YEŞİM CEREN BOZOĞLU'NDAN SAMİMİ AÇIKLAMALAR
"Geniş Aile" dizisinde 'Sevim' karakterini canlandıran Yeşim Ceren Bozoğlu'ndan ilginç açıklamalar..
Olan sete çıkınca oldu. (Gülüyor) ‘Doktorlar’ dizisi bittikten sonra o dönem içerisinde, gelen birkaç başka teklifi inceliyordum. Daha da açıkçası başka yerlerle de flört halindeydim. Geniş Aile’den konuk oyunculuk teklifi gelince hiç düşünmedim. Çünkü kadrosundaki oyuncu arkadaşlarımın çoğu önceden tanıdığım arkadaşlarımdı. Yönetmenimiz Ömer Uğur ile de daha önce ‘Eve Dönüş’ isimli sinema filminde çalışmıştık, ‘Bundan iyi misafirlik mi olur?’ dedim ve sete çıktım.
Ve oynadığınız karakter içinizden
fışkırdı.
Aynen… Sevim karakteri fışkırdı içimden
adeta. Çünkü Doktorlar dizisinde canlandırdığım Gestapo Fikret
karakterinden sonra özellikle komedi oynamayı çok istiyordum. İlk
oynadığım bölüm yayınlandıktan sonra kullandığım ‘Gerizekalı’ lafı
sokaktaydı, birkaç hafta sonrada cep telefonu zili olarak
‘Aşkitom’u duyunca galiba burada kalmalıyım, Sevim çok sevildi
dedim. Sağolsun yapımcımız Ahmet Kayımtu’da bırakmadı beni
ısrarla.
Devamlı oyuncu olarak kalmanızın yanı sıra ön plana da
çıktınız.
Öne çıkma meselesine gelince... Bazı roller
vardır ‘Gel beni oyna’ diye yalvarır. Özellikle de komedide doğru
bir şey yaptığınızda reaksiyon müthiş bir sevgi seli olarak anında
geliyor. Bende bu durumdan çok mutlu oluyorum.
SEVİM’İ OYNAMAK VİTES KUTUSU PARÇALAMAK GİBİ BİR ŞEY!
Gözlerinden enerji fışkıran, eli coplu bir karaktere
hayat veriyorsunuz. Bunun dışında nasıl biri
Sevim?
Şizofrenik geçişleri var. Biraz psikopat,
tamamen zıt duygulardan oluşan bir duygu dünyası var. İçli içli
ağlarken birden öfkeden delirebiliyor ama genellikle oldukça
özgüvenli, çok dişi, havalı, özünde iyi kalpli bir kız. Elindeki
copa rağmen mahallede artist gibi yürüse de bir yandan da tam bir
Türk aile kızı. Annesinin sözünden mümkün değil çıkmıyor mesela.
Oynaması çok zevkli, duygu dünyası o kadar hızlı değişiyor ki,
birinci viteste giderken birden 5’e çıkabiliyor, 5. vitesten küt
diye 1’e iniyor. Sevim’i oynamak vites kutusu parçalamak gibi bir
şey!
Canlandırdığınız rol Sevim’in sözleri halkın diline
pelesenk oldu. Bu sözlerin sette yaptığınız doğaçlamalarla ortaya
çıktığını düşünüyorum. Yanılıyor muyum?
Doğrudur.
Sevim’i oynarken doğaçlama yapmadan duramıyorum. Çünkü onun kadar
zıt kutupları barındıran bir karakter bir süre sonra kendini
dayatıyor size. Amerikan filmlerinde vardır ya ruh içine girer,
bana da öyle oluyor, Sevim giriyor ruhuma. Senarist arkadaşlarımız
Kamuran ve Cüneyt de tartışmasız çok başarılılar. Dizinin genelinde
onların ortaya koyduğu, başka dizilerde olmayan çok farklı,
dizimize özgü bir dil var ve bu dil üzerinden, onu bozmadan
doğaçlama yapmak çok güzel. Bir gün sette bir sahne çekiyoruz,
sahne gereği Ulvi’nin yaptığı bir sakarlığa kızacak Sevim, ağzımdan
‘Gerizekalı, kotalı zekalı zekasız kotasız gerizeka’ diye bir şey
çıktı. Set yıkıldı gülmekten. Şimdi bu oturup da yazılacak bir şey
değil, bunu ancak doğaçlama sayesinde buluyorsunuz.
ŞEFKATE DÜŞKÜNÜM!
Peki siz kendinizden neler katıyorsunuz? Hangi yönleri
ortak yani Sevim’le Yeşim Ceren’in?
Benimle alakası yok
Sevim’in. Ben o kadar dominant ve bağıran bir kadın değilim. O
şiddete düşkün ben şefkate… O, erkeği parmağında çeviriyor, ben
eşit ilişkilerden tarafım. Bir tek annemize olan düşkünlüğümüz
benziyordur belki. Sesi, yürüyüşü, gözlerini aça aça konuşması
benimle uzaktan yakından alakalı değil. Böyle olması da gerekli
bence. Zaten oyunculuk başka biri olmak değil mi?
Dizide canlandırdığınız bir karakter daha var. İkinci
karakter olan Sevinç’i Sezen Aksu’dan yola çıkarak yarattığınız
söyleniyor. Ve bu da çok sevildi. Neden Sezen Aksu’dan yola
çıktınız Sevinç’i yaratırken?
Sezen Aksu’dan yola çıkmadım. O, birkaç kişinin karması olmuş
aslında ama seyredince ben de hak verdim söyleyenlere. Özellikle
ses tonu gerçekten benziyor Sezen Hanım’a. Sette, ikiz kardeşinin
Sevim’in 180 derece tersi bir karakter olmasına karar verdik. O
yüzden kıyafetlerine, ses tonuna, vücudunun enerjisine kadar tam
tersini ortaya koyunca aşırı zarif, nazik bir Sevinç çıktı ortaya.
Ben aslında birkaç farklı arkadaşımı gözlemleyip birleştirmiştim
ama izleyince gördüm ki bilinçaltımdan Sezen Aksu’da çıkmış.
Aslında iki bölümde vardı ama çok beğenildi sanırım. İzleyenlerden
hep çok olumlu tepki geliyor; ”Bir daha ne zaman gelecek Sevinç?”
diye soruyorlar, bakalım diyorum bende. En az Sevim’i oynamak kadar
eğlenceliydi Sevinç’i oynamak.
TÜRKAN ŞORAY’IN DURDUĞU YER BİZE ÇOK ŞEY
SÖYLÜYOR!
‘Türkan Şoray’ın 2010 modeli olmak istiyorum.’
diyorsunuz. Türkan Şoray’ın 2010 modeli nasıl…
Hem star ışığı olan hem de ruhunun sonuna kadar aktörlük içeren bir
durumu kastediyorum. Her oynadığı rolü ruhunun en sahici yerinden
oynarken bir yandan da, kendine has ışığıyla oynadığını
zenginleştiren, güzelleştiren bir oyunculuktan bahsediyorum. Ayrıca
Sultan’ın durduğu yer bize çok şey söylüyor, ben örnek alıyorum
açıkçası. Bunca yıllık kariyer, azim, yönetmenlik ve sinema aşkı
Sultan mucizesini yaratmış. Bunun bir ilerisi yani 2010 modeli de
herhalde sinema bağlamında yurtdışında da aynı ölçekte sürekli
başarı sağlayarak olur. Yani dünya çapında başarılarla Türk
sinemasına yeni kapılar açarak olur. O sinema devlerinin yerine
kimse geçemez tabi ki. Bu idealleri gerçekleştirdiğimiz zaman
onlardan aldığımız ilhamı doğru bir oluşuma kanalize etmiş
olacağımızı düşünüyorum.
Birçok insan sizi dizilerle tanıdı ama sizin asıl
oyunculuğa başlamanız tiyatroyla… 9 Eylül Üniversitesi, Oyunculuk
bölümü mezunusunuz. Size ‘Oyuncu olmalıyım, oyunculuk yapmalıyım’
dedirten ne oldu?
Ruhum… Beş yaşındayken, Bağdat Caddesi’nde karşı apartmanın
kapıcısının kızıyla kıyafetlerimizi değiştirip, sokaklarda o
arkadaşımın adıyla dolaşmama sebep olan dürtü! Seyredilmek ve
insanların kimyasını değiştirmekten ve onlara ruhlarının
görmedikleri yerlerine bakmaları için ışık tutmaktan müthiş zevk
alıyorum.
İLK OYUNUMDA KORKUDAN ÖLÜYORDUM!
Üniversite hayatınız boyunca birçok oyunda rol aldınız. Ama
bir oyun var ki sizin için çok özel… Mezun olduğunuz sene İzmir
Karşıyaka Açıkahava Sahnesi’nde uluslararası üne sahip Varlam Lali
Nikoladze’nin yönettiği tek kişilik oyunu ‘Kadınlar’ı 2000 kişiye
karşı oynadınız. İlk sahneye çıkışınızdı, nasıldı o anki
hisleriniz?
Korkudan ölüyordum! Oyunun ilk on
dakikasını katiyen hatırlamıyorum ama oyunun sonunda oradaki iki
bin kişinin beni ayakta alkışladığını asla unutamayacağım, çok
güzeldi. On tane farklı kadını oynuyordum, iyi cesaret diye
bakıyorum şimdi. O oyunumla Cumhuriyet Gazetesi ‘Yılın Genç Kadın
Oyuncusu’ seçmişti beni.
OYUNCULUK BÜYÜK BİR AZAP!
İzmir’deki bu başarınız duyuluyor ve İstanbul’a
geliyorsunuz. Ardından televizyon ve tiyatroda hep önemli eserlerde
rol alıyorsunuz. Mesela televizyonda Atilla İlhan’ın ‘Kurtlar
Sofrası’ adlı TRT filminde, tiyatroda Zafer Ergin’le rol aldığınız
Berthold Brecht’in ‘Arturo Ui’nin Önlenebilir Yükselişi’ bunlardan
bazıları. Böyle güzel projelerle başlamak size bugünlere
geleceğinizi hissettirmiş miydi size?
Oyunculuk öyle
bir meslek ki… Bir yandan dünyadaki en keyifli en zevkli meslek,
bir yandan da büyük bir azap.
Neden?
İnişler ve çıkışlar hep var. Evet bu bahsettiğiniz projeler çok
başarılı işlerdi ama onların oluşum süreçlerinde “Olmuyor,
yapamıyorum” diye kaç kere mesleği bırakmaya karar verdiğimi ne siz
sorun ne ben söyleyeyim. Ama şunu da itiraf etmeliyim ki içerden
bir yerden tünelin sonunda ışık olduğunu bir şekilde hep
biliyordum.
Sonra dublaj, Devlet Tiyatroları’nda yönetmen
yardımcılığı, radyo programları yaptınız. Bunlar sizi daha da
zenginleştirmiş olmalı, oyunculuk ve hayat adına. Neler kattı o
dönemler size bu anlamda?
Girip çıkmadığım yer kalmadı
oyunculukla ilgili. Bu bir nevi mesleki bir tatlı serserilik
getiriyor insana, ben her seti her provayı evime çevirebilirim
mesela, denemediğim şey kalmadı çünkü. Bu kadar farklı alanlarda,
gerçekten çok çalışarak, oyunculuğun her açısına, her tonuna hakim
oldum bu sayede. Bugün bana arka arkaya birbirine çok zıt işleri
yap dediklerinde ortaya çıkan sonuç herkesi şaşırtabilir ama ben
biliyorum onun yılların emeği olduğunu ve iddialı bir şekilde her
karaktere ne kadar rahat girip çıkabileceğimi. Ve en önemlisi ben
hâlâ çok çalışıyorum.
BİR OYNADIĞIMI BİR DAHA OYNAMIYORUM!
‘Sıcak Saatler, Yeditepe İstanbul, Gülbeyaz, Doktorlar,
Geniş Aile’ dizileri… Ve bunların paralelinde rol aldığınız
filmler… Hepsinde birbirinden farklı karakterler… Bunun sizin için
bir şans olduğunu düşünüyorum. Çünkü bilirsiniz genelde bir
oyuncuya, ilk rolünde neyle ünlenmişse sonrasında da benzer roller
gelir. Ne mutlu ki size farklı roller geliyor. Bunun başarısını
neye bağlıyorsunuz?
Aslında herkese olduğu gibi bana da
farklı roller gelmiyor. Ben inatla, bir oynadığımı bir daha
oynamıyorum! Bir sürü iş görüşmesinde, teklif edilen rol yerine,
seçtiğim ve daha önce oynamadığım, tekstte yer alan diğer karakteri
deneyip, rolü almışlığım vardır. Bunun Türkiye’de çok az oyuncuya
nasip olduğunun farkındayım. Ama yeterince inatçıysanız
gerçekleşmemesi mümkün değil… En çok hoşuma giden iltifatlardan
biri bu: ‘Bir oynadığın kadını bir daha oynamamışsın, hepsi
bambaşka kadınlar’ denildiğinde çok mutlu oluyorum.
Başarı deyince… Nedir sizin için başarının
tanımı?
Yaptığın şey her ne ise, onun iyiliğini iliklerinde hissederek
bundan keyif alma durumu.
Meleğin Düşüşü, Kısık Ateşte 15 Dakika, İki Genç Kız,
The İmam, Haluk Bilginer’in başrolünü oynadığı “Polis” filmi, Güven
Kıraç ve Mazhar Alanson’un başrollerinde oldukları "Kirpi", Tarık
Akan ve Şerif Sezer’in başrolünde olduğu "Deli Deli Olma", “Eve
Dönüş” filmlerinde rol aldınız. Tiyatro ve diziler gibi sinemanın
da hayatınızda yeri özel değil mi? Sinema başka bir büyü ve
beyazperdede adını görmek neler hissettiriyor
insana?
Beni çok heyecanlandırıyor sinema. Diziler uzun
soluklu olduğu için evlilik gibi ama sinema enfes bir metres… Çok
kaprisli, çok zor, yorucu ama aşkı uğruna her şeye değer...
MESAFE VE GİZEM YOKSA MAGAZİNİN BİLE TADI YOK!
İçinde sevişme sahneleri varsa bu olay oluyor, üstelik
daha film vizyona girmeden. Sizin bu konuda söylediğiniz "Sevişme
sahnesi çekmek önemli değil! Asıl önemli olan role ruhsal olarak
soyunabilmek, rolün ruhuna bürünmektir" cümleniz. Çok doğru
diyorsunuz. Sevişme sahnelerinin bu kadar abartılmasının temelinde
neler var sizce, toplumun cinselliğe açlığının
dışında?
Teşhir çağımızın hastalığı, herkes ve her şey
göz önünde. İletişimin bu kadar hızlandığı noktada mahrem kelimesi
içeriğinden zayıflıyor, her şeyin özsuyunu emip, bütün gizleri bir
anda çözüp, içi dışa çıkarmak istiyor insanlar. Ama böyle olunca da
keyfi kalmıyor hiçbir şeyin. Mesafe ve gizem yoksa magazinin bile
tadı yok bence.
Yeni başlayacağınız bir projede rolünüze nasıl
bürünüyorsunuz, neleri göz önüne alıp, nelere önem ve öncelik
vererek…
Ben bir anahtar bulurum rolle ilgili, onun
peşine düşerim. İlk önce kostüm ve özellikle ayakkabı çok
önemlidir. Sonra o kadının kokusunu bulmaya çalışırım. Her kadın
başka bir şey kokar ya… Onu çözdüğümde o rolün ruhunu da çözmüşüm
demektir.
Oyuncuların en büyük şansı nedir
hayatta?
Sonsuz oyun oynama lüksü.
Oyuncularımız Oscar alabilme hayalini yaşarken sizin bu konuda
şöyle bir açıklamanız var. ‘Cate Blanchett’in Türkiye’de Topkapı
Ödülleri gibi bir ödül alıp da “Topkapı Ödülleri’ni almayı çok
isterdim” demesi peşindeyim’ diyorsunuz. Bu, bir gün olur mu
dersiniz?
Neden olmasın? Atatürk’te Samsun’a giderken
birileri İstanbul’da “Hı hı tabi canım, kazanırsın sen bu savaşı”
diyorlardı eminim. Dünya sinemasında söz sahibi olmaya yetecek bir
saygınlığa ve güce eriştiğimizde onlar da gelip bizim ellerimizden
alırlar ödüllerini.
Siz oyunculuğunuzun yanı sıra oyuncu koçluğu da yaptınız
bir dönem. Bu nasıl başladı?
‘Yedi Tepe İstanbul’u
çekerken Meral Okay, Abdullah Oğuz’a benim sürekli yeni gelen
arkadaşlarımı çalıştırdığımı gördüğünden böyle bir ihtiyaç olunca
beni önermiş. O şekilde başlamıştım. Şimdiyse vaktim yok ne yazık
ki, o yüzden bu konuda bir kitap yazarak isteyenlere böyle destek
olmaya çalışacağım.
25 kişilik müzikal komedi olan Orhan Kemal’in“Tersine Dünya” adlı
oyununu yönettiniz. Sırada Hamlet projesi var, bunda yer
alacaksınız. Tiyatro adına yapmak istedikleriniz arasında neler
var?
Puslu Kıtalar Atlası’nı oyunlaştırıp yönetmeyi çok
istiyorum. Bakalım zaman ne gösterecek? Bir de bir İngilizce dil
kampüsü ile farklı bir çalışmaya başlıyoruz.
Nedir o?
‘Acting Class With Yeşim Ceren Bozoğlu’ programı ile hem
İngilizcesini geliştirmek hem de oyunculuk öğrenmek isteyenlere
tiyatro metodu ile İngilizce ve oyunculuk öğreteceğiz. Bir tiyatro
oyunu ya da müzikali alarak, bunun Gerase olmasını düşünüyoruz,
derslerimize başlayacağız. Kursun sonunda da oyuncu -
öğrencilerimiz ile oyunu İngilizce olarak sahneye koyacağız. Bu da
Türkiye’de bu tarzda ilk tiyatro ve İngilizce kursu olacak.
TENEFFÜS SAATLERİM BİLE BELLİDİR!
‘Geniş Aile’ devam ediyor. ‘Yüreğine Sor’ filmini
bitirdiniz. Yakında ‘Hamlet’in de provalarına başlayacaksınız.
Nasıl yetişebiliyorsunuz bu tempoya?
Bolca spor yaparak
ve çok düzenli beslenerek… Bir nevi askeri bir disiplin oluşuyor
ister istemez. Teneffüs saatlerim bile bellidir benim ama seviyorum
böyle yaşamayı. Çok memnunum halimden.
Bir de Amerikalı yönetmen Theron Patterson’ın çektiği
“Bahtı Kara” filminde rol aldınız. Canlandırdığınız karakter nasıl
biri bu filmde?
Kağıthane’de yaşayan orta sınıf bir ev kadını, ailede herkesin
açığını kapatan, herkesin işine koşan yengeler vardır ya, işte öyle
biraz...
Üç ödül aldı bu film.
Evet… Uluslararası Bursa ‘İpek Yolu Film Festvali’nde 3 ödül aldı
filmimiz. En iyi film, en iyi senaryo ve en iyi erkek oyuncu,
görünen o ki bahtı açık filmimizin.
Bu filmin farkı ve özelliği var. Doğaçlama olması…
Doğaçlama olması daha mı yaratıcı kılıyor yoksa neler yapabilirim,
ya da başaramazsam kaygısını yaşatır mı bir oyuncuda?
Hocalarımız bize oyunculukta doğaçlamanın çok zor bir teknik
olduğunu ve herkesin de yapamayacağını, yapabilen oyuncu için ise
bunun büyük bir özellik ve fırsat olduğunu söylerlerdi. Çok
şiddetli oluyor tabi doğaçlama durumu sürekli en üst düzeyde
performansa zorluyor sizi. Bundan zevk alıyorsanız ne ala, yoksa
zor tabii. Bu filmde oynayan tüm ekip arkadaşlarım ile birlikte biz
oynarken o kadar büyük bir zevk aldık ki, sonunda filmimiz en iyi
film ödülünü kazandı. Yani fırsatı iyi değerlendirdiğimize
inanıyorum.
Gelelim oyunculuğu dışındaki Yeşim Ceren’e… Neler sizi
mutlu eder?
Çocuklar ve yaşlılarla ilgilenmekten, sohbet etmekten büyük keyif
alıyorum. Onun dışında kedi ve köpeklerimle vakit geçirmek, spor
yapmak, çokça ve bolca kitap okumak, film ve oyun seyretmek beni
çok mutlu ediyor.
Evliliğiniz nasıl gidiyor bu yoğun tempoda?
Maşallah… Çok iyi gidiyor, şükürler olsun. Yoğunluktan dolayı çok
sık görüşemediğimiz için eşimi özlüyorum.
Evliliğin aşkı öldürdüğünü düşünenlerden
misiniz?
Kişiye göre değişir o durum. Her birey kendi içindeki aşktan
sorumludur bence. Herkes önce kendini mutlu etmekle yükümlü olmalı
çünkü kendisini mutlu etmeyi başaramayan bir insanın başkasını
mutlu edebileceğine inanmıyorum.
AŞK BİR VECD HALİ! AŞK, MUTLULUKTAN UÇMAKLA VE HAVA
FİŞEKLERLE AKRABA!
‘Hepimizin aşk kodları bozuldu.’ diyorsunuz. Sizce nedir
aşk kodlarını bozan şeyler?
Mutsuzluğu ve acı çekmeyi
aşk zanneder oldu insanlar, üstelik ne uğruna ne için? Aşk bence
bir vecd hali, aşkın mutluluktan uçmakla ve hava fişeklerle daha
yakın akraba olduğunu düşünüyorum.
Günümüzde huzurlu ilişkilerden sıkılıyor mu insanlar? Kaçan
kovalanır mantığındaki ilişkilerin peşinde sanki birçok kişi. Neden
böyle sizce bu?
Bence kişi kendini değersiz gördüğünde yaşanıyor bu durumlar.
Benden kaçanı niye kovalayayım ki? Ben karşımdakini mutlu etmeye
çalışanlardanım, durum böyleyken oyun oynamak isteyen için “O
beni kaçırdığına yansın” diye düşünürüm ben.
Şöyle bir baktığınızda, insanlar hayatlarında nelerin
farkına varamıyorlar?
Mucizevi bir biçimde sadece nefes alıyor olmalarının şükretmek için
yeterli bir sebep olduğunun farkında değil bence birçoğu.
Melike Birgölge /Hürriyet