Yılmaz Özdil yazdı: "Bugün rengarenk bir gün
Yılmaz Özdil'in Sözcü Gazetesi'nde yayınlanan bugünkü yazısı.
Selanik'te pembe boyalı evde, ikinci kattaki ocaklı odada dünyaya geldi… Kundaktayken sakin bir bebekti, lohusa Zübeyde'ye kırkı çıkana kadar yardımcı olması için Üftade adında bir kadın tutuldu, Mustafa Kemal'in adeta eline doğduğu Üftade, siyah'tı.
★
Zenci Musa…
İstanbul'dan Anadolu'ya silah ve insan kaçırmak için Kuvayı Milliye üssü olarak kullanılan Özbekler Tekkesi'nde, ölümü göze alarak hayatını ortaya koyan kahramanlarımızdan biriydi.
Siyah'tı.
Sudan kökenliydi.
Girit'te Türk mahallesinde dünyaya gelmişti, Kahire'ye gitmiş, Mısır Hıdivi'nin hizmetine girmişti, İtalyanlar Trablus'u işgal edince, Türk subaylarının peşine takılmış, Derne'ye geçmiş, orada çarpışırken Teşkilat-ı Mahsusa lideri Kuşçubaşı Eşref'le tanışıp, emir eri olmuştu.
Balkan Harbi'nde vuruştu.
Çanakkale'de vuruştu.
Yemen'de vuruştu.
Kuşçubaşı Eşref'in İngilizlere esir düştüğü çatışmadan yaralı kurtuldu, İstanbul'a geldi, Galata gümrüğünde hamallık yapmaya başladı.
Karakol Cemiyeti'ne katıldı.
Gündüz hamallık yaparken istihbarat faaliyetinde bulunuyor, hava kararınca Özbekler Tekkesi'nden kayıklara silah ve cephane taşıyordu.
Deniz kıyısındaki bu faaliyetleri sırasında vereme yakalandı, vefat etti, Özbekler Tekkesi'nin haziresinde toprağa verildi.
Mehmet Akif Ersoy, Musa'yla Hicaz'ta tanışmıştı.
Bu kahramandan öylesine etkilendi ki, Safahat'ında yer verdi:
“Eşref beyin emir eri zenci Musa
omzundan arşa yükseldi nebi İsa”
★
Ne mutlu Türküm diyene kavramının, vücut bulmuş haliydi.
★
Mavro Ali efe…
İzmir Bergamalı'ydı.
Siyah'tı.
12 kişilik çetesi kendisi gibi siyah zeybeklerden oluşuyordu.
Rumlar ona “kara” manasında “mavro” derdi.
★
Ahmet Ali…
Afro Türk'tü.
Dünyanın ilk siyahi savaş pilotuydu!
Anneannesi Nijerya kökenliydi.
Osmanlı'da kölelik yoktu ama, Afrika'dan para karşılığında getirilenler saraylarda konaklarda personel olarak çalışıyordu.
Annesinin adı Zenciye'ydi.
Zenciye hanım kendisi gibi Afrika kökenli Ali bey'le evlendi.
Ahmet Ali dünyaya geldi.
İzmir doğumluydu.
Bizim topraklarımızda etnik köken, ırk, renk ayrımı söz konusu olmadığı için, Osmanlı vatandaşı olarak büyüdü.
Subay oldu.
Almanya'ya eğitime gönderildi.
Pilot oldu.
İlk resmi uçuşunu, Birinci Dünya Savaşı'nda 1916'da yaptı.
Bu uçuşla “dünyanın ilk siyahi savaş pilotu” unvanını aldı.
İstanbul işgal edilince, bir saniye tereddüt etmeden Anadolu'ya geçti.
Konya'daki tayyare istasyonuna katıldı.
Keşif kollarında görev yaptı.
Kurtuluş Savaşı'ndan sonra İzmir'de Hava Okulu'na öğretmen olarak atandı. Çelikten soyadını aldı. İki oğlu iki kızı oldu, oğulları da kendisi gibi pilot oldu, hem Türk Hava Kuvvetleri'nde hem Türk Hava Yolları'nda görev yaptılar.
Türk havacılık tarihine damgasını vuran sembol isimlerden biri olan Ahmet Ali bey, albay rütbesiyle emekli oldu, 1969 yılında 86 yaşındayken rahmetli oldu.
★
Nesip efendi…
Mustafa Kemal'in gözünde yeri apayrıydı.
Siyah'tı.
Sudan kökenliydi.
60'lı yaşlarındaydı.
Abdülhamit döneminde saraya seyis olarak alınmış, Meclis-i Mebusan'da müstahdemlik yapmıştı, TBMM kurulurken Meclis-i Mebusan'dan Ankara'ya gelen milletvekilleri tavsiye etti, Çankaya Köşkü'ne alındı.
Kırık dökük Türkçesiyle müthiş sempatikti.
Kimse hakkında dedikodu yapmayan, işini ciddiyetle yapan, ser verip sır vermeyen, para pul konusunda güvenilir, namuslu adamdı.
Kısa sürede Mustafa Kemal'in en sevdiği personel oldu.
Kimseden izin istemeden Mustafa Kemal'in yatak odasına sadece o girebiliyordu; iç çamaşırları dahil, tüm çekmecelerini o düzenliyordu, giyeceği kıyafetleri o hazırlıyordu, seyahatlerde bavullarını o hazırlıyordu.
Manevi kızları ona emanetti, kızlar da Nesip efendiye “baba” diye hitap ederlerdi, çarşıya, sinemaya, bir yere gezmeye giderlerken, yanlarında mutlaka Nesip efendi olurdu.
Nesip efendi akşamcıydı.
Köşkte çalışanlar arasında sadece onun rakı içme özgürlüğü vardı.
Hava kararınca mutfaktan ufak tefek mezeler ayarlar, bahçedeki bekçi kulübesinde tek başına demlenirdi, Mustafa Kemal bunu bildiği halde görmezden geldiği için, yaverler bile ses çıkaramazdı.
Bir gece fazla kaçırdı, sızdı, kül tablasındaki sigarası yere düştü, kulübe alev aldı.
Köşkün kapısındaki polisler kovalarla yetişip güç bela söndürdüğünde, diri diri yanmaktan kurtulan Nesip efendi hâlâ uyuyordu.
Başyaver Rüsuhi bey dayanamadı, “Defolsun gözüm görmesin, az daha köşkü yakacaktı” diyerek, Nesip efendiyi kovdu.
Ertesi gün yok.
Ertesi gün gene yok.
Mustafa Kemal merak edip sordu, nerede bizim Nesip efendi?
Anlattılar.
Fena öfkelendi.
“Adamı kovarken hiç düşünmediniz mi, nereye gider bu yaşta, bakacak ne evladı var, ne kimsesi var, nerede yatıp kalkar, çabuk bulup getirin onu buraya” diye bağırdı.
“Köşkü yakacaktı” filan diye hâlâ kem küm ediyorlardı… Daha fena öfkelendi, “yanmadık ya birader, yandığımızda düşünürüz!”
Nesip efendi derhal bulundu, getirildi.
Hiç istifini bozmadı, akşamcılığına aynen devam etti.
Başka kriz yaşanmasın diye, arada gelip kontrol ediyorlardı.
Bayramlarda tüm hizmetliler sırayla Mustafa Kemal'in elini öperken, Nesip efendiye elini öptürmez, sarılır yanaklarından öperdi. Sadece yaşına değil, kimseye metelik vermeyen kişiliğine de hürmet ederdi.