine hayat verdiği Amadeus oyunundan uğruna ayrıldığı Richard adlı yeni oyununu 26. İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında 17 Kasım'da sahneye taşımaya hazırlanıyor.
Nasılsınız, şu ara kafanızı neler meşgul ediyor?
Hepimiz çok mecralı bir dünyaya üretim yetiştirmeye çalışıyoruz. Sabahtan akşama kadar genç ya da yaşlı bütün sanatçılar, sosyal medyayla uğraşmak, dijital platformlara iş yetiştirmek, programlara katılmak, buluşmalar yapmak, tiyatro provalarına veya sete gitmek zorunda. Peki bu kadar arz nereden çıktı, niçin bu kadar çok üretim yapılıyor? Bu kadar çok üretim yapılıyor da neden herkesin parası ve şöhreti artmıyor? Bugün çekilen reklam filmlerinde, yapılan müzik veya sinema anlaşmalarında büyük mevlalar görmüyoruz. Bugün bir anda bütün ülkeyi bir araya getirecek şöhretler yok. Kadıköy'de Moda civarında dinlenen bir müzisyen ya da Youtube'da videosu şu kadar tıklanmış bir başka müzisyen duyuyoruz. Elbette takipçilerinin azlığı, niteliğini bozmuyor. Mutlaka çok güzel işler çıkıyor ortaya ama artık kimse ulusal yıldız olmak istemiyor. İnsanlar bir semtin ya da bir şehir civarının yıldızı olmak istiyor. Bırak ulusal yıldız olmayı dünya, dünya starı üretmiyor artık. Dolayısıyla çok parçalı ya da çoklu evrende geçimini sağlamaya çalışan, üretimini bir kişi, beş kişi, on kişi kardır diye insanlara sunan her türlü sanatçıyı görüyoruz. Borusunu hala öttürebilenler ise 70'ler, 80'ler ve 90'ların yıldızları. Bugün ben 70'lerin, 80'lerin bir sinema oyuncusuna göre ya da bir müzik üreticisine göre daha az şöhretliyim. Ama 90'ların yıldızı olarak yine de 2000'lerin ya da 2010'ların yıldızına göre çok şöhretliyim. Ne garip değil mi? Nasıl olduğuma gelince, bütün bu üretimlerin içinde olmaya çalışmıyorum, uyanınca Instagram'a bir 'uyandım' fotoğrafı koymuyorum, kimseyle fotoğraf çektirmek istemiyorum, mecburen çektiriyorum. Yaptığımız işleri "Hemen bunu insanlarla paylaşalım" laflarına çok kızıyorum. Çünkü henüz mutfaktayız ve yemeği yapıyoruz. Sunuma hazır olduğunda yani piştiğinde güzel bir tabağa koyup masanıza getireceğiz. Ama etrafımdaki herkes bana "Yaptığın işleri duyursana" diye baskı yapıyor. E peki ben bilmiyor muyum bu etrafımdaki insanların bildiği şeyi, hatta onlardan daha çok biliyorum. Ama sürekli benden haberler vererek aslında daha çok seyirci toplamayacağımı, onların bilmediği kadar iyi biliyorum. Eğer ortaya koyduğunuz iş iyiyse zaten reklam yapmaya gerek olmaz. Hele hele tiyatroda reklam yapmakla hiç olmaz. İnsanlar bu kadar iletişim aracı olduğu halde yine de dünyanın ilk iletişim aracını kullanarak yani kulaktan kulağa fısıldayarak o oyuna insanlar gelirler.
Richard ile devam edelim, nasıl bir oyun?
İlginç bir oyun. 2012'de Richard'ın kemiklerinin Londra'da bir otoparkın altında bulunmasıyla başlıyor her şey. Aslında oyunumuz ötekileşme, yalnızlık denen şeyi anlatıyor. Bir toplumun içinde o topluma ait olmadan yaşamanın ne olduğunu sorguluyor. Richard bir kraliyet mensubu olarak doğup, hiçbir zaman o kraliyetin içinde olmayan hatta kraliyet düzenini bozan, kendini krallığını ilan edinceye kadar bu bozgunculuğa devam eden biri. Biz de Richard'ın orijinal metni üzerine bir uyarlama metin yazdık. Hiç Richard'ı seyretmemiş ve Shakespeare ne anlatmış ne yazmış diye merak edenler için Richard'ın özü kronolojik olarak oyunda anlatılıyor. Biz bunu Londra'da bir tiyatroda provalar sırasında gösteriyoruz. Provalar sırasında bir öteki olan ve Richard kişiliğine çok benzeyen bir başka Richard, tiyatroda kendisini saklamaya çalışıyor. Çünkü suçlu bir kişi. Bu durum da tiyatroda bölünmelere, birbiri ardına gelişen olaylara neden oluyor. Aynı oyunla paralel tarihsel çizgide olduğu için. Kısaca biz bir Richard atıyoruz sahneye ve attığımız Richard üzerinden orijinal Richard karakterini tartışıyoruz. Seyirciye de bir macera ve o macera üzerinden ilham verici felsefi tartışmalar vaat ediyoruz.
Tiyatronun sizdeki karşılığı nedir?
Tiyatro, çıktığımızda 'etkilendim, etkilenmedim, beni sardı ya da beni sarmadı'dan daha farklı ve daha fazla bir şey konuşacağımız bir etkinliktir. Ama bir sinema filmine gideriz, örneğin bir Marvel filminde olduğu gibi çok kahramanlı, çok uçmalı, kaçmalı, çok tabanca patlamalı, çok bombalı, cezbedici görüntüler izleriz. Kendimizden geçeriz, bir anda o dünya gerçekmiş gibi gelir bize. Çıkarız ve "Filmi beğendin mi, beğenmedin mi?" diye sorarız, bu yeter. Örneğin komedi filmlerinde "Ay güldük mü, gülmedik mi?" ya da "Ağladık mı ağlamadık mı?". Ama tiyatroda bunları söylerseniz yanınızdaki sizi küçümseyebilir. Bu kadarı yeterli değildir tiyatro seyircisi için. Tiyatro seyircisi çıkar, kim daha güzel oynadı, yazar nasıl yazmış, oyunda hangi mesajlar verildi, felsefesi neydi, bütün bunları tartışır. Dolayısıyla tiyatro seyircisi sinema seyircisinden farklı olarak entelektüel ve tartışan, ilham arayan, zevk arayan, eleştiren zeki bir seyircidir. Bu açıdan oyuncularına da çok zevk verir.
Ama bu çok 2022 okuması değil mi? Örneğin biz bir yıllar öncesinin Tarkovsky filminde de bu tartışmaları yapabiliriz.
Ama dünya sineması artık Tarkovsky'lere izin vermiyor. Daha doğrusu bugünün Tarkovsky kalibresindeki sinema yönetmenleri kendilerine o kadar mecra bulamıyorlar. Onlar kendi platformlarına gitmek zorundalar. O platformlar da hayatta kalmak zorunda. Ama tiyatro bunu yapabiliyor. O yüzden tiyatroda sahneye koyan, dekor, kostüm, müzik yapan ya da oyuncu olarak çalışan herkes bir sinema yönetmeninden ya da oyuncusundan daha şanslıdır. Çünkü bir tiyatrocu herhangi bir salonda; ikinci katta, bir apartman dairesinde ya da otoparkın altında kendisine birkaç yüz metrekare bir yer bulup, bunu yapabilir. Bunun için milyonlara veya milyarlara ihtiyacı yok. Hemen işini gösterip karşılığını görebilir. Ama sinemada teknik donanım ve prodüksiyon gibi dertler var. Dolayısıyla sinemanın 60'larda ya da 70'lerdeki gibi yayılma aşamasından çok uzağız şu anda.