Öncel Öziçer yazdı
Sevgili dediğin edepsiz olacak!
Sevgili dediğin edepsiz olacak!
- Tatil'de Bodrum'a gidelim mi?
- Sen bilirsin.
- Akşam dışarı çıkalım mı?
- Sen bilirsin.
- Pelinler'i mangala çağıralım mı?
- Sen bilirsin.
- Uyusak mı artık?
- Sen bilirsin.
- Yoksa az biraz sevişsek mi?
- Sen bilirsin. Okurken bile sıkıldıysanız bir de böyle bir adamla
aynı evin içinde yaşadığınızı düşünün.
Her şeyin kararını size bırakan, yemeğin tuzuna, giyeceği gömleğin
rengine, aldığı nefesin derinliğine kadar hayatını tamamen sizin
ellerinize teslim etmiş, insiyatif kullanma hakkını sonsuza dek
devretmiş bir adam yani...
SEVİŞMESİ DE KİBARCA
'Erkeği parmakta oynatma' meraklısı kadınlar bunu bir nimet olarak
mı görür bilemem ama benim için bu 'vur enseye, al lokmayı' erkek
tipi, gerçek bir kabustan başka bir şey değildir. İyi adam
dedikleri işte bu oluyor! İyi, şefkatli, zarif, düşünceli, sakin,
huzurlu, sevgi dolu, her daim yapıcı, karınca ezmez, hep
güleryüzlü, hem sevgi böcüğü...
Ama gel gör ki bir o kadar da tatsız, tuzsuz.
Keçinin sevmediği ot misali, geçmiş zamanlarda benim bu iyi
adamlarla ilgili deneyimlerim ne yazık ki olmuştu.
Tamam çok şekerler ama o kadar işte!
Sevişmeleri bile kibarcık kibarcık, içinde en ufak tutku belirtisi
yok.
Edepsizlik mi haşa!
İnsanların içinde çaktırmadan cilveleşmek, elleşmek mi? Akıllarına
gelmez.
Sizin aklınıza gelse de, şöyle mesajlarla falan 'dirty talk'
olayına bir girsem deseniz, yanıt olarak sadece 'canım bebeğim
benim' yazar, kesip atar.
Elde telefon, öyle kalırsınız.
Zaten bu 'sen bilirsin bebiş'çilerle yatak odanız da bir süre sonra
sadece uyumak için kullanılan 'yatakhaneye' döner. Çünkü ortada
ateşe sürekli su boca eden bir adam vardır.
Yanlış anlaşılmasın, kendisinde herhangi bir cinsel yetersizlik
durumu da yoktur hani...
Ama sevişmeye start verme şerefini hep size bırakır.
Bence problem fazla kibarlık, fazla sakinlik, fazla ermişlikten
ileri gelir.
BAHANEYE GEREK YOK
Hatta daha ileri safhalarda, yani bu 'çoktan ölmüş haberi yok'
adamla yaşamaya devam etmeyi sürdürdüğünüz sürece odalar bile
ayrılır.
Sonunda sıra evleri ayırmaya yani ayrılmaya gelir ki işte en zoru
da budur.
Çünkü bu dünyada 'iyi bir insanı' terk etmekten daha zoru
yoktur!
Adam seni tek bir gün incitmemiş, ne dediysen 'sen bilirsin'i
çekmiş, gözünün üstündeki kaşından hiç şikayet etmemiş, pamuklara
sarmış, gül gibi koklamış, ne istediysen emir saymış...
Eeee, karşısına geçip de ne diyeceksin peki?
Ne bahane uyduracaksın?
Ben size söyleyeyim, bahaneye falan lüzum yok, çıkıp doğruyu
söyleyeceksin:
- Zabayattin ben çok mutsuzum, ayrılalım.
- Neden balım?
- Sen çok iyisin falan ya, işte içimi kuruttun.
- Peki çöreğim, sen bilirsin.
BENDEN UZAK DURSUN
'Hay senin çöreğini...' deyip bavulu kaptığınız gibi kapıdan
kendinizi dışarı atmanız en büyük tavsiyemdir.
Çünkü ilişki dediğin şey, kavgası, şehveti, cilvesi olmazsa
yürüyecek gemi değildir. Çok iyiyse cami, okul yaptırsın, hayır
işlerine girsin arkadaş!
Ama rica edeceğim bu türler benden uzak dursun.
*****
Evet, o memeler senin!
Yazı, Eylül'ü de sayarsak dört ay cıbıl cıbıl geçiren bizler
değiliz sanki.
Her sene yılın bu döneminde kendi bedenimize bir yabancılaşma, bir
utanma, sorma gitsin.
EGZOTİK HAYVANCIK
Çorap ve botlardan şeklini şemalini unuttuğumuz ayaklarımızın, açık
ayakkabıların içine girince birden onar adet küçük uzantıları olan
egzotik hayvancıklar gibi görünmesi kaçınılmaz bir kere. Açığa
çıkan kol ve bacakların tombikliği, tenin çökelek beyazlığı
tanımsız.
Bikinin içindeki memelere 'ay bunlar da nerden çıktı?' dercesine
bakışlarımız acınası.
Evet arkadaşım onlar hep vardı ve aşağı yukarı aynı şekil
şemaldeydi.
Bir süre sonra gözlerimiz alışacak, yine popo göbek umarsızca
ortaya salınacak.
Bu yüzden bugünleri 'vücuda yabancılaşma günleri' olarak tanımlayıp
işi fazla büyütmeyelim.
En iyisi panjuru kademe kademe açmak. Önce ayaklar, sonra dizler,
sonra Allah ne verdiyse...
Bu hep ve her sene böyle...