RAHŞAN GÜLŞAN YAZDI..

Rahşan Gülşan'dan yaşlı erkekleri 1960 model Rolls Royce'a benzeten Refik Erduran'a yanıt...

RAHŞAN GÜLŞAN YAZDI..

Refik Erduran amcamız, büyüğümüz, dünkü köşe yazısında “Size biri otomobil armağan edecek olsa 2010 modeli araba (Otomobilden asla araba diye banhsetmem ama Refik amca cümleyi böyle yazmış) mı istersin, 1960 modeli Rolls Royce mu?” Amcamız tabii ki soruyu metafor amaçlı sormuş. Asıl derdi soruyu genç kızlara sormak ve tabii ki 60 model Rolls Royce ile de yaşlı erkekler kast ediliyor. Kafayı “Lolita” romanının cazibesine takmış. Yazısı boyunca da yazıyı okuyanların “evet canım, tabii ki yaşlı Rolls Royce 2010 model otomobilden daha merdanedir” cevabı verebilmesini sağlamak için tüm fikri imkanlarını seferber ediyor. Hatta yer yer, yaşlı erkekleri genç kızlar kandırıyor olamaz mı fikri etrafında da dolaşıyor. Şimdi bu Rolls Royce- 2010 model otomobil metaforuna, “otomobilden” iyi- kötü anlayan biri olarak bir takim “fikri” katkılarda bulunmak ve meseleyi bir münazara haline getirmek istiyorum. Arz ederim!

1- Eski Rolls Royce’un ne zaman çalışıp ne zaman stop edeceği asla önceden kestirilemez. Çok iyi bakım filan da tamamen efsanedir. Şöyle geceleyin ansızın uyanıp şeytana uyup canınız “bir dolaşmak” istese onu çalıştırabilmek için “kadın başınızla” uzun uzun ısıtma çalışmaları yapmanız gerekebilir. 2010 model otomobil ise her zaman küçük bir göz kırpmanıza, pardon anahtarı çevirmenize bakar. Sabahın körü de olsa, gecenin üçü de olsa otomobilinizin sizin bir hareketinizi bekliyor olması insana keyif verir.

2- Rolls Royce’un çalışması, onunla uzun bir yolculuğa çıkabileceğinizin garantisi değildir. Rota belirlerken, karlarla kaplı yüce doruklar yerine küçük tepelere doğru yolculukları seçmek zorunda kalabilirsiniz.

3- Klasik otomobil yarışlarında biteviye yolculuklar yerine, otomobillerin dinlenip güçlerini toplayıp yeniden yola çıkabilmeleri için mutlaka uzun molalar verilir. Oysa 2010 model otomobiller için böyle bir kısıtlama yoktur.

4- Bir arkadaşımın, 1950 model civarı bir Bentley marka otomobili var. İlk gördüğümde vakur duruşu, zengin görüntüsü aklımı başımdan aldı.sonra o otomobille bir kez Üsküdar’dan Nişantaşı’na geçtik. Biz mi otomobilin üzerinde gittik, o mu bizim üzerimizde gitti anlamadım. İlk birkaç kilometre keşiflerle geçti. Sonra detaylar çirkinleşmeye başladı. İçi tuhaf bir küf kokusuna sahipti. Ağır trafikte su kaynatma tehlikesi atlattı. Yokuşta frenleri şişti. Nişantaşı’na vardığımızda toprağı öptüm! (Bu cümleyi hemen bir gecelik ilişkiye çevir sevgili okur:)

5- Olur da, “Ben Rolls Royce’umun tüm bakımlarını iyice yaptım, onu bal badem ile besledim, öğlen yemeğinde tansiyona karşı sarımsak hapı yutturdum, az önce de dil altı hapını verdim. Güvenirim ona ben” deyip uzun yola çıkmaya karar verirseniz hiçbir müessese sorumluluk kabul etmez. Performanslı otomobil kullanmayı sevenler (metaforik olarak bu tanım kadını temsil etmekte)  “geç frenaj” denilen kavramın hastasıdır. Viraja girerken yapılan en geç fren zevk katsayısını daha da arttırır. Böyle anlarda otomobilin yol tutuş özellikleri ve motor gücü öne çıkar. Klasik otomobillerde “geç” frenaj denemek risklidir. Olası bir takla ve otomobilin altında kalmanız (başka bir deyişle üzerinizdekinin tık nefes kalıp hakkın rahmetine kavuşması) ihtimali yüksektir. Bu nedenle frenlere erken asılırsınız. Bu otomobillerde erken frenajı geciktirici hiçbir önlem işe yaramamaktadır. Otomobilin klasik olma değerini yitirtmektedir. Zaten siz “allah rızası için beni bekle” deseniz de Rolls Royce’un sizi dinleyecek hali olmayabilir:(

6- Metafordan sıkıldım. Yok Refik Amca nereden bakarsan bak yaşlı erkek- genç kadın ikilisinde bir acayiplikler oluyor. Kalkıp, sohbet mohbet deseniz olur ama. İşin içine 60 model Rolls Royce ve 2010 model otomobil karşılaştırmasına girince Lolita bile sizi düştüğünüz bu fikri çıkmaz sokaktan çıkaramaz!

Kuzey ormanları bizi öldürmeye kalkar mı?

Mistik Olay adıyla gösterilen “The Happening” isimli film M. Night Shyamalan’ın en kötü filmlerinden biriydi. Filmi izlediğimde “Altıncı His” gibi mükemmel bir filmi yazan adam nasıl da kalkıp Agaçların birdenbire insanları öldürmeye karar verdiği gibi saçma bir fikri filminin ana temasına koyup böyle bir hata yapar” diye düşünmüştüm. Filmde ağaçların saçtığı toksik bir madde ile insanlar aniden kendilerini öldürme eğilimine giriyorlardı. İnsanoğlunun gezegene verdiği zarara “yeter” diyen ağaçlar katil oluyordu. Geçen hafta bir gazetenin birinci sayfasında İTÜ’den bir bilim insanının yaptığı açıklama aniden bu filmi hatırlamama neden oldu. Üçüncü köprü güzergahının İstanbul’un kuzey ormanlarının üzerinden geçmesi üzerine beyanat veren (ismini hatırlayamadığım) profesör şöyle demiş: “Ağaçlar strese girer ve atmosfere sürekli toksin madde salarlar…” Amanın tüyler tiken tiken. Allah hepimizi kuzey ormanlarının şerrinden korusun!

Rahşan Gülşan /Gazete Habertürk