Radyasyonlu yaşamlarımız..
Radyasyonlu yaşamlarımız..
Radyoloji Uzmanı Dr. Fatma Şentürk Mutlu, insanların kozmik ışınlar, topraktan yayılan radon ışımaları, toprakta, suda ve yiyeceklerde olabilecek doğal radyasyona daha çok maruz kaldığını söyledi.
İnsan eliyle oluşturulmuş kaynaklardan alınan radyasyonun çok daha fazlasını, solunan havadan, güneşten ve hatta sudan alındığına dikkat çeken Uzm. Dr. Mutlu, baz istasyonları, cep telefonları, mikrodalga fırınları, yüksek gerilim hatları ve radarlarn iyonlaştırıcı radyasyon kaynağı olmadığını ve üremeyi etkilemediğinin bilimsel araştırmalarla belirlendiğini kaydetti.
Bursa Özel Bahar Hastanesi’nden Radyoloji Uzmanı Dr. Fatma Şentürk Mutlu, radyasyonun yaşamın bir parçası olduğunu, ısı ve ışığıngüneşten gelen radyasyonun doğal formu olduğunu dile getirdi. Uzm. Dr. Fatma Şentürk Mutlu, "Bunların yanı sıra mikrodalgalar, radyo dalgaları, radar, X-ışınları, gama ışınları radyasyonun diğer türleridir. Bunlar çevremizde doğal olarak bulunduğu gibi yapay olarak da elde edilmektedir. Radyasyon, madde üzerinde meydana getirdiği etkilere göre; iyonlaştırıcı radyasyon (X-ışınları, gama ışınları, alfa, beta radyasyonları, kozmik ışınlar, nötronlar) ve iyonlaştırıcı olmayan radyasyon (ultraviyole, kızılötesi, radyo dalgaları, mikrodalgalar) şeklinde sınıflandırılır. Temelde iki çeşit radyasyon vardır: Doğal ve yapay radyasyonlar. Doğal radyasyonlar, adından da anlaşılacağı üzere, doğa kaynaklarından ortaya çıkan radyasyon tipidir. Bunlar arasında kozmik ışınlar, topraktan yayılan radon ışımaları, toprakta, suda ve yiyeceklerde olabilecek doğal radyoaktif maddeler sayılabilir. Doğal olmayan radyasyonlar ise, insan eliyle oluşturulan veya kullanılan araç ve gereçlerden alınan radyasyonlardır." dedi.
YANLIŞ BİLİYORUZ, SOLUDUĞUMUZ HAVADAN, İÇTİĞİMİZ SUDAN BİLE RADYASYON ALIYORUZ
İnsan vücudunun doğal kaynaklı radyasyona çok daha fazla maruz
kaldığına işaret eden uzm. Dr. Mutlu, halk arasında bilinenin
aksine insan eliyle oluşturulmuş kaynaklardan alınan radyasyonun
çok daha fazlasını, solunulan havadan, güneşten ve hatta sudan
alındığını kaydetti. İnsan vücudunun maruz kaldığı radyasyonun
yaklaşık üçte ikisinin doğal kaynaklardan alındığını, sadece yüzde
15’inin tıbbi tanı amacıyla kullanılan radyolojik incelemelerden
alındığını belirten Dr. Mutlu, bunlar dışındaki kaynaklardan alınan
radyasyonun ise çok daha az olduğunu dile
getirdi.
Vücuda solunum ve sindirim yollarıyla, hava, su, tüm bitkisel ve
hayvansal besinlerde az da olsa bulunan radyoaktif maddelerin
alındığına dikkat çeken Uzm. Dr. Fatma Şentürk Mutlu şunları
kaydetti: "Bunlarda zamanla çeşitli organlarda
birikmektedir. Buna ek olarak kozmik ışınlardan ve yerkürede
bulunan doğal radyoaktif maddelerden etkilendiğimiz de
düşünüldüğünde, insan vücudu hem iç hem de dış radyasyon
ışınlanmasına doğal olarak maruz kalmaktadır. Tıbbi alandaki
radyasyon uygulamaları, radyasyonla görüntü elde edebilme ve
radyasyonun hücre veya tümörleri yok edebilme yeteneğine sahip
olması temeline dayanır. Bu iki özelliğinden dolayı radyasyon
hastalıkların teşhis ve tedavisinde önemli rol oynar."
BEBEK ZARAR GÖREBİLİR
Tanısal amaçlı görüntüleme yöntemlerinin yaygın ve daha kolay uygulanmaya başlanması ile gebe olan veya muhtemel anne adaylarında bu yönteme başvurma sayısının giderek arttığına dikkat çeken Uzm. Dr. Mutlu, gebelikte yapılan tanısal amaçlı radyolojik incelemeler sırasında alınan iyonizan radyasyonun hastalar ve yakınları açısından gerilim nedeni olduğunu söyledi. Bu endişede radyasyonun insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkileri ile ilgili yayınlar, filmler ve medya haberlerinin önemli rol oynadığını anlatan Mutlu, "İyonize radyasyona en hassas olan hücreler hızlı bölünen hücreler olduğu için gelişmekte olan bebeğin zarar görme olasılığı oldukça fazladır. İyonize radyasyon yayan radyolojik yöntemler düz filmler, ilaçlı böbrek filmi, mamografi, fluoroskopi, anjiyografi, bilgisayarlı tomografi ve nükleer tıp incelemeleridir. ’Ultrason’ dalgaları aslında insan kulağının duyabileceği seslerden daha yüksek frekanslı ses dalgalarıdır. İyonize edici özellikleri olmadığından, tanı amaçlı kullanıldıklarında şu ana kadar canlı dokular üzerinde zararlı bir etkileri gösterilmemiştir. İyonize radyasyonun bebek üzerine etkileri ile ilgili insanda yapılmış bilimsel çalışma yoktur. Bugün elimizdeki bilgilerin çoğu vaka sunumları ile Japonya’daki atom bombası ile Çernobil faciası sonrası hayatta kalanlarda yapılan inceleme sonuçlarına dayanmaktadır. Bu verilere göre en sık görülen potansiyel zararlı etkiler gebelik kaybı (düşük veya ölü doğum), sakatlık, büyüme ve gelişme bozuklukları, nörolojik yan etkiler, zeka geriliği ve kanserdir.Gelişen bebeğin radyasyondan etkilenme oranı ve zararlı etkiler gelişme evresine göre değişmektedir. Bu dönemler olası etkilere göre 3 döneme ayrılabilir." diye konuştu.
"BEBEĞİN RAHME YERLEŞMESİNİ ENGELLER"
Ana rahmine düşmeden önceki sürenin (0-2 gebelik haftaları) radyasyonun olumsuz etkisi olabileceğine vurgu yapan Uzm. Dr. Fatma Şentürk Mutlu, "Ya rahme yerleşmeyi engeller ve bebeğin kaybına yol açar ya da olumsuz hiçbir etkisi olmaz. Buna ya hep ya hiç etkisi denir. Organ gelişiminin olduğu süre (3-8. Gebelik haftaları) organ gelişimi esnasındaki 3-8 haftalar arası süre de düşük doz radyasyon anomali riskini artırmazken doz artınca anomali görülme olasılığı artmaktadır. Gebelik gelişme süresi (9.hafta sonrası). 9. gebelik haftası sonrası bebeğin iyonize radyasyona hassasiyeti azalır 25 haftaya kadar ki dönemde santral sinir sistemi en fazla etkilenmektedir. Santral sinir sisteminin etkilenmesi için radyasyon dozunun çok yüksek olması gerekir. Unutulmaması gerekir ki embriyonun ancak yüksek dozda radyasyona (30 rad) maruz kalması IQ değerinde düşüşe sebep olabilir. Bu değerler tanısal amaçlı kullanılan radyasyon değerlerinin çok üstündedir." dedi.
Radyasyon içeren her türlü uygulamada ’riske karşı kazanç’
değerlendirmesi yapılması gerektiğini dile getiren Mutlu, baz
istasyonları, cep telefonları, mikrodalga fırınları, yüksek gerilim
hatları ve radarların iyonlaştırıcı radyasyon kaynağı olmadığını
söyledi.