Yeşim Salkım'dan içten itiraf: "Yorgunum"
Yeşim Salkım, 'Melek' karakterini canlandırdığı "Arıza"yı "Gayet başarılı bir iş, reytinglerde de bunu görüyoruz" sözleriyle yorumladı.
Habertürk'ten Mehmet Çalışkan'ın röportajı...
'Arıza'ya dahil olma süreci nasıl gelişti? Bize canlandırdığınız karakteri analiz edip diziyi yorumlayabilir misiniz?
Menajerim Burcu Binbaşaran aradı, 03 Medya'nın böyle bir projesi olduğunu ve yönetmenimiz Recai Bey ile görüşeceğimizi söyledi. Kendileriyle zoom üzerinden bir toplantı yaptık. İlk görüşülen oyunculardan biriyim. Sürecin pandemiye denk gelmesine rağmen tüm önlemlerin alınacağını ilettiler. Recai Bey ile daha önce 'İstanbullu Gelin' projesinde çalışmıştım ve oradan aklına kazınarak tekrar bu projede yine bir araya geldik. Hikâye, bir erkek hikâyesi ve erkek egemenliğinde bir hikâye olduğunun farkındaydık. Kadınlar bu sebeple daha seyrek görünüyor. Hikâyenin iki tarafı var; başrolü paylaşan Ayça Ayşin Turan'ın teyzesini oynuyorum. Zaman içerisinde rolün nasıl dağıldığını nereye gittiğini hepimiz göreceğiz. Senaristimiz bunu bir şekle sokuyor tabii. Şu anda 'Arıza' gayet başarılı bir iş, reytinglerde de bunu görüyoruz. Castın çok başarılı olması çok önemli bir etken tabii ve bütün ekip elinden gelenin en iyisini yapıyor. Yolumuz açık olsun...
'Sanatçı' payesiyle ilgili olarak daha önce serzenişte bulunmuştunuz. Kendinizi sanatçı olarak görmediğinizi dile getirmiştiniz. Atatürk'ün "Sanatçı, alnında ışığı ilk hisseden insandır" tanımlamasından yola çıkacak olursak size özellikle hangi konuda ‘sanatçı' payesi verilebilir?
Kendimi sanatçı olarak sanata dair edebi bir eser bıraktığımı düşünmediğim, yaratıcılığımı oyunculuk ve şarkıcılıkta da kullanamadığım için böyle bir şey söylüyorum. Şarkıcılığımı ve oyunculuğumu geliştirmek için kendi adıma bir şeyler yapmak için çaba gösteriyorum. Çünkü ikisi de sabır isteyen işler. İyi ve güzel şeyler yapmak gerekiyormuş, bunu bu yaşımda da olsa çok iyi anladım. Sadece kameranın önünde güzel bir kadın ya da güzel bir adam olmanın sanata dair bir katkısı olduğunu düşünmüyorum. Güzel bir resim, güzel bir heykel, iyi çıkmış bir sinema filmi, başarılı bir yönetmen... Evet sanata muhakkak katkıda bulunuyor fakat bence geçenlerde okuduğum bir yazıdan da yola çıkarak şunu kendimize sormamız gerektiğini düşünüyorum; "Bunlar bu kadar önemsenecek şeyler mi? Eğer bir Nazım Hikmet değilseniz, bir Leonardo da Vinci değilseniz, bir Mimar Sinan değilseniz..." Bizleri 100 - 150 yıl sonra kimler hatırlayacak? Bunları sorgulamak lazım. Ben sorguluyorum kendi adıma. Şu an bir payeye ihtiyacım olduğunu düşünmüyorum. Sadece yaşama hizmet ediyorum.
Kendinizi çok fazla eleştiriyor ve hiçbir lafı dolambaçlı yollara sevk etmiyorsunuz. Doğruya doğru, eğriye eğri diyerek harbi insan olmanın iç dünyanızda oluşturduğu ferahlıktan başka kazanımları oluyor mu? Ve sektörünüzde, çevrenizde kayıplar yaşamanıza neden oluyor mu?
Her zaman olduğum gibi bir kadın, olduğum gibi bir insan oldum. Dolambaçlı yollardan kendimi ifade etmeyi hiçbir zaman sevmedim. Böylesinin çok daha iyi ve güzel olduğunu düşünüyorum ve daha doğru... Kendimi böyle iyi hissediyorum. Tabii ki bütün bunları yaşarken çok büyük kayıplarım oldu ama insan kaybetmek tecrübeyle sabittir. Eğer ki doğru bir şey yapıyorsanız insan kaybedersiniz. Bazen yanınızdakiler yanlıştır, gidenler yanlıştır. Sonunda da bu, size kazanç olarak geri döner. Ben de kayıplarımın kazançlarım olduğuna inanıyorum. Zamanında çok fazla insan biriktirmişim, güzel dostlarım var. Bunun haricinde de ailem var, gerisi çok da önemli değil.
Zaman, herkes için her geçen gün biraz daha hızlanıyor. Hangi meslekte olursa olsun kendini ileriye atanlar ayakta kalmayı başarıyor. Zamanın hızlanması, sizin mesleğinizi ne ölçüde etkiliyor? Zamanın hızına yetişmek için neler yapıyorsunuz?
Normalde de okuyup kendinizi geliştiren bir insansanız zaman aslında bir yere gitmiyor. Herkesin kendine göre bir zamanlama anlayışı, her zamanın, her dönemin de bir yaşama biçimi var. Ben yaşadığım zamanı 'Sonun başlangıcı mı?' ya da 'Başlangıcın sonu mu?' diye her zaman sorguladım. Çünkü 'İleriye doğru atılmak' diye bir şey olduğuna hiç inanmıyorum. Çünkü hayat bumerang gibi... Siz ne gönderirseniz aynısını geri verir. Ve siz planlar yaparken zaten yukarının şahane bir planı vardır. Ve o planı size uygular. İnandığınız şeyi yapmak kalıcılığınızı arttırır. Tıpkı bu saçınızın şeklinin aynı olması gibi. Mesela bana 'Siz hiç değişmiyorsunuz' derler. Çünkü ben kendime, yüzüme, gözüme dair çok fazla bir değişikliğe gitmedim. O yüzden insanlara algıda hep aynı kadını hatırlatıyorum. İlerlemek... Teknolojide ilerliyor olabiliriz ama bu duyguların kaybolmasını gösteren bir şey. Teknolojide ilerliyorsunuz ama duygularda kayboluyorsunuz. Ben duygularını kaybetmeden yaşayacak olan bir kadınım. Bu müzik adına da böyle, herhangi başka bir sektör adına da böyle. Çünkü günün sonunda ne olursa olsun döner dolaşır tarihi bir binada, eski bir yemeği yemek ve eski bir şarabı içmek, ona dokunmak için yaşarsınız ve hep geçmişi merak edersiniz. Günün sonu budur. İlerisi değil de geçmişe sahip çıkmak çok daha önemlidir.
Mesleğiniz gereği hitap ettiğiniz geniş kitlelerin beğenisine hasıl olmak için günlük, yapay çabalar içine girmediğinizi görüyorum. Bunun sonucunda her devrin oyuncusu - şarkıcısı olabilmenin sırrı nedir?
Ben ben olmaktan hiçbir zaman vazgeçmiyorum, 25 - 30 sene önce de bendim. Sadece hayatımı biraz daha genç ve daha az tecrübeyle yaşıyordum. 'Her dönemin sanatçısı' diyorsunuz, teşekkür ederim. Kendinizi fazla değiştirmediğiniz, istikrarınızı bozmadığınız ve çalışmaya devam ettiğiniz sürece ne kadar yorulmuş da olsanız da siz hep aynı kalıyorsunuz. Ben hep aynı olmayı seçtim. Çok fazla ayak uydurmamayı tercih ediyorum. Çünkü ayaklarımızı bastığımız toprak değişmiyor. Ben de bu değişime pek uyamayacağım. Herhalde sanat adına dijital ortamı pek fazla sevmiyorum ama dünyada bir gerçek var... Dijital, sosyal medya insanların birbirine daha rahat ulaştığı ve tanınabilirliğini artıran bir dünya. Beni de iyi tanıdıklarını düşünüyorum, söylediklerime kıymet vermeleri de çok güzel şu anda. Anlaşılan aramızı düzelttik herkesle...
Hayatınızın bu döneminde kendinizi nasıl hissediyorsunuz?
Vallahi dürüst olmak gerekirse yorgun hissediyorum. Uzun zaman sonra belki de benden ilk kez duyacağınız bir kelime; 'Yorgunum.' Çünkü bu sene bütün dünya pandemiden dolayı yorulmuşken ben 'Çok iyiyim' diyemem. He şöyle iyiyim tabii ki; evlatlarımın sağlığı yerinde, benim de sağlığım yerinde. Elim - ayağım tutuyor, mesleğimde hâlâ para kazanabiliyorum. Mesleğim dışında başka yolla para kazanmadığım için de mutluyum tabii ki...
Kariyerinizin bu döneminde kendinizi nasıl hissediyorsunuz?
Kariyer olarak hiç bir değişiklik görmüyorum, başladığım yerdeyim. Çünkü her şey aslına rücu edermiş. 30 sene önce şarkı söylediğim mekân Küfe'de tekrar şarkı söylüyorum. Başladığım yere geri döndüm ve bence herkes bir gün başladığı yere geri dönecek. O yüzden de çok mutluyum. En azından bugünü görebildiğim için mutluyum. Kimseye boyun eğmeden, dimdik durabildiğim için, kendim için en iyisini, en doğrusunu yaptığım için... Çalışmaktan vazgeçmeyen bir kadınım bu da beni son derece mutlu ediyor. Dizilerimi çekmeye devam ediyorum, işlerimi en güzel şekilde yapıyorum. İnsanlara destek, çocuklarıma anne, aileme evlat olmaya çalışıyorum. Hâlâ aşkı arıyorum. Çünkü dünyanın en kıymetli duygusu bu. Maalesef geceleri kariyerinize sarılıp uyuyamazsınız.
Boşanmalar her geçen gün daha da artıyor. Sizce kadınlarla erkekler özellikle hangi konuda anlaşamadığı için ayrılıyor?
Bu konuda ahkam kesmek bana yakışmaz. Çünkü bu konuda başarılı bir kadın değilim, başarısızlıklarım var. Evliliği tamamlayabilmiş bir kadın değilim ve çok açıkça söyleyeyim bu konuyu eskisi kadar önemsemiyorum. Birini sevmek, saygı duymak bir akite bağlı olmamalıdır. Akit olmazsa belki insanlar çok daha mutlu yaşayabilirler, bilemiyoruz ama tabii ki toplumsal, ahlaki ve kanuni tarafına baktığımız zaman bir nebze kadını koruyabilmek adına yapılmış sözleşmeler bunlar. Bugünkü aklım olsaydı ilişkilerimi evlilikle sonuçlandırır mıydım? Hayır... Bunu rahatlıkla söyleyebilirim. Biraz daha eğlenmek, dünyayı gezmek, kendime yatırım yapmak kısmına daha çok zaman harcardım. Şimdiki gençlerin de bir heves uğruna evlilik gerçekleştirip sonra ayrıldıklarını görüyorum. Bunlar çok normal ve olağan şeyler. Avrupa'da insanlar hemen evlenip çocuk yapmıyorlar. Bu bizim ülkemizde daha sık yapılan bir şey. Dolayısıyla da evlenmek kadar boşanmak da son derece normal. Bunu normal bir şey olarak görelim. Kimse boşanmak için evlenmiyor. Ne erkek ne de kadın ama anlaşamadığınız noktada da nasıl iş ilişkilerinizi bitiriyorsanız evliliğinizi de bitirebilirsiniz.
Bir daha evlenmeyeceğinizi söylemiştiniz. Hâlâ aynı düşüncede misiniz yoksa ‘Büyük konuşmuşum' dediğiniz zamanlar oluyor mu?
Yooo.. Aynısını düşünüyorum, 6 yıl oldu eşimden ayrılalı ve hiçbir şekilde de evlenmeyi düşünmüyorum, böyle çok iyiyim. Zaten bırakın evlenmeyi bir hayat arkadaşım dahi yok. Şu anda bir sevgilim de yok flörtüm de... Böyle iyiyim güzelim ama yarının ne getireceğini bilemem tabii ki. Hiçbir şeyle ilgili büyük konuşmamak lazım. Aşka, sevgiye, merhametli olmaya, insanların birbirine, gönlünün birbirine dokunmasına inanıyorum. Sevmeye devam edin, sevmek çok güzel bir duygu. Sevmek; bizi biz, insanı insan yapan, birbirine bağlayan bir duygu. Sevmekten hiçbir zaman vazgeçmeyeceğim ama bir akit istemiyorum. 6 yıldır bu böyle bundan sonra da böyle süreceğini düşünüyorum.
Kadınlara yönelik şiddet son bulmuyor. İnşallah yanılıyorumdur... Bu durumun kanıksanır hale geldiğini hissediyorum. Güngörmüş biri olarak sizce bu sorun nasıl çözülür? Kanunların sertleştirilmesiyle mi yoksa başka bir şekilde mi?
Şiddetin kadın, erkek problemi değil, insan problemi olduğundan yola çıkılarak çözülmesi gerekiyor. Şiddet, sadece kadına, erkeğe, çocuğa uygulanmıyor. Doğaya da şiddet uyguluyoruz, hayvana da... Yani nefes alan her şeye şiddet uyguluyoruz. Sonuç itibarıyla toplumsal bir problem... Bence iyi okumak, tabloya iyi bakmak, resmi iyi görmek lazım. Dünyada sadece kadına değil, insana şiddet uygulanıyor. Nefes alan her şeye.. Biz dünyaya bir şiddet uyguluyoruz. Bir tarafta savaşlar, bir tarafta politik olaylar, ahlak ve namus kisvesi adı altında saçma sapan kuralların, cahilce söylemlerin içerisinde toplumlar gitgide körelmeye başladı. Dediğim gibi bu, okuma oranının yüzde 1 olduğu ülkelerde yaşanır. 'Eğitim şart' diyorum.