Semih Kaplanoğlu: "Sistemin çarkında birer dişliyiz"

"Bağlılık Hasan"ın yönetmeni Semih Kaplanoğlu, tarih dizilerindeki noksanlara dikkat çekti.

Semih Kaplanoğlu: "Sistemin çarkında birer dişliyiz"

Türkiye Gazetesi'nden Murat Öztekin'in röportajı...

Uzun zamandır film yapan bir yönetmensiniz. Hikâyeler mi size çarpıyor, yoksa siz mi onları arıyorsunuz?


Galiba her filme has ayrı bir süreç yaşanıyor. Aklıma geldikçe kısa kısa film hikâyeleri yazarım. Bu fikir ve hikâyeler de zamanını bekler. Bir filmin fikri oluştuktan, eserin miksajı bitene kadar o filme dair yapılabilecek bütün düşünceleri serbest bırakırım. Senaryo benim için hemen biten bir şey değil.

Bu hafta vizyona yeni giren “Bağlılık Hasan” filminizde hırslarla yoğrulmuş ve bozulmuş portreler var. Bu hikâyede Türkiye’deki insanların ve muhafazakârların hâli size nasıl etki etti?

Ben insana bakıyorum. Bozulma bir kesimde ya da grupta değil bütünde var. Zaten elmaların biri çürüdüğünde diğerlerine de bulaştırıyor. Mesela şu an üretimin en yoğun olduğu bölgelerdeki köylerde bankacılar geziyor. Yeni fidanlarla daha fazla ürün alma vaadiyle köylülere kredi aldırılıp, eski ağaçları söktürülüyor. Herkes aynı elmayı yetiştiriyor ama eskiden beş liraya satılan elma, şimdi iki liraya satılamıyor. Birçok ürün çeşidi teke indiriliyor ve daha fazla tarım ilacı kullanılıyor...

BU SİSTEMLE BİR DERDİM VAR

Neo liberal dünya, insanları da tek tipleştiriyor sanki…

Evet, öyle. İşte benim bu sistemle bir meselem var. Bu sistemin içindeki mahkûmiyetimizi ve çarkı nasıl döndürdüğümüzü görmemiz gerekiyor. Kapitalizm ve onun tüketim kültürü, egolarımızı yükseltiyor ve içimizde oluşan boşluğu eşyayla kapattığımızı zannediyoruz.

Filmde tabiattaki bozulmayla insan ruhundaki negatif değişimi irtibatlandırıyorsunuz. Başka filmlerinizde de tabiat hassasiyetinizin izlerini gördük. Sizi bu hususta hassas kılan şey nedir?

Bu herhâlde son otuz kırk senede dünyada yaşadığımız değişime karşı bir tür farkındalık… Her yerdeki çözülmeyi görüyorum.

BATI’NIN ÇEVRECİLİĞİ SAMİMİ DEĞİL

Bugün Batı, sanat üretimleri ve politik enstrümanlarıyla âdeta koro hâlinde iklim değişikliğinin tehlikelerine ve çevreye dikkat çekiyor. Ama filminizde vurguladığınız gibi tabiata en çok zarar verenler de aynı ülkeler. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?

Ben Batı’yı hiçbir şekilde samimi bulmuyorum. Kimsede nükleer santral olmasın istiyorlar ama kendi ülkelerinde onlarca var. Çünkü bu sistemin devamını sağlamak için ürettikleri bir teknoloji var. Ondan asla vazgeçemeyecekler. Bence şimdi tahribatı perdelemek için bir tür kamuoyu çalışması gibi bir şey yapıyorlar. Dolayısıyla her yaptıklarından şüphe duyuyorum.

Öte yandan filminizde hacca girmeye çalışan ama hayatlarında büyük tenakuzlar olan tipolojiler çiziyorsunuz. Yeşilçam’da benzer karakterlerle dindarların samimiyeti ötekileştirilerek sorgulanmadı mı?

Yeşilçam’ın birçok filminde hayata kalıplar içerisinden bakılır; bir mezarlık gösterilir, bir ney çalar ya da üçkâğıtçı olarak hacı-hoca tipleri ortalıkta dolaşır. Bunlar, insanın hakikatini tanımlayan şeyler değil. Aslına her insanın içinde hem kötülük var hem de iyilik… Hepsi oynak bir zemine hareket ediyor.

TARİH DİZİLERİNDE 'O HAKİKAT' YOK!

Eseriniz seyirciyi “Acaba helalleşmem gereken birileri var mı?” diye düşünmeye itiyor. Acaba yönetmen olarak bu soru sizin zihninizde sık dolaşıyor mu?

Sinema yapmak bir anlamda kendinizle de uğraşmanız demek. Burada bir tür tutarsızlık olduğunda, gelip sizin yüzünüze vurulabilir. O yüzden elimden geldiğince kendimi sorgulamaya çalışan birisiyim. Ancak hayat seyrimizde mutlaka idrak edemediğimiz bir sürü mesele oluyordur.   

Sinemada “mutlaka yapmalıyım” dediğiniz bir hedefiniz var mı?

Bağlılık serisinin yeni filmi olarak bir müddettir Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Huzur” romanının adaptasyonuyla uğraşıyorum. Ancak “Yapmadan ölürsem, bu dünyadan gözüm açık gider” dediğim bir şey var: 16. yüzyıl Osmanlısında geçen bir mutasavvıfın hikâyesi… Mesela bir Niyazi Mısrî filmi yapmak istiyorum. Çünkü inanılmaz hayat hikâyesi var. Bizim Osmanlı ve Selçuklu tarih dizileri ise bir temsiliyet yapıyor ama aslında hiç o manevi hakikati içermiyorlar. Bir tür kendi kendimize propaganda yapar gibi bir hâlleri var. Hâlbuki Sultan Abdülhamid gibi karakterler, TV yıldızı olmanın ötesinde derinliğe sahip insanlar. Ariflerimiz de öyle ama o ilişki bir türlü kurulamıyor. Hâliyle Osmanlının manevi tarafı bugün de örtülü kalıyor.

LEYLA HANIM ÇOĞU ZAMAN BENİ İKNA EDİYOR

Film üretiminde edebiyatçı eşiniz Leyla Hanım’la (İpekçi) nasıl bir etkileşiminiz var?

Kendisiyle 23 senedir evliyiz. O benim bütün senaryolarıma katkı sağlar. Yazdıklarımı okuyor; tabii kanlı tartışmalar çıkıyor (Gülüyor). Bazen ben onu, çoğu zaman da o beni ikna ediyor. Aslında onun romanlarında yansıtmaya çalıştıkları ile benim sinemada yapmaya gayret gösterdiğim şey iç içe… Belki bu, hayatı birlikte yaşamaktan geliyor.

OSCAR DEĞİL TEMSİLİYET ÖNEMLİ

“Bağlılık Hasan” bu sene Türkiye’nin Oscar adayı da oldu. Aslında Amerikan sinemasının mükâfat mekanizması olan Oscar’ı fazla mı önemsiyoruz?

Eurovision gibi bir şey bu… Biliyorsunuz Eurovision’a da senelerce gidip geldik. Millî dava! (Gülüyor) Ama ben inanıyorum ki bir gün Türkiye’den bir iş orada, o sistem içerisinde değer kazanacak. Filmlerimizin var olduklarının orada gösterilmesi, temsil edilmesi önemli. Ben olaya bu noktadan bakıyorum. Yoksa bizim bir sürü ödül almış filmimiz var

Peki, hem çevre hem insanlık açısından geleceğe nasıl bakıyorsunuz?

Bence bir değişim gelecek ve bu, birilerinin planladığı anlamda insanın dönüştürülmesi şeklinde olmayacak. İnsanın aklı ve kalbi bu gidişe bir dur diyecek diye umut etmek istiyorum.