'Sadakatsiz'in 'Mert'i: "Annem bile etkilenmiş"
"Sadakatsiz"in Mert’i Eren Vurdem, dizide eşini ve en yakın arkadaşını aldattığı sahnelerden sonra çok tepki aldığını söyledi ve ekledi: "İzleyicinin karaktere inanması başta biraz canımı sıktı. Kötü adamı oynarken küfür yiyorsan olmuş demektir..."
Milliyet Gazetesi'nden Senem Aydın'ın röportajı...
- ‘Sadakatsiz’ son dönemin en çok izlenen dizisi oldu. Projeyi ilk okuduğunuzda sizin hissiyatınız neydi? Bu ilgiyi bekliyor muydunuz?
Bekliyordum tabii ki... İddialı bir iş olduğu her halinden belliydi ve yapımcımız Fatih Aksoy’la ilk toplantımızda bunu hissetmiştim.
- Yapımın uyarlandığı ‘Doctor Foster’ı izlediniz mi?
İngiliz ve Kore versiyonlarını izledim, hatta tüm uyarlamalarını izledim diyebilirim. Çünkü benim karakterim hiçbirine benzememeliydi, en iyisini yapmak zorundaydım ve tabii ki bunun için kim ne yapmış diye göz attım...
- Mert’in Asya ile sahneleri geçtiğimiz bölümlere damga vurdu. Oynarken “Bu kadar da olmaz Mert!” dediniz mi?
Evet, dedim (gülüyor).
- Karakterin itici hale gelmesi sizi endişelendiriyor mu? Sokakta, sosyal medyada nasıl tepkiler aldınız?
Türkiye’de insanlar aktörü oynadığı role göre yargılamayı çok seviyor. Annem bile etkilenmiş.
Halbuki şimdiye kadar oynadığım karakterlere göre benim için farklı bir deneyim oldu Mert. Daha önce kahraman, lider karakterler canlandırdım ve insanların role göre tepkiler vermesine alışığım. İzleyicinin oynadığım karaktere inanması ve gerçek sanması hoşuma gitmesi gerekirken başta biraz canımı sıktı, kötü oldum ama küfür yiyorsan kötü adamı oynarken olmuş demektir (gülüyor).
- Haliç Üniversitesi Tiyatro Bölümü mezunusunuz. Oyunculuk çocukluk hayaliniz miydi?
Evet, çocukluk hayalimdi. Başka şeyler de denedim ergenlik çağlarımda ama kafamda hep oyunculuk vardı ve her şeyi aktörlük için yaptım. Her insanın bir kodu vardır; mesela bir elma ağacında armut yetişmez, armut ağacından da elma. Benim meyvem de, kodum da sanattı, bunu ilk günden beri hissediyordum. Üretme tutkum normalin üstündeydi, diğerlerinden de farklı hissediyordum.
- Sizin için “Canlandırdığı her karakterde karizmasını konuşturuyor, Türkiye’nin en sağlam oyuncularından biri” yorumları yapılmış. Ne diyeceksiniz?
Ben oyunculuğumu geliştirmeye çalıştırıyorum, her gün yeni bir şeyler öğreniyorum. Klasik bir cevap olacak ama inanın sonsuz bir yolculuk aktörlük, sonu yok öğrenmenin. İşimi çok seviyorum, üretmek benim için yemek yemek, su içmek gibi bir şey. Yemek yemezse, su içmesse insan ölür. Sanatçı da üretmezse ölür. Bu güzel düşünceleri için beni seven, sayan güzel seyircime sonsuz teşekkürler, sağ olsunlar. Onların bu güzel sözlerine, iltifatlarına layık olmaya çalışıyorum.
- Jön kavramı hakkında ne düşünüyorsunuz?
Jön kavramı yaptığımız mesleğe dar bir bakış açısı. Makyaja önem veren bir düşünce... Benim için her rol önemlidir. Hikayenin gerçekçi olması isteniyorsa yan karakterin de, ana karakterler kadar inandırıcı olması gerekiyor. Hatta bazen ana karakter jön ise, yan karakterlerin daha gerçekçi olması gerekebiliyor. Benim dünyamda hikaye başroldür.
‘Dövüş sanatlarına tutkuluyum’
- Dövüş sanatlarına da ilginiz varmış. Kaç yıldır uğraşıyorsunuz?
Aksiyon benim en sevdiğim tür, hele bir de yanında güzel bir hikaye ile beraberse o zaman enfes bir proje geliyor demektir. İlgim çocukluğumdan beri var, yıllardır uğraşıyorum. 17 yaşında boks maçında burnum kırıldı. Kaşımın ve burnumun tek bir çizigide olduğunu hatırlıyorum ama bu olay beni dövüş sanatlarından uzaklaştıramadı. Tutkuluyum bu konuda ve bence işimin bir parçası. Sadece boks da değil wing chun, muay thai, jiu jitsu, ninjutsu, kenjutsu ve aikido gibi birçok dövüş sanatıyla ilgileniyorum.
- Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Dünyanın bu kadar kötü ve karmaşık olduğu şu günlerde değerli seyircimizin gönlünde taht kurabildiysek, bir nebze olsun izledikleri şeyden keyif alıp, kafalarını dağıtabildiysek, ne mutlu bize. Kötülüğe bir ayna olup, kötülük eden insanların bunu görmesine vesile olduysak, “Ben de böyle yapmıştım, kendimi dışarıdan gördüm sanki. Ne kötü bir şey, keşke yapmasaydım” dedirttiysek, ne mutlu...