SAMİMİ BİR RÖPORTAJ

Fantastik bir kovboy filmi çekeceğim, biraz da kilo vereceğim

SAMİMİ BİR RÖPORTAJ

“En son 8 yaşındayken Topkapı Sarayı'na gitmiştim. Bazen televizyonda İlber Ortaylı'yı görüyorum; tatlı tatlı anlatıyor. Gittim bir kere ama yani, oradaki kaftanlar kadar bana bakıyorlar!”

Cem'le bir karşılaşma hatırası: Beyoğlu'nda bir kafede, bir arkadaşımla oturuyoruz. Dünya güzeli bir kız geldi. Kilitlendik, “Bu nasıl bir güzellik” diye kıza bakıyoruz. Kız geldi ve geçti... Sonra omzuma bir el dokundu; döndüm baktım: Cem Yılmaz!

Bunu özellikle yapmıştın değil mi? “Bak o kız Cansu Dere; ben de Cem, Cem Yılmaz!”
Yok canım... Cansu güzel kız, bakarlar. Onunla uğraşacak olsak başka mesaim olmaz.

Cansu'yu hep güldürüyor musun?
Tabii ki eğlenceli birisiyim ama hayatımda blok blok çalışmam gereken zamanlar oluyor. Bu “Benim bir hafta işim var” gibi değil. Ben altı ay yok oluyorum! Ben “Rolüme çalışmam lazım, bana müsaade edin” tipi bir adam değilim. Ama ne yatış-kalkış saati, ne olağan anlamdaki sosyallik; hepsini kaçırdım. 20'li yaşlarda seyredilecek bir sürü filmi, konseri kaçırdım. Massive Attack Türkiye'ye geldi, gitmedim. Niye? O gece benim de işim var çünkü...

Belki kaçırmaya da devam ediyorsun.
Evet, muhakkak. Ama bununla ilgili bir yakarışım yok. Farklı bir hayatım var. Mesela en son 8 yaşındayken Topkapı Sarayı'na gitmiştim, aklım yerindeyken bir gideyim diyorum. Bazen televizyonda İlber Ortaylı'yı görüyorum; tatlı tatlı anlatıyor. Gittim bir kere ama yani, oradaki kaftanlar kadar bana bakıyorlar! E doğal olmuyor yani... Ben buranın çocuğuyum. “Goldie Hawn ve Kurt Russell geldi, Topkapı Sarayı'nı gezdi” havasında da gezemem. Bu yapaylığa sebep olacağım için de bir sürü şeyden feragat ediyorum.

Artık müzeleri yurtdışında gezeceksin.
Heaayt! Çok havalı olacak! Ama emin ol, çok direniyorum. “Çekilin geliyor” hayatım olsun istemiyorum. Limuzinle galaya gitmek istemiyorum ama ne yapacaksın, başka yolu yok. Elimden geldiğince kaytarıyorum. Yüzde 85'lere kadar kaytarıyorum.

Seni tematik kanallarda görüyorum, çok hoşuma gidiyor.
Bazen programları yapanlar arkadaşlarım oluyor, bazen de izleyici olarak beğeniyorum. Mesela Şahan'ın tv8'deki programının çekimine gittim, hatta bir skeçte de hemen giyinip oynadım.

Recep İvedik'i nasıl buldun?
Ya ne zaman bir şey söylesem yanlış anlaşılıyor. “Gülmemiş” diyorlar. Ben de “Komedyenler Sendikası Başkanı” değilim ki... Genç birisinin kalbini kırmak istemem.  Ben 50 kişinin birlikte çalışıp ürettiği bir kültürden geliyorum; insanların rakip olarak gösterildiği bir duruma alışık değilim. Sonuçta “En komik benim” sadece bir şaka olabilir ancak.

Sen kimlere gülüyorsun?
Birçok komedyene gülüyorum ama en çok kime gülerim söyleyeyim mi? Aydın Boysan. Çok komik bulurum, onu çok önemserim. Neredeyse 90 yaşında, o bakış açısı, kendisiyle olan durumu, hikayeleri; çok zengin malzeme var. Çok eğlenceli adam. Gençlere hep onun kitaplarını tavsiye ederim. Okan'la bir şeyler yapıyordu ama artık yok galiba. Bir de Yavuz Seçkin'in Mahsun Kırmızıgül taklidini çok beğeniyorum. Engin Günaydın'ı da çok başarılı buluyorum. Onun bir filmini merakla bekliyorum.

Filmdeki futbol maçı sahnesi çok ilginç. Bazıları çok beğendi, bazıları çok uzun buldu. Sen izlerken nasıl buldun?
Uzun bulmayı anlıyorum; filmin tamamında farklı bir yeri olduğu aşikar. Taner'le (“A.R.O.G”un diğer yönetmeni Ali Taner Baltacı) tercihimiz böyle oldu, daha kısa yapmayı hiç düşünmedik.

Sen filmlerini sinemaların arka koltuklarından izler misin?
Evet, izlediğim oldu. Seyircinin tepkisini hissetmek adına yaptım.

Çok seyredilecek bir film olacağı kesin. Ama o kadar pahalı bir film ki, kaç kişi izlerse masrafı kurtarırsınız?
Bilmiyorum, bayağı. 3-4 milyon seyircinin izlemesi lazım. Tahmin ederim o kadar izleyici gelecektir. Dün Köln'deki gala çok kalabalıktı mesela. 3 bin kişi dokuz salonda izledi. Bunlar biletli. İstanbul'dan daha kalabalıktı yani.

Bir de kriz durumu var. Kimsenin dükkan açmadığı bir dönemde dükkan açıyorsun bir anlamda.
Öyle ama bu çok önceden planlanan bir şey. 14 ay önceden bu tarih belli; o zaman da bu kriz öngörülmüyordu. Yani herkesi kriz vuracaksa da, varsın beni vursun. Kavgada tokat sayılmaz! Ortalık yangın yerine dönmüşse, savaş zengini tribi hiç hazzettiğim bir şey değil. Ha, bir de karar olarak “Cemciğim, biz millet olarak küçülmeye gidiyoruz, gerek yok böyle filmlere” de çıkabilir. Beğeniler değişebiliyor. Ben kendimi hep topun ağzında hissetmişimdir. “Bu olmuyor, gitmiyor, sen bunu arkadaş arasında yap” diye bir netice gelirse, yapamam.

“G.O.R.A”da hayal kırıklığı yaşadın mı hiç?
Hatırla, Savaş Ay “Senaryomu çaldı” dedi. Adam 15 gün boyunca söyledi bunu. Beyin göçü için yeterli bir sebep!

Nereye beyin göçü?
Kendi içime canım, öyle yurtdışına meraklı bir insan değilim. Yıldızlar ne yapar? Süpernova! Kendi içinde patlar.

Genç kızların sevgilisi durumun sürüyor mu?
O rolü Ozan'a (Güven) verdik! Ben daha mazbut; orta yaş... Öyle bir hayatım yok yahu. Bilgisayarda müzik yapmak benim zaten çok vaktimi alıyor. Eğlenceli bir ortamım var yani.

İlerisi için ne planların var?
Gene fantastik bir film. Bak bunu şimdiye kadar kimseye söylemedik daha, bir kovboy filmi! Bana fantastik bir ortam sağlayacak, ama kimse yabancılık çekmeyecek. Ama onun dışında kilo vermeyi düşünüyorum. Bundan sonra hayatıma yakışıklı birisi olarak devam edeceğim!

"Tuhaftır, Rıdvan Dilmen çıplak oynamak istemedi”
“A.R.O.G” beğenilecek mi diye çok endişelendin mi?
Son günlerde basından ciddi bir ilgi gördük. Malum “yaşam yazma” diye yoğun istihdam sağlayan bir alan var biliyorsun. Genellikle pozitif şeyler yazıldı. Enteresandır, “G.O.R.A” zamanında spor yazarları bile yorum yazmışlardı. “A.R.O.G”a olumsuz bir şey söyleyen yok henüz. Film çekimindeki “zorluk” denen şeyi, “çile”ye çevirip sunmak istemiyorum. Nefret ettiğim iki şey var: Filmi bitirip bütçesinden ve yapımın zorluğundan bahsetmek. Neredeyse şikayet eder gibi, bir vicdan borcu yüklemek garip. “O kadar yorulduk ki, beğenin artık!” Biz bu işi kuralına göre yaptık. Sinemayla ilgilenenler, sinemacılar, bizim çok dikkat ettiğimiz şeylere dikkat göstermeye başladılar. Bu da çok sevindirici.

Neler bunlar?
Özenilmiş olması. “A kostümler ne kadar başarılıydı, mekanlar ne kadar iyi seçilmişti” gibi... Yıllar yılı reklam sektörü, sinemanın ilerisindeydi. Sinemaya göre çok daha iyi bütçelerle yapılıyordu. Son 10-15 senedir kısa film tadında bir dakikalık reklam filmleri yapılmaya başlandı. Bunları yapan adamlar da buranın adamları. Biraz para harcanıyordu, özen gösteriliyordu. Ayrıca bu adamların bazıları sinemacı. Reha Erdem'in reklam filmi de sinema filmleri de özenlidir mesela. Sinema biraz bu standartlara yaklaşmaya başladı. Benim sinemaya başlamam da bu iki sektörün yakınlaşmaya başladığı dönemler zaten. Kostümünü yapan daha iyi asıldı, efektler için ABD'de çalışmış insanlar gelip bütün emeklerini verdiler. Hâlâ dertlerimiz var; tabii ki daha iyi olabilir. Standart isteyen yapımcı ve seyirci oldukça daha da iyiye gidecek.

Artık sinema gerçek anlamda sektör oluyor.
Kesinlikle. Bu adamların CV'lerindeki film sayılarını artırırsak, o zaman daha genç ve çok tecrübeli insanlar olacaklar. Hoş, yaşlı olup tecrübeli olmalarını da tercih ederdim ya... Jenerasyonlar arasında çok nadir ilişki var ne yazık ki. 70 yaşında aktif çalışan bir montajcımız olsa çok güzel olurdu.

“Clint Eastwood hâlâ çalışıyor”
Sen o konuda çok ciddi şeyler yapıyorsun aslında. Zafer Önen'le ilişkiniz de gazetelere yansımıştı.
Sağolsun, biraz abartmış. Olağan bir şeyi biraz duygusal aktarmış. Ben özel bir davranış sergilediğimi zannetmiyorum. Benim hayalimdeki dünya bu. Dünyanın her yerinde böyle değil. Clint Eastwood bugün 85 yaşında neredeyse. Hâlâ aktif, gençlerle iş yapıyor. Eskimiyor. Toplum olarak biraz farklıyız. Bir kere kabul görmek biraz zaman alıyor. Ancak bu filmden sonra “Sinemacıyım” diye ağzımdan bir şeyler dökülmeye başladı. Bu benim artık beşinci filmim. Boş bir A4 kağıdını alıp sıfırdan perdede bir şeyler izliyoruz. Son üç gündür çok güzel şeyler duyuyoruz. Bunun normal olmasının düşünülmesini istiyorum. İçerikler değişebilir ama kalitenin hep tutturulması lazım. “Türk filmi” dendiği zamanki boynu büküklük, ne bileyim, bunlar bizim kuşağın işleri değil. Bunlar bizim hayatımızda nostalji bile olmasın...

Banu Güven'i oynatmışsın, çok da güzel olmuş. Bir sonraki filmde “olay yerinden bilgi veren muhabir” rolü isterim!
Heh heh! Eyvallah! Banu yakıştı valla.

Rıdvan Dilmen'i nasıl ikna ettin?
Çok zor oldu. Aslında çok küçük bir espri, amma velakin kostüm konusunda çok zorlandık. Tuhaftır, hiç çıplak olmak istemedi. Yıllarca sahalarda top koşturmuş birisi olarak daha serbest olmasını beklerdik... Kostümlerimiz ona biraz açık geldi ama bunu da tebessümle söylüyorum. Bir hatır gönül işi. Biraz önce söylediğin şeyden güç alarak söylüyorum, hatır gönül böyle özel durumlarda olabilir. İnsan çok mutlu oluyor. Başkalarının da özlediği bir şeyi yapmış olduğunu hissediyorsun. Yaptığın işte olmak isteyen insan sayısı arttıkça çok mutlu oluyorsun. Gala gecesi geçmişte birlikte karikatür çizdiğim arkadaşlarımla karşılaştım. Erdil'le, Selçuk'la konuştuk. Çok güzel şeyler söylediler. Onlar evrensel standartlarda işlerini yapan insanlar. İşte ben onu kendime örnek almaya çalışıyorum. Ben öyle bir yerde yetiştim. Bu adamlar hiç bir adım geriye gitmediler. Karikatürde bir dünya starı nasıl çalışıyorsa, onlar da öyle çalışıyorlar. “Gereğini yapmak” gibi güzel şey yok. İnsana çok büyük haz veriyor.

“Benim adım Arif, ben pratik adamım”
Arif nereden doğdu?
Galada babam tam önümde oturuyordu, baktım ki karakterin replikleri babamın sözleri. Bazıları çok belirgin, araya sıkıştırıyorum. Onun kullandığı özel kelimeler; “Benim adım Arif, ben pratik adamım” mesela. Ne demek istiyor, biz yıllardır anlayamadık. Ben yarın öbür gün babamla ilgili bir şey yazarsam, kitabın adı bu olacak.

Babanın adı neydi?
Arif! “G.O.R.A”yı ilk yazarken, karakterin adı Sami'ydi. Yazdık bitti, çıktı aldık. İçimden bir ses, bunu “Arif yapalım” dedi. Word programında öyle bir şey var ya; “Find All Sami, Change to Arif!” Çat çat, hepsi değişti. İçim çok rahat etti. Babamı çok severim ben.

Birbirinize yakın mı oturursunuz?
Çok yakın değil aslında. Onlar Yeşilköy'de, biz Levent'te.

“Babamın hiç hobisi yok”
Hayır “Zengin olunca evimizi değiştirmedik, bütün mahalleyi satın aldık” diyordun ya!
Hah hah! Yok yahu, hiçbir zaman böyle bir şey yapmadık. Uzun zamandır ayrı oturuyoruz, sık değil ama yoğun görüşüyoruz. Bizim aramızda babamla ilgili güldüğümüz şey, adamın hiçbir hobisinin olmaması. Sen kürek çekmeyi bilmeden nasıl Boğaz'a kayıkla çıkıp Sadun Boro'yu karşılamaya gitmeye çalışırsın? Babamdan “Komik duruma düşmek hoş bir şey değildir ama komik olmak sempatiktir”i öğrendim. Bunu bize hep yaşattı. Birine “Hobisi bile yok” desen bozulur. Ama babama desen “Ulan ben Cem Yılmaz'ın babasıyım” der! Çok saygılı ve mesafelidir.
Lisede okula yazılmak için okula gittik; babam müdürün kapısını açtı ve beni buyur etti. Bunu hiç unutmam. Bize çocukluğumuzdan beri adam muamelesi yaptı.

“Tolga bir kere ‘Programa gel' demedi, ben de bir kere ‘Programa geleyim' demedim”
Nedir bu futbol yorumculuğu?
Ben futboldan hiç anlamam. En son topa 1987'de vurmuşum hesaplarıma göre. Kelime bilmem! Orada söylediğim her şeyi uyduruyorum ve tutuyor! Programın tekrarını izlerken ben de fark ettim; oysa ben aslında “Futboldan kelime bilmeden saatlerce konuşulabileceğini” ispat ettim! Hayatımda stadyumda izlediğim maç sayısı 10'u geçmez. Buna çok önemli milli maçlar da dahil. Futbola ilgim sıfırın altındadır anlayacağın.

O zaman çok başarılısın.
Empati gücüm çok yüksek de ondan!

Babanla aynı odadan telefonla dalga geçtiğin doğru mu?
Doğru. Babam hiç saf bir adam değildir, cin gibidir. Tabii telefonun o mekanik durumuna da güveniyorum!

Sizin aile de çok enteresan. Herkes komik.
Bizim ailede herkes amatör komik, ben dahil. Kendimi amatör görüyorum hâlâ. Biz abimle birlikte çalışıyoruz uzun zamandır. O da çok komiktir ama biraz aykırı komiktir. Ben onun hayranıyım.

“Hayat bilgisi ders kitabındaki ‘Anne rolü' neyse, ben tam öyle bir anne gördüm”
Abinle birlikte çalışıyorsunuz. O işin hani kısmında?
Daha çok teknik. Ben bir öykü ve diyaloglama yapıyorum. Kağıda dökerken düzenlemede çok yardım ediyor. Bir de tabii espriyi test etmek için çok önemli bir seyirci. Aramızdaki adı “google”dır yani, söyle hemen cevabını versin. Bir de her şeyi beğenmez. “Baba bir numarasın desek daha mı iyi?” der bir de! Bu benim çok hoşuma gider. Ailede kimse “Sen komik olansın, ne yapsan doğrudur” demez.

Peki, bir de anneni merak ediyoruz.
O çok önemli karakterdir, meseleyi çekip çevirir. Ama olgundur ve baskın değildir. Hayat bilgisi ders kitabındaki “Anne rolü” neyse, ben tam öyle bir anne gördüm. Fedakar ama çileli değil. Eğlencenin de içindedir. Bir tek ergenlik döneminde biraz anneme sıkıntı vermişizdir, ama çabuk atlattık.

Tolga Çevik kız kardeşinizle evli, çocukları var. O da aileye uyum sağladı mı?
Valla benim zaten iyi arkadaşımdı. Kız kardeşimle ilişkilerini öğrendiğim zaman zaten bir hayli yol almışlar, hatta evlenmeye karar vermişlerdi! Başarılı oyuncudur. Aileye çok doğal bir şekilde girdi. Kendi çekirdek ailesiyle çok ilgili. Canavar gibi çocukları var. Onların iyi olmaları daha önemli. Meşgul insanlarız, çok sık görüşemiyoruz; çok güzel işler yapıyor. Ama kaç bölümdür programı var, bir kere “Gelir misin?” demedi. Ben de “Geleyim mi?” demedim. Her seferinde “Tolga'nın programına niye gitmiyorum?” diye soruyorum kendime; ama gene de gitmiyorum.

“Herkese telefonda merhaba diyorum. Bir keresinde Almanca konuşmak zorunda kaldım”
Yıllardır meşhursun. Türbanlısı, milliyetçisi, dinsizi, imansızı, Amerika'daki mastırından döneni, okumayı yeni sökeni; kısaca toplumun her tabakasından hayranın var. Bu nasıl bir şeydir?
Bilmiyorum da, idare etmesi çok zor bir şey! Ben her şeyi kendim için yapıyorum; doğrusu bu. Ama herkese hitap etmenin zorluğunu yaşıyorum, bu bir gerçek.

Yolda giderken “Abi benim patron burada olduğuna inanmıyor, bir ‘merhaba' desene” diye telefonu uzatanlar gerçek mi?
Gerçek! Yarım saat önce oldu. Ben de “merhaba” diyorum. Bir defasında Almanca konuşmak zorunda kaldım mesela... Aslında bir ortak dil var, orada buluşuluyor. Alay etmek, iyi insan davranışları arasında sayılmaz. Ama merhamet, kabul gören davranıştır. Benim merhamet duygum çok yüksek. Şakalarımı sevgiyle yaptığım için kurbanı olmuyor. Hem ben hem seyirci daha gençken bir “kurban seçme” beklentisi vardı tabii. 

“Taşı gediğe koyma” meselesi.
Aynen. Bu anekdotlarda da böyledir, Nasreddin Hoca'da da böyledir; mutlaka bir kurban vardır. Ben onunla çok uğraştım, “Bakın arkadaşlar, ille de bir kurban olmasına gerek yok” dedim. Bence beni izlenir kılan şey bu.

Fatih Türkmenoğlu /Milliyet